Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

204 syf.
10/10 puan verdi
·
4 günde okudu
MANEVİYATIMIZIN DERİNLİKLERİ
Hayat da zamanın oyuncağıdır. Ama tüm dünyaya hükmeden zamanın da Er ya da geç bir sonu olmak zorundadır. (William Shakespeare, Kral IV. Henry - 1, s. 128) İlk olarak 1925 yılında, Raci’nin Hatıraları adıyla yayımlanan A’mâk-ı Hayal, Batılı bir anlayış içeren romanlardan farklı bir kurguda yazılmasıyla dikkat çeker. Nesir olarak kaleme alınan, birbirinden bağımsız kısa öykülerden oluşan A’mâk-ı Hayal, başkarakter olan Raci’nin başından geçen alegorik olayları konu edinmesiyle bir bütünlük arz eder. Raci, aslında rücu eden kişidir, bir başka ifadeyle hayatını dünyevi zevklerle sürdürmesine rağmen, Aynalı Baba’yla karşılaşması ile nefis mücadelesi vererek dünyevi zevklerden arınır. Filibeli söz konusu romanında dönemin pozitivizm, materyalizm gibi maddi fikirlerine karşılık tevhid/vahdet-i vücûd¹ anlayışını savunur. Romanın başkarakteri Raci, ilim sahibi bir gençken varlık, ruh, hakikat gibi konularda cevaplayamadığı sorularla şüpheye düşer. Raci eğitimini genişletme çabalarına, ispiritizma, manyetizma toplantılarına katılmasına rağmen bir kara leke gibi bütün benliğini kaplayan şüpheyi gideremez. Bu yönüyle bir arayış romanı olan “A’mâk-ı Hayal”, Raci’nin yüce bir insan olan Aynalı Baba rehberliğinde gelişimini tamamlayarak vahdet-i vücûda erişmesini konu alır.* Filibeli'nin romanı, sınırları aşmış, ''hayalin derinliklerine'' dalmış muhteşem bir romandır. Roman o kadar üst düzey bir romandır ki, sadece zamanının dışına çıkıp ''iyi'' bir eser olmayı değil, bir ''şaheser'' olmayı hak ediyor. Romanda Filibeli, bireyin manevi devinimlerini, ''hayalin derinliklerine'' inerek anlatıyor. Bunu anlatırken de varlık, yokluk, varoluşsal acılar, hayatın tatlılığı gibi birçok konuyu işliyor. Ayrıca mitoloji, felsefe, politika, eğitim gibi birçok daldan da yardım alıyor. Okur da edebi hazzın doruklarında, ''hayalinin derinliklerinde'' gezintiye çıkıyor. Bilirsiniz, kurgu oluşturmak kolay değildir, hele ki gerçeküstü bir roman kurgulamak hiç kolay değildir. Homeros'tan bu yana gerçeküstü kurmacalara alışkınız. Ama bu kurmacaları incelemek ve oluşturmakta oldukça zorlanırız; çünkü bu kurmacaları hem oluşturmak zordur, hem de oluşturduktan sonra içini doldurmak zordur. Bu açıdan gerçeküstü roman yazmak oldukça külfetli bir iştir. Hele ki o dönemde, gerçeküstü romanların ve genel olarak romanların çok az olduğu dönemde, bu türde yazmak hiç kolay değildi. Filibeli'yse kendi felsefi yetkinliğine ve ''hayalinin derinliklerine'' güvenmiş olmalı ki, böyle bir roman yazsın. Gerçekten de Filibeli, bir Tanzimat Dönemi romanının çok üstünde bir eser vermiş. Bir Tanzimat Dönemi romanına göre Amâk-ı Hayal çok üst düzey; çünkü Tanzimat Dönemi romanlarında tasavvuf, insanın içi ve maneviyatı konuları çok işlenmiyor. Genellikle aşk, acı, keder, kadın-erkek ve cariye ilişkileri, kıskançlık, köşkte gelişen olaylar gibi konular belirleniyor bu dönemde. Servet-i Fünûn Dönemi'nde de konular çok farklı olmuyor. Filibeli'yse farklı konular seçmiş, kaliteli karakterler yaratmış, romanını muhteşem bir kurguyla bezemiş, felsefi niteliği en üst seviyede tutmuş ve böylece tüm diğer Tanzimat romanlarından, hatta genel olarak romanlardan ayrılmış. Bu ''yenilikçiliği'' de takdir edilesi. Romanın iyi olan bir diğer tarafı da, düşünsel açıdan oldukça esnek olması. Dostoyevski romanlarının bazı alıntılarında, Shakespeare'de ve Goethe'de de görülen bu durum A'mâk-ı Hayal romanında da var. Çoğu alıntısı ve çoğu öyküsü esnek, edebi ve oldukça felsefi. Bu da okuru düşünmeye ve kendi hayal âleminde gezmeye itiyor. Filibeli, insanları düşünmeye iterek onları hakikati aramaya, ''yalanlara'' karşı biraz olsun mücadele etmeye teşvik ediyor. Bu da kitabın niteliğini daha da artırıyor. Romanın karakterlerinden Aynalı Baba'nın çaldığı neyin sesleri bize de geliyor, Raci'nin hayallerine biz de dalıyoruz ve uyanınca da Aynalı Baba'nın tebessümünü, hayat derslerini biz de duyuyoruz. Birçok insanın Raci olduğunu, Aynalı Baba'sının tebessümünü gördüğünü ve içindeki kuşku ejderhasını susturması için yolculuklar yaptığını Filibeli de öne sürüyor. Onun da dediği gibi, biz her zaman kendimize sorular sorup, hayaller âleminde, kitaplar âleminde, filmler âleminde ve daha birçok âlemde bu sorulara cevap arıyoruz. Cevap aradığımız sorular yeni soruları doğurduğu için, bu arayış hiçbir zaman bitmiyor; tıpkı kitap okumanın da bir süreç olduğu gibi, bu sorular âlemi de bir süreç mekanizmasıyla işliyor, onu özel kılan da bu oluyor. İşte bu ''süreç mekanizması''nın en muhteşem örneğini A'mâk-ı Hayal'de Filibeli Ahmet Hilmi veriyor. Roman üzerine söylenecek, içselleştirecek, anlatılamayacak çok şey var, ben de birkaç alıntıyı ve durumu yorumlamak istiyorum, elimden geldiğince... Zavallı beynimin içi sürekli bir savaş meydanıydı. Karışık düşünce dalgaları hiç durmadan birbiriyle çarpışarak beynimi uğultuyla, gürültüyle dolduruyordu. (s. 5) Gerçekten de çoğu zaman insanın beyni bir ''savaş meydanı''dır. Bir şey düşünürsünüz, sonra başka bir şeye geçersiniz ve daha sonra düşünceler dağılmaya başlar. Bir şeye ya odaklanırsınız, ya odaklanamazsınız. Zihin çok hızlı işlediği için ve bir anda süzgecinden birçok şey geçirdiği için insan, bu ''işleyişten'' çoğu zaman rahatsız olur; çünkü bu kadar çok şeyi düşünmeye, bu kadar çok farkındalık kazanmaya alışkın değildir insan. ''Bilgelik kederi getirir. Bilgisini artıran kişi kederini de artırır,'' der Tolstoy. İnsan düşününce farkındalık, dolayısıyla bilgelik kazandığı için kederlenir, bu kederden dolayı da içinde ''gürültüler'' oluşur. Raci'nin de, hepimizin de rahatsız olduğu durum budur. Jean-Paul Sartre'ın da ''Düşünmek istemiyorum. Düşünmek istemediğimi düşünüyorum. Düşünmek istemediğimi düşünmemem gerek,''² demesinin sebebi tam da budur. ''İnsanların gözü hakikatleri görmekte arpacık soğanı kıymet ve nispetindedir.'' (s. 54) Hürmüz ve Ehrimen öyküsü de muhteşem olan romanın (Hiçlik Zirvesi), ''gözünde arpacık olan insanlar'' öyküsü de çok iyiydi. Gerçekten de, bir insan neyi bilebilir? Bu kadar çok bilgi yığını olan dünyada insanın gözü arpacıklarla kaplı değil midir? Bazı insanlar bu arpacıkları kaldırmak, gerçekleri az da olsa görmek, ''hayalin derinliklerine'' dalmak isterler. Ama bazı insanlar da gözlerinde bir arpacıkla, ''mutluluk perdesiyle'' yaşarlar. Raci'ye de (bu öyküde) ''oğlum çıldırmış'' diyen babası, asıl çıldırmış olanın kendisi olduğunu bilmiyordur. İnsanlar gerçeği görmek istemez, gerçeklerden kaçarlar. Gerçeklerden kaçmayan bilge insanları da her zaman aşağılamak isterler ve ''çıldırmış'' addederler. Bu, bilge insanlar için trajik olan durumlardan sadece biridir. İnsanın bu dünyada var olan bilgilerin hepsini bilemeyecek olması bir kenara, insan ''hakikati'' de tam olarak bilemez. Zaten Raci de ''Ben niyet ettim ki bu hayatı, dünyaya niye geldiğimizi, ne olacağımızı, bizi göndereni anlamadan terk etmeyeyim. Ah, ne olurdu bu suallere olumlu veya olumsuz birer cevap verebilsem!''³ der bu konu hakkında. Felsefe bir bilim olmadığı için kesin değildir, dolayısıyla herkesin düşüncesi kendinedir. Bu açıdan insan, doğaüstü şeyleri asla kesin olarak bilemez. Hep içinde bir şüphe ya da umut barındırır. ''Acaba?'' ve ''Belki de?'' der çoğu zaman insan, bu açıdan hiçbir zaman ''tamamlanmış'' bir varlık değildir. ''Bu tekâmüle muhtaç âlemler, bu dönmeye mâhkum kervan hayalin benzersiz sırrına, güzelliğin cezbedici nuruna koşup gidiyor,''⁴ der Filibeli. Bu alıntı da buna örnektir. İnsan ve dünya her zaman gelişir, dönüşür ve değişir. Değişmeyen tek şey değişimdir. İnsan, sorgular, süzgecinden geçirir, kafasında ''gürültüler'' olur ve sonunda da hakikatin ''cezbedici nuruna'' doğru koşar, tıpkı Raci gibi. - Ruhu hâlâ anlamadın mı? - Hayır, lütfedip anlatırsanız... - Anlatmak... Anlatmak mı? (s. 84) Bu alıntı herhalde Filibeli'nin felsefi yetkinliğinin ne kadar üst düzey olduğunun kanıtıdır; çünkü insan, ruhu anlatamaz. Anlatamamasının sebebi dil ile iletişim kurmasıdır. Dilin işlevleri sınırlıdır, önemli olan ruhu anlatmaktır ve ruh da dil ile tam olarak anlatılamaz. Bu yüzden insan her zaman ''tek ve anlaşılmaz'' bir varlık olarak yaşar. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ''Fakat neyi anlatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz,”⁵ derken anlatmaya çalıştığı budur. Lermontov da Filibeli'ye ''Ruhu anlatmak olanaklı mı?''⁶ diye sorar. Filibeli de ''Anlatmak... Anlatmak mı?'' diye cevap verir ve olanaksızlığını kanıtlar. Romanın filozoflar ve varoluşsal sorular üzerinden gitmesi de ayrı bir güzel. Örneğin Filibeli bize bir sayfada ''Yoklukla varlığın tek şey olduğunu kim ispat edebilir?''⁷ diye sorarken, diğer bir sayfada ''Sana bunu sorarım, bu hayatta ne var?''⁸ diye sorar. Varlık-yokluk sorununu, saadetin ne olduğunu, hakikatin ne olduğunu, dinlerin bunun hakkında ne dediğini ve daha birçok şeyi irdeler. Raci'nin ''deliliğine'' kanaat getirmeleri de insanların birbirlerini anlayamayacağına, ruhun anlatılmayacağına bir delildir. Raci hiç sorgulanmadan ''tımarhanelik bir deli'' olur. İnsanlar onu anlamak istemezler, hemen bir köşeye atarlar. Bu çoğu zaman böyledir. İnsanlar, tıpkı Raci'ye yaptıkları gibi, bir kişi düşüncesini belirttiğinde hemen saldırıya geçerler ve yargılarlar. Bu ahlaki açıdan da yanlıştır; çünkü insan karşıdakinin neden böyle bir şey düşündüğünü, bunu düşünmesine nelerin sebep olduğunu bilemez, dolayısıyla her ne söylerse söylesin, yanlış olur. Bu açıdan bir insan düşüncesini beyan edince direk saldırmaktansa onu ''anlamaya çalışmak'' ve akıl süzgecinden geçirmek önemlidir. ''Yargılamaktan sakın; hepimiz günahkârız,''⁹ sözünde Shakespeare'in anlatmak istediği de budur. Bu iki alıntı da insanın intihara meyilli olduğunu fakat hayat ne kadar acı olursa olsun insanı hayata bağlayan bir kuvvet bulunduğunu kanıtlıyor. Hayatın ''tatlı''lığı insanı cezbediyor ve etkiliyor. Bu alıntılar Dostoyevski'nin İnsancıklar'ındaki ''İnsan, hayat şartları ne derece olumsuz olsa da benimsediği yerde mutlu oluyor'' alıntısını da kapsıyor. ''Yarabbi! Hayattaki bu lezzet nedir? Nedir bu hayata bağlayan garip kuvvet? Hayat kalıcı değil, dert, keder dolu Yine emel o; nedir bunun sebebi?'' (s. 89) ''Hayat o kadar tatlı ki! Her an ölüm acısıyla bin kez ölürüz de, Göze alamayız hemen ölmeyi!'' (William Shakespeare, Kral Lear, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 155) ''Kim haklı, kim suçlu? Hiç kimse. Yaşıyorsan, yaşamana bak: Yarın öleceksin, benim bir saat önce ölmüş olabileceğim gibi. Ve insan yaşamı sonsuzlukla karşılaştırıldığında sadece bir an olduğuna göre onu da zehir etmeye değer mi?''¹⁰ der Tolstoy. Yaşamımızı zehir etmememizi öğütler. Aynı şeyi Montaigne de yapar. Hayat, gerçekten de bir andan ibarettir; hiçbir önemi yoktur. İnsan nedir ki? Bir anda doğan, bir diğer anda ölen, kısacık ömürlü bir varlık. Önemli olan bu kısacık zamanı güzelce değerlendirmektir. Önemli olan bu anın değerini anlamak, kısacık zaman aralığında sıkışmış bireyler olduğumuzu kavrayıp ona göre hareket etmektir. Filibeli de bunu vurgular. ''Hayatımız nedir? Ebediliğe nispetle bir hiç; uzun zamanlara nispetle bir an.'' (s. 111) ''Her şeyi sona erdirecek veya bugün ya da yarın mutlaka gelecek olan ölüm, sonsuzlukla karşılaştırıldığında sadece bir andan ibaret.'' (Lev Tolstoy, Savaş ve Barış, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 59, I. cilt) ''Gaflet ve cehalet. İşte varlığın iki saadet imkânı,''¹¹ der Buda, ''Ebedi Hayalet'' bölümünde. İnsan, düşünen bir varlıktır, ''Düşünmek ruhun gerçek zaferidir,''¹² der Victor Hugo. İnsan düşününce farkındalık kazanır ve kazandığı farkındalıklar onu saadetten uzaklaştırıp, kedere sürükler. Dostoyevski'nin de ''Aptal adam mutlu adamdır''¹³ demesinin sebebi budur. Ayrıca düşünmek insanı hakikate sürükler, hakikat de mutlak olmadığı için insanı yorar, üzer ve çıldırtır. Zaten Raci'nin ve Aynalı Baba'nın ''deli'' olarak sınıflandırılmasının sebebi de bu değil midir? Onlar, hakikati aramak için, ruhsal devinimlerinden bunaldıkları için ve düşündükleri için ''deli'' olarak sınıflandırılırlar; onlar manevi huzursuzlukla uğraşırken, düşünmeyen insanlar da maddi bir ''mutluluk perdesi''yle, sahte bir maddi huzurla uğraşırlar. Amaç düşüncelere karşı zafer kazanmaktır. İnsan düşünmeyince sahte bir huzurla dolar; fakat düşünen insanlar da çoğu zaman bu sahte huzurla dolmayı sever, herhalde bu ikilik, düşünen insanlar için en karmaşık ikiliktir. Romanın kötü tarafları yok mudur? Tabii ki de vardır. Örneğin Aynalı Baba'nın hatıraları tam bir bütünlük içinde değildir. Ayrıca bazı öyküler de tamamlanmamış hissi verir, bazı bağlantılar da zayıfır. Bazı öykülerdeki durumlar da ilginçtir (Örneğin ejderhanın içinden bir kadın çıkar, Aşk, ejderhasıyla absürt bir ilginçlikle gelir vs.). Bunlar göz ardı edilebilecek şeylerdir, romanın akışını ciddi bir şekilde etkilemez. Bu açıdan da, her ne kadar kötü yanları olsa da, A'mâk-ı Hayal, iyi nitelikleri çok daha üstün çıkan bir roman. Ayrıca, Filibeli Ahmet Hilmi'nin dini görüşünden biraz bahsetmek istiyorum; çünkü onun dini görüşü romanın işleyişi açısından oldukça önemli. Filibeli Ahmet Hilmi, yazılarında her şeyin bilimle çözüleceğine dair inancı ve metafiziği “üfürükçü” olarak nitelendiren anlayışı eleştirir. A’mâk-ı Hayal’in de tam da bu konuda bir işlevinin olduğu söylenmelidir. Romanda, her şeyi tecrübe ve deneyle açıklamaya çalışan tabii bilimler uzmanına yönelik eleştirilerde bulunulur ve bakış açısının kısıtlı oluşunun onun gerçeği anlamasına engel olduğu vurgulanır. "Benim düşünceme göre bu milleti ilerlemekten geri koyacak sebepler iki önemli kısma ayrılabilir: 1) Durgunluk, ilerlemeye düşmanlık, gelişme fikrine karşı cahilane taassup, zamana göre gerekli ihtiyaçları anlamamak. 2) Basit bilgilerle yetinmek, sığ bir taklit..." (Allah'ı İnkâr Mümkün Mü?, s. 14) Filibeli'nin belirttiği din tanımlarından biri de şudur: "Din, öyle bir idrâk hâssesidir ki, muhtelif şekiller ve isimler altında insan onunla 'mutlak sonsuz'u hisseder veya anlar. Bu yetenek olmasaydı, yani insanların yaratılışında böyle bir istidat bulunmasaydı, din meçhul ve imkânsız bir şey olurdu.'' Onun verdiği diğer bir din tanımı şöyledir: "İnsanın bilinmesi imkânsız olan mutlak zâlı bilmek arzu ve aşkı dindir."** Filibeli Ahmet Hilmi kaliteli bir kişilik ve, dediğim gibi, A'mâk-ı Hayal oldukça esnek bir roman. Herkes birçok şey çıkarabilir bu romandan. Ben de romandan içselleştirdiğim kısımlardan bazılarını paylaşmaya çalıştım, umarım başarılı olabilmişimdir. Eminim siz de okursanız içinizde farklı rüzgârlar, farklı düşünce ''gürültüleri'' ve farklı hayaller oluşacaktır. Tanzimat Dönemi'nde son durağım olan A'mâk-ı Hayal romanı, hem benim Tanzimat Dönemi romanlarına bakış açımı, hem de genel olarak roman türüne bakış açımı değiştirdi. Türk edebiyatından da böyle değerli bir eserin çıkması beni ayrıca mutlu etti. Umarım bu kitap daha fazla okunur ve değeri belli olur. Hayallere, düşüncelere ve maneviyatınızın derinliklerine dalmanız dileğiyle... Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. KAYNAKÇA: *dergipark.org.tr/tr/pub/ataunita... **dergipark.org.tr/tr/pub/iuilah/i... ¹Vahdet-i vücûd düşüncesi varlığı (vücûd), mümkün ve zorunlu kısımlarına ayrılmadan önce kendinde bir hakikat şeklinde ele alıp zorunlu ve mümkünü onun iki kutbu saymak suretiyle Hak ile halkı (yaratılmışlar) izâfet ilişkisiyle birbirine bağlar. Böylece Tanrı-insan ilişkileri başta olmak üzere birlik-çokluk sorunu, insan iradesi ve özgürlüğü, âlemdeki kötülük problemi, sebeplilik vb. metafizik konularla iman ve akîdenin anlamı, ahlâk konuları ve çeşitli dinî bahisler hakkında kapsamlı ve sistematik bir düşünce ortaya koyar. Bu düşünceyi kabul edenlere vahdet-i vücûd ehli, vücûdiyye denir. ²(Jean-Paul Sartre, Bulantı, Can Yayınları, s. 151) ³(s. 97) ⁴(s. 71) ⁵(Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yayınları, s. 112 ) ⁶(Lermontov, Hançer, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 114) ⁷(s. 86) ⁸(s. 110) ⁹(William Shakespeare, Kral VI. Henry - 2, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 85) ¹⁰(Lev Tolstoy, Savaş ve Barış, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 475, I. cilt) ¹¹(s. 111) ¹²(Victor Hugo, Sefiller, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, I. Cilt, s. 610) ¹³(Dostoyevski, Ezilenler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 285)
A’mâk-ı Hayal
A’mâk-ı HayalFilibeli Ahmed Hilmi · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202116,7bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
6,3bin görüntüleme
Esra...⚘⸙ okurunun profil resmi
Bu platformda okuduğum en yetkin, anlaşılır ve dolu incelemelerden biriydi. Kitap üzerine yazılmış bir makaleyi okur gibi hissettim. Kaleminize ve yazdığınız incelemeye gösterdiğiniz özene sağlık.
Fëanor okurunun profil resmi
Elimden geleni yapıyorum, faydam dokunduysa ne mutlu bana, teşekkür ederim!
Yasemin okurunun profil resmi
Filibeli Ahmet Hilmi, edebiyat tarihçileri arasında Tanzimat yazarı olarak sayılmaz. Zaten ne kadar farklı yazdığını sen de söylemişsin. Yine de yazdığı dönem itibarıyla bu aralığa düştüğünden biz öyle saydık. Okuduğumuz yazarlar arasında yeri benim için çok ayrı olacak. Kalemiyle gönlüme ışık saçtı adeta, ruhu şad olsun. Ya o dönemde "Allah'ı İnkar Mümkün Mü" diye bir kitap yazmış. Allah ve inkar kelimelerini yan yana görüp içine bakmadan o kitabı yakacak, senin elinde görse seni kafirlikle suçlayacak insanlar var bugün. Zerdüştlük, Budizm, Hinduizm, Doğu ve Batı felsefesini harmanlayabilecek kadar esnek ve geniş bir bakış açısı var. Dini konulara "cehennemde yanacaksınız" yerine böyle tasavvufi açıdan yaklaşılması eminim daha çok insana dini sevdirir, insanlara daha fazla huzur ve tatmin verirdi. İncelemen için teşekkürler. Pek çok alıntıyla da zenginleştirmişsin. "Ruh"u anlamak, tam senin konun zaten. Kalemine sağlık...
Fëanor okurunun profil resmi
Tanzimat yazarı sayılmaz, dediğin gibi ama ben bir ''Tanzimat Dönemi yazarı'' olarak ele almak istedim; karşılaştırma yapmak böyle daha kolay oldu. Yoksa diğer Tanzimat Dönemi yazarlarından ve genel olarak tüm yazarlardan ayrılıyor Filibeli Ahmet Hilmi. Bir sınıflandırmaya ihtiyacı vardı şüphesiz. O dönemde bu kadar cesur ve nitelikli bir eser yazdığı için minnettar olmalıyız, incelememde de belirttiğim gibi. Senin de belirttiğin gibi tekfir bu dönemde o kadar çok artmış ki... O dönemde de vardı aynı şekilde. İnsanlar herkesi kâfir ilan ediyor maalesef, oldukça üzücü bir durum. ''Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'Sen mümin değilsin' demeyin,'' diyor Allah (Nisâ, 94). Hoşgörü ve bu konu hakkında bilinç olmalı insanlar arasında. Filibeli Ahmet Hilmi gibi Avesta'nın da bir kutsal kitap olduğunu belirtmeli. Aynı şekilde İncil, Tevrat, Zebur ve Kur'an'ın da. Hiçbir şeyi, özellikle hiçbir dini ve herhangi bir dine mensup bireyi ötekileştirmemeli insan, bu açıdan çok dikkatli olmalı. Filibeli Ahmet Hilmi'nin bu ''hoşgörü politikası''nı bayağı sevdim. Sevmediğim tek şey ise bu ''tasavvuf güzellemesi'' oldu. Vahdet-i Vücûd'un ve diğer tasavvufi ögelerin İslam'ın tevhid inancına aykırı nitelikler taşıdığını düşünüyorum. Tabii bu kitabı ve Filibeli Ahmet Hilmi'nin vermek istediği mesajı düşünürsek, göz ardı edilebilir bir şey bu. Dediğin gibi bu ''ruh'' konusu beni kitaba daha da çok çekti. Gerçekten çok özel bir kitap. Değerli yorumun için teşekkür ederim.
Merve okurunun profil resmi
O kadar güzel anlatmışsınız ki.. Teşekkürler. :)
Fëanor okurunun profil resmi
Zaman ayırdığınız için ben teşekkür ederim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.