Gönderi

Ne has
Islanmasın diye içeri alınan ayakkabılarını giyip çıktı dışarı. Elleri cebinde, kulağında eski bir ezgi, bi çare yüzünde cerrahi maske, dilinde "interstaller" replikleri... "gitme murphy, gitme" diyordu nereye gittigini bilmeden. Paslanmış ve her dürüldüğünde ağlayarak kapanan kepenk sesleri arasında yürüyordu. Sokağın sonunda ekmek kokusu aldı, annesi değildi bu sefer. Maske ardından derin bir nefes cekip devam etti belirsizliğe. Yokuş yukarı çıkarken hasbelkader en sevdiği şarkı çaldı, gözleri aşka gülen diyordu. "Aa onun gözleri hep güleç ki zaten" deyip yürüdü. Sağlı sollu gelen rüzgar yüzüne vurarak ona uçurtma havası vermisti. Göğe çıkıp bulutları delecekti ama o bulutseverdi göğü delemezdi. Hiç olmadığı kadar özgürdü rüzgar sömürgesinde. Yol boyunca bir çok servis korna çaldı ona fakat hiç dönmedi, yürüyecekti. Peki nereye? Elinde garip ve bir o kadar da zorlu kitabı vardı. Kitap okumak hiçbir seyi çözmüyordu bazı temmuz sabahında. Yolları aștıkça yoruldu, yoruldukca maskesi düştü. Mesafeyi koruyordu kendisiyle... yol üstü çiçekçiye uğradı, hafif açmış bir papatya aldı. Sapını kitap arasına koyup yoluna devam etti. Kulağındaki o ezgi hiç bitmedi, bitebilirdi de. Çünkü kendisinden başka bir sey düşünmüyordu, duymuyordu. Yolun sonunda eski ama hâlâ kullanılan yarı kırık otobus bankında oturdu. Kulaklığı çıkarıp cebine koydu, maskesini yukarı cekti. Kendisini dinlemeye devam ediyordu, ezgisiz. Miyopermik gözleriyle uzakları seçmeye çalıştı, onu görmek için gözlük bile takabilirdi. Zaman geçip adımlar arttıkça düşüncesindeki kişiyi de gördü yakınsayarak. Ayağa kalktı maskesini çekti tişörtünü düzeltip ona doğru yürüdü. Hiçbir sey onu bu kadar güzel heyecanlandirmamisti uzun zamandır. Gözleri güleç gelmisti, gözleri turuncu bulut. Tek başladığı yürüyüşe iki kisi devam etti çiseleyen yağmur altında. Newton zamanın mutlaklıĝını savunurken einstein aksini teorilemisti. Ne kadar da haklıymış diye düşündü. Hiç sevmediği derste kahverengi masalardaki bir saat ve onunla geçecek bir saat eşit olabilir miydi paralel zamanda. Tüm kuramları tek tarafa bırakıp ona bakıyordu. Saçları dağ etekleri gibi savrulmuştu rüzgardan, tarak olabilirdim. Yüzü ıslanıp üşümüştü, havlu olabilirdim. Elleri soğuk ve kırgındı, cep olabilirdim. Ben ona bir cok sey olabilirdim, olurdum. Ücretsiz içilen çay aralarında konuşulan edebi metinler arasında ona bakıyordu mahalle katkısıyla. Her an ne kadar güzel olabilirse o kadar şahaneydi. Islanmasın diye tişörtüyle koruduğu kitabı çıkardı, papatyayı da. Papatyayı yeni sahibine verdi, kitabı da. Kitabında kapağında koca bir adam pos bıyıklı, "böyle buyurdu berdüşt" diyordu. Böylesi mi buyurmustu berdüst, ne has. Altı çizili yarı felsefik yarı anlamsız cümleleri okudu ona günün sonunda. Yağmur durdu, rüzgar sustu, çaylar bitti, kitap okundu, şah mat edildi.. dışarı çıktılar tüm kaldırımlara rağmen, yürüdüler aynı rotaların sonuna kadar. Yolun sonunda sola döndü o sağa, güleç gözleri güleçti. Kulaklığını takıp maskesini çıkardı cebinden. Böyle buyurmuştu zerdüşt, ne has
·
99 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.