Gönderi

Şah İsmail ve Yavuz Selim
İkisinin de deha çapında üstün yeteneklere sahip, atılgan, enerjik, sert, hatta bazen gaddarlık derecesinde sert liderler olduğu muhakkaktır. Farsça şiirler yazan Yavuz’un Türkçe tek dörtlüğü olduğu halde, Safevi hükümdarı Şah İsmail’in “Hatai” mahlasıyla Türkçe bir divanı vardır. İkisi arasındaki kanlı kavga iki ayrı “millet”in kavgası değildir; çünkü o çağda dünyanın hiçbir yerinde bugünkü anlamda “millet” bilinci ve realitesi yoktu. O yüzden ne şahtan kaçıp Osmanlı’yı destekleyenler İran’ın “hain”leridir, ne de Osmanlı’ya isyan edip şaha destek verenler “hain”dir. Tarihin o dönemi bizde de Avrupa’da da siyasi aidiyetlerin “millet”, hatta “ülke” kavramlarına göre değil, mezhep, aşiret, feodalite ve hanedan kavramlarına göre oluştuğu devirlerdir. Her tarihi olaya kendi devrinin şartları açısından bakmak gerekir. O zamanlarda Anadolu’daki göçebe veya yarı göçebe Türkmen hayat tarzı (Sünni olsa bile) serbest, başına buyruk, merkezi otoriteden hoşlanmayan, gerektiğinde “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyen bir hayat tarzıdır. Dini inanışları da (Sünni olsalar bile) “akaid”, “kelam” ve “fıkh”ın ince kurallarına göre değil, içten gelen pek yoğun duygulara, mistik (sufi) coşkulara eğilimlidir. Bunun büyük bir kültürel zenginlik kaynağı olduğu da muhakkaktır. Devlet ve kentler ise, kayıt ve kuralların, hiyerarşinin, “teşkilat ve teşrifat”ın, vergi ve maliyenin ifadesidir. Şah İsmail ve Yavuz bu iki farklı toplumsal yapının temsilcileri gibi çarpışmışlardır. Yavuz Selim artık ordu ve bürokrasisiyle “devletleşmiş” bir yapının “sultan”ındır. Şah İsmail ise Oğuz-Türkmen aşiret geleneklerine dayanan bir sufi-tarikat reisliğinden İran tahtının hükümdarlığına tırmanmıştır, hem ruhani-mistik, hem de siyadi bir liderdir...
Sayfa 50
·
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.