Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

John Locke'de Tanrı Anlayışı ve Vahiy Çelişkisi Tanrıdan ilham alan bir kimse vahiyle diğer insanlara, onlarin daha önceden dış-duyum ya da iç-duyumdan edinmediği hiçbir basit idea iletemez. Zira, eğer bu kimsenin Tanrıdan direkt olarak aldığı vahiy birtakım yeni basit ideaları içeriyorsa, bu idealar başka bir insana kelimelerle veya başka işaretlerle anlatılamaz. Çünkü kelimeler bizim üzerimizdeki etkileriyle, sadece onların tabii anlamlarına karşılık olan ideaları uyandırırlar. Kelimelerin zihinlerimizde her zaman aynı ideaları uyandırıyor olması, onların her zaman aynı anlamlar için kullanılıyor olmasının sayesindedir. John Locke Locke'un, vahyin bildirdiği hükümlerin taşıdığı bilgi değeri konusundaki ikinci tutumu birincisinden oldukça farklıdır. İkinci tutu munda Locke, vahyin bildirdiği hükümlerin yalnızca olası değil, aynı zamanda kesin olduklarını da kabul etmektedir.Onun bu doğrul tudaki ifadeleri oldukça açıktır: Bana göre şehadetin Tanrıdan olduğu bilindiği zaman bu şehadet üzerine kesinlik sahibi olmak mümkündür. Çünkü böyle bir durumda söz konusu şehadet beni sadece inandırmakla kalmaz, eğer onu doğru anlayabilirsem, gerçeğin öyle olduğunu bilmemi de sağlayabilir ve ben de kesinliğe ulaşırım. Zira, bana bir hükmün gerçek olduğunu, herhangi bir kanıtlama yolu kadar Tanrının dürüstlüğü (veracity) de bildirebilir. Bu nedenle, böyle bir durumda ben sadece inanmakla kalmam, söz konusu hükmün gerçek olduğunu bilir ve onun hakkında bir kesinliğe ulaşırım. Yine bu ifadelerin benzerini Essay'de bulmaktayız, ki bu ifadelerde Locke Tanrıdan gelen vahyin gerçekliğinden şüphe etmeyi, en kesin bilgi olan kendi varlığımızla ilgili sezgisel bilgiden şüphe etmekle bir saymaktadır: Buraya kadar zikredilenlerin dışında bir başka yargı türü daha vardır ki, bu tür yargılarda bildirilen şey, insanların genel tecrübeleri ve varlıkların tabii akışıyla ister uyuşsun ister uyuşmasın, sadece bir şehadete dayanmış olmakla kabullerimizin en üst derecesini oluşturur. Bunun sebebi, söz konusu şehadetin aldanması ve aldatması mümkün olmayan bir varlığa, Tanrıya ait olmasıdır... Bu şehadet özel bir şekilde vahiy, ona olan kabulümüz de iman olarak adlandırılır. Iman zihinlerimize mutlak olarak etki eder ve aynen bilgi gibi bütün şüpheleri dışarıda bırakır. Biz Tanrıdan gelen herhangi bir vahyin gerçek olduğundan (to be true) şüphe ettiğimiz takdirde kendi varlığımızdan da pekâlâ şüphe edebiliriz. Bir Hristiyan olarak Hristiyan vahyi karşısındaki tavrına kısaca temas etmek faydalı olacaktır. Tereddütsüz olarak söylenebilir ki, Hristiyan Kutsal Kitab'ı karşısında Locke tavizsiz bir Hristiyandır. O, insanın kendisine vahiy olarak sunulan hükümleri aklın ulaştığı kesin hakikatlerle test etmesi gerektiğini söylemesine rağmen İncil'deki herhangi bir hükmü böyle bir teste tâbi tutmamaktadır. Öyle görünüyor ki, filozof Locke'u bir yana bırakıp Hristiyan Locke'a baktığımızda, vahye aykırı fikir ve kanaatlere sahip olmak, akla aykırı olan vahye inanmaktan daha fazla sakınılması gereken bir durumdur: "Kutsal Kitap benim kabullerime yön veren sürekli bir rehberdir ve daima öyle kalacaktır... Eğer bana herhangi bir kanaatimin Kutsal Kitab'a aykırı olduğu gösterilirse, bu kanaatimi hemen kınar ve terkederim."Locke'a göre İncil'deki bütün vahiy Tanrının iradesinin bir beyanıdır, her şartta bu beyanın doğru ve gerçek olarak kabul edilmesi gerekir;imanın kemâle ermesi için her Hristiyan İncil'deki vahyin tamamına inanmak zorundadır.
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.