Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

450 syf.
·
Puan vermedi
Mert Ona Denmiştir
Besmele-Hamdele-Salvele.. Merhum Şeyh Galib Hazretlerini Rahmetle yâd edelim. Hamd ile salvele getirip evvala; Hazretin ruhuna bir Fatiha armağan edelim. *** Ey şair! Şimdi çağın icbarına ses ver.. Komşun duvarında istinad olmuş gibi komşundur şu hayat. Hapsetsen kendini söyle ne çıkar? Bir bardak yetişir de sana ihtarını infaz eder; "daya beni o muhkem duvara, bak bakalım hayat ne söyler?" Bir hülya aroması sanmışsa şiiri, kağıt yangını elbet munis gelir orman yangınından. Ama bir ağacı yakan şey, bir kağıt parçasıdır. Hazin bu ya, sonra yakan bir ağacı, yanı başındaki ağaçtır. Öyleyse çaputlara yazılmış bu hakikati imha yollarının en sefinesine hasr'et. Gürce dür, hürce yutuver. Telaşa mahal bırakma o dem; bu satırlar önce Allah'ta, sonra hıfzında emanet. Ey şair! Bir kez daha çağın icbarına ses ver.. Şımartılmak istiyorsan, hınca hınç doldur fiyakayla mısraları. Bu gibi anlaşılmaz yaz. Ama seni mutmain etmez bu övgüler. En iyi ihtimalle sana "Cahit Zarifoğlu kadar kapalı yazıyor" diyecekler. Bu memnun edecekse seni, terk et menzilini de şanın yürüsün. Çünkü sen şair, mukayese indinde yalın kaldıkça büyürsün. Derdine konçerto eşlik etsin de evvela basmalı fistanlar adı konmamış çiçeklerin baskısıyla giydirilsin. Fiyakalı bir dert olmadıkça derdin, vah ki şiir cambazı.. sen ne söyleyebilirsin? Ama olmaz böylesi. Haydi gel, çağın icbarına ses ver. Şahidim, sana mühimmat kadar hayati şeyler söyleyecek. "Sana olan aşkım, kavgam kadar büyüktür" demedikçe bir şiir, sakıttır artık. Çünkü kozmetik sektörüyle yarışandır göle atılmış bir pirana. Fakat bu anlamsız yarışa girişmekten imtina eden taraf pirana olacaktır. Nitekim kozmetik, Kanunî devriyle kıyasa muktedir olacak kadar kudrete haizdir. Heyhat! Şiir bile kozmetiğin midesindedir. "Sana olan aşkım, gratis indirimleri kadar nefes kesicidir" demenin bir başka adıdır melankoli. Ve kavga denince akla ilk önce; rafta kalan son Maybelline marka fondöten gelir. Bilmem ne yapsak? Bir derdin olmalı. Şahsından ötelere açılan bir derdin olmalı. Bir derdin olmalı ve hesap görücülüğe selef kılmalı. Mühim şeyin üç kerre tekrarı bir sünnettir örneğin. Mükerrer punto çarpı iki; Bir derdin olmalı Bir derdin olmalı Bir derdin olmalı. Dert denince Müslüm Gürses şarkıları geliyorsa akla, yazık sana ey şair! Efsus ki koltuğunda ihanet. Ki bu koltukta liyakatsizlik ancak ihanetle izaha kabil. Dert, gocunmaktır. Mide bulantısı geçirmektir çokça. Sözgelimi Mehmet Akif bir şairdir. Onun devrinde kendiyle beraber Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han'dan nefret eden bir çok zevat vardır. Ancak Sultan'ı görünce duyduğu tiksintiden midesi bulanıp kusan yalnızca Mehmet Akif'tir. Çünkü şairin şanına giden yol midesinden geçer. Ey şair! Çağın icbarına kulak ver.. Tiksin diyor sana, tiksin! Senin harcın değil tebliğ. Ki düşürülmüştün meşveret meclisinden. Öyleyse senin harcın tebliğ değil tekliftir, ifşa etmektir, ihbar ve ihtar etmektir. *** Şair yanıyla muhabir ve muhbirdir. Haber ondadır, ihtar ondadır. Kıymetli şeyleri, kıymetli kumaşlarla süsleyip arz eder. Fakat bir mesuliyeti vardır şairin; bunları yaparken sanattan taviz vermemek! Divan şiiri, şiir sahasındaki en müstesna, en güzide ve en müzeyyen ögedir. Mademki sanatın enli mikyasında şiir en kadim olandır; öyleyse sanatın sultanı da divandır. Joseph Haydn gibi Mozart gibi Beethoven gibi, Hayalî'nin de Nabî'nin de Yahya Efendi'nin de senfonileri vardır. Michelangelo gibi Spenser Moore gibi Giacometti gibi, Bâki'nin de Fuzulî'nin de Naili'nin de abideleri vardır. Picasso gibi Leanordo gibi Van Gogh gibi Zâri'nin de Hayrî'nin de Cevrî'nin de portreleri vardır. Mimar Sinan gibi Christopher Wren gibi Balyan gibi, Şeyh Galib'in de Mevlana'nın da Aşık Paşa'nın da kilit taşlı yapıtları vardır. İşte bu yanıyla bir ummandır divan şiiri ve divan şairleri. Sanatlı söyleyişin kehkeşanıdır. Fakat "şiiri kafiyeye kurban etmek" tabiri, şiirde en çok duyduğumuz tabirdir artık. "Vezin tutsa babamı bile hicvederim" diyen Nefi gibi "Kafiye tutsa, mesnevi bile yazarım" diyen şairler görüyoruz. Naçizane görüş ve kanaatim, bugün divan edebiyatından alınası yegâne şeyin, şiirdeki musîki olduğudur. Şiiri anlamsız bir yoğunlukla boğmak, anlamsız bir rekabete tutuşmak elbette beyhudedir. Birçok divan rekabet neticesinde doğmuştur. Fakat artık Türk şiirinin ihtilafa değil, ittifaka ihtiyacı var. Bu zemine gelmek için son bir ihtilaf, son bir kavga gerek. Zira barışı temin etmek isteyen, savaşı göze almalıdır ve savaştan galip çıkmalıdır. İşte bugün, buna muvaffak olmuş bir şairden konuşacağız.. O şair, mahlasıyla müsemma olan şairimizdir... Şeyh Galib'tir. *** (1757-1799) "1171’de (1757) İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi yakınlarındaki bir evde dünyaya geldi. Doğumuna “eser-i aşk” ve “cezbetu’llah” terkipleri tarih düşürülmüş, kendisine mevlevîhânenin şeyhi Kûçek Mehmed Dede ile halefi Seyyid Ebûbekir Dede’nin tavsiyesiyle Mehmed Esad adı konulmuştur. Dedesi Mevlevî olduğu gibi babası Mustafa Reşid Efendi de Peçuylu Ârif Ahmed Dede’den inâbe almıştır. Annesi Emine Hatun’dur." (TDV İslam Ansiklopedisi) Divan geleneğinde mahlas, çoğu kez şairlerin tasarrufu değil hocasının veya şeyhinin ihsanıdır. Şeyh Galib'in hocası da bu geleneğin icabı ile Şeyh Galib'e "Esat" mahlasını münasip görmüştür. Fakat Şeyh Galip usûl bilir şanı ile bu mahlası kabul edip, kadirşinas itaatsizliğiyle de "Galib" mahrecini "Esat" mahlasına katık etmiştir. Zira Şeyh Galib'in yüksek irfanı, yüksek irtifayı çoktan ihata etmiştir. Onun iddialı bir söyleyişi ve kat'i bir düsturu vardı. O düstur; divan edebiyatının tıkanık mazmunlarını açmak, abese kaçan rumuzlarını tazelemek ve şiire yeni bir soluk getirmekti. Kısaca Şeyh Galib, koca bir divan geleneğine galebe çalmak istiyordu. Ve niyetini henüz şairliğinin fecrinde aşikar etmek için kendi mahlasını kendi tayin ediyor ve "mahlasım Galib'tir" diyordu. Maksuduna istinaden, edebiyatta mevcut olan Hikemi tarz ve Türk-i Basit akımlarına tâbi olmaksızın, Sebk-i Hindi ekolünü benimsemiş ve bu ekolün öncü ismi olmuştur. Burada bir parantez açmamız gerekmektedir. Zira Şeyh Galib'in Türk-i Basit ve Hikemi tarz gibi akımlara rağmen niçin sebk-i hindi'yi seçtiği, muteyakkız zihinlerin kıymet merakıdır. Sebk-i hindi, aruz kalıplarına çeşitli kelime oyunları vasıtasıyla muhteşem kolaylıklar getirmektedir. İhlal etmeden imâ edebilmek, imâ ederek de ihlal edebilmek Şeyh Galib gibi erbab-ı nev rah'ın birincil mühimmatıdır. Çünkü bu ihlal ediş; inşa etmek için imha edilmesi gereken zeminin rapor tertibatıdır. Şeyh Galib rüştünü Hüsn ü Aşk ile ispat etmiştir. Mezkûr esere yaptığımız incelemede ( #103849183 ) zikrettiğimiz için Hazret'in şiirde "şeklen" yaptığı devasa devrim üzerinde pek durmayacağız. "Merd ana denür ki aça nev rah" *** 32 Kaside, 73 Târih, 13 Terc-i Bend, 8 Müseddes, 18 Tahmis, 3 Muhammes, 11 Şarkı, 10 Mesnevi, 1 Bahr-ı Tavil, 137 Gazel, 3 Lügaz, 43 Kıta, 64 Rubai, 74 Müfret Beyit, 3 Muzariat Beyit'ten teşekkül eden Şeyh Galib divanı, Türk edebiyatının en kritik eseridir. Ne çeşit meddahlık kisvesi giysek, bu eserin önemini tekellüme aciz kalırız. Hâlbuki bir yanıyla bu eser, edebiyatımızın hicap noktadır. Çünkü kıymeti hiçbir zaman bilinmemiştir. Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk ile beraber divan şiirini bambaşka bir boyuta çıkarmış ve tüm adetleri lağv etmiştir. Bu cihetle Hüsn ü Aşk, şairimizin birinci kanadı olacaktır. Mezkûr eserin mahiyeti, divan şiirlerindeki mazmun akışının tıkanıklığını gidermiş olmasıdır. Çünkü o yıllarda kadim divan nehrine derbentler çekilmiş ve o ferha nehir suları göle inkılap edip, kokmaya yüz tutmuştur. Merhumun ikinci kanadı ise işbu eserdir. Hüsn ü Aşk ile o köhne derbenti yıkan Şeyh Galib, yazdığı divan ile de kokuşan suları arıtacaktır. Şeyh Galib'in en çarpıcı müdahalesi aşk üzerine olacaktır. Herkes aşığın kahroluşunu, mahvoluşunu ve dahi viran oluşunu görmek ister. Zira aşk bahsinde kim daha çok perişan olmuşsa, âşıkların şahı odur. Başta divan şairleri olmak üzere, şiirimizin ve bütün bir dünya antolojisinin en muayyen kanaatidir bu. Çünkü Aşk, Mem'in Zin kahrıyla ölüme yürüyüşü, Kamber'in Arzu uğruna kavminden geçişi, Romeo'nun Juliet için zehri şerbet bilişi, Ferhat'ın Şirin muradıyla dağlar delişi, Tahir'in Zühre aşkından ayıp taşlarıyla recm edilişi, bülbülün gül dikeniyle kanat yitirişi, dervişin şeyh muhabbetiyle yamalı abasını canıyla birlikte ateşe verişi, Yunus'un Tabduk Emre eşiğinde kanı giryan, giryanı kan edişi, aşkı gagasında taşıyan güvercinlerin akçıl gerdanlarına, yakut rengi gerdanlıkları urgan eyleyip boynunlarına geçirişi ve daha nicesidir, nicesi gibidir. Çünkü hepsi kahır içre aşkı ikrar etmiştir. "Nev’iyâ dem-sâz-ı ışk oldun gibi Haylî sûz ile sürûdün var senün" (Nev'î) "Hâne-i dilde çü berk urdı yine envâr-ı ışk Şems-i enver tâli’ oldukça olur tekrâr-ı ışk" (Atayî) "Gamdan aglar âh ider sanman beni olmuş durur Dem-be-dem rûd-ı sürûdum âh ü vâveylâ-yı ışk" (Hayretî) Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü üzere, aşk her zaman yakıcı, aşık ise her zaman bu aşk ile helak olucu konumdadır. Öyle ki şairler el ele verip adeta bir içtihatta bulunmuş ve aşığa gülmenin haram olduğu noktasında ittifak etmiştir. Fakat Şeyh Galip daha önce hiç duyulmamış bir şey söylemiş ve şu beyitleri yazmıştır; "Özrü nedir Azra’ nın Vâmık mı değilsin yâ Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin yâ Âşıkda keder neyler gam halk-ı cihânındır Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır" Şeyh Galip yalnızca kavramlar üzerinde değil, gelenekler üzerinde de müşahhas değişiklikler yapmıştır. Bunlardan biri de divan edebiyatındaki "maşuku yerme" türüdür. Evet, divan edebiyatında böyle bir akım vardır. Çok aramama rağmen ismini bulamadığım bu akım, Şeyh Galib'in de birkaç şiiriyle dahil olduğu akımdır. Lakin Merhum hiçbir zaman maşuku yermeyi doğru bulmamış ve mezkûr akımda da bir devrim yapmıştır: "Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hoş tut O murg-i başka bir sayyâd tutdu hâtırın hoş  tut Seninle ey sitem-hû germ-i ülfet olmayız artık Soğuk sözler beni candan sogutdu hâtırın hoş tut Gözümden çıkdı hûnâb-ı şirişk akıtdığım demler Hevâ-yı tünd-i gam kanım kurutdu hâtırın hoş tut Anıp ey şîr-i mestim gül hemân hâl-i dil-i zâra Şeker-handın çün ol çok zehr yutdu hâtırın hoş tut Perîşân etme zülfün senden özge bir siyeh îmân Uyardı çeşmimi bahtım uyutdu hâtırın hoş tut Bulup âyînesin tûtî-i tab-i Gâlibin söyler Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırîn hoş tut" Yergi varsa suç da vardır. Suç var ise müeyyide şarttır. İşte bu kaide mucibince, Şeyh Galib maşuku yermek, kem söz etmek yerine yalnızca Allahasmarladık der ve yergi kavramını siteme kalbeder. Şeyh Galib'e göre maşuk her zaman günahsız olandır. Hakeza Hüsn ü Aşk'ta da maşukun hocası "İsmet"tir. Öyleyse maşukun hocasını dinlemediği her fiilde, zelle failidir. Şeyh Galib hemen hemen divan şiirinin her unsurunda rakiplerine meydan okumuştur. Öyle ki en zor türlerden biri olan ve divan edebiyatında çok ama çok az rastlanan "bahr-ı tavil"le dahi yazmıştır. Üstelik zor olması hasebiyle bu kadar endemik bir tür olan bahr-ı taville toplamda 4 mısra birden yazmıştır. Fe’ilatün, mefa’ilün, müstef’ilün gibi cüzlerin arka arkaya sıralanarak yazılan bahr-ı tavile Şeyh Galib'in "bir mısralık" örneği şudur; BAHR-I TAVÎL MISRÂ-I EVVEL (Birinci Mısra) "Ey gülistân-ı letâfetle hezâr işve vü nâz ile yetişmiş gül-i ra’ nâ sana gûyâ ki edip müşk-i-sahâb ü mey-i Gülgün ü gülâbı dahı bârân edip enfâs-ı Mesîhayı nesîm eyleyip envâ-ı nezâketle tarâvatle verip perveriş etmişler o rûhsâreyi yüz reng-i bahâran ile bin gonce-i handanı mukattâr kılup el-hak bir aceb sûrete koymuş seni nakkâş-ı ezel kim ne gelir misli ne gelmek mutasavver görünür böyle bahâ bu hüsn ile yaraşmaz sana ki âşık-ı şûrîde-i bî-tâbını mahzûn edesin nâle ile ciğer-hûn edesin yâ bu mıdır kâide-i şehr-i mahâbbet bu mıdır târz-ı meveddet tutalım böyle imiş farz mı ol kaideyi eylemek icrâ ne olurmış bir iki gün dahı terk eyleyip ol resm-i cefâyı donadıp bezm-i safâyı oturup meclise begler gibi sen nûş-ı şarâb eylesen uşşâk-terâne ile dil ü sînesini nây ü rebâb eylese kimmenede hâşâ" Bu muazzam türe neden bu kadar az rastlanıldığı öyle sanıyorum ki artık herkesin malumudur. Şeyh Galib'in şarkıları ayrı bir hüviyete sahiptir. Yalın bir söyleyişi vardır ki; usandırmayan itirafların ağdasız tekellümüdür; "Ey nihâl-i işve bir nevres fidânımsın benim Gördüğüm günden beri hâtır-nişânımsın benim Ben ne hâcet kim diyem rûh-ı revânımsın benim Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Derd-i aşkın ben senin bîhûde izhâr eylemem Lâf edip âh u enini kendime kâr eylemem Hâsılı âlem bilir bu sırrı inkâr eylemem Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Ey gül-i bâğ-ı vefâ malûmun olsun bu senin Hâr-ı cevr-i ile sakın terk eylemem pîrâmenin Ölme var ayrılma yokdur öyle tutdum dâmenin Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Gâhî ikrâr eyleyip gâhî dönüp inkârdan Aksini seyreylerim âyînede dîvârdan Gerçi bu sûretle pinhân eylerim ağyârdan Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim Beste kıldım sâz-ı efkârı o zülf-i sünbüle Oldu Gâlib perde-i âhım muhayyer sünbüle Her çi bâd-â-bâd bâğlandım hevâ-yı kâküle Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim" ( soundcloud.app.goo.gl/hSxxd ) Şeyh Galib'in en meşhur şiiri olan Terc-i Bend-i Diger şiiri de tüm heybetiyle bugün dahi insana haddini bildirmektedir; "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen" Hem şair, şu bercesteden gayrı ne desindi? "Âh minel-aşk ve hâlâtihî  Ahraka kalbî bi-harârâtihî" *** Şeyh Galib.. Şiirin burcu olup giderken, haklı bir teyakkuz ile şu yakaza mısraını ardı sıra baktı; "İn dem ki zi şairi eser nist Sultan-ı sühan menem diger nist" (Bu devirde şairlikten eser yok, sözün sultanı benim diğerleri yok) Şairin şuuru, yapacağı ve yaptığı şeyden haberdar olmaklığıdır çoğu kez. Kendinden geçip cezbeye gelen şairlerle O'nu ayıran şey, belki de bu teyakkuzdu. Şiire bir hevesle değil bir hedefle girmişti. "Mer ana dinür ki aça nev rah" ahdiyle menzilini tayin etmiş ve maksuna ermişti. Şeyh Galib.. Şiir tedavülümün intisap noktasıdır. Alem-i şiirde önünde diz çöküp kendime şeyh saydığımdır. Onunla kurduğum rabıta, şiirdeki irtibatımı alazlandırıp menzilimi tayin ediyor ve beni bir öncüye arkçı olma masuliyetine mecbur kılıyor. Rıza makamında payidar olsun. *** Sözü böylece tamam edelim, Son bir tahammül ile bu miskine kulak verelim.. Görelim ki ne söyler? Belki de sehven-i kelâm etmiştir, Affınıza iltica eder.. Şeyh Galib hayli olmuştur Dar-ı bekaya irtihal edeli O varmıştır maksuduna Biz kalmışız bir geri.. Varacağız elbet mukadder bu Âmin diyelim, bulalım huzuru.. Hak Teâlâ bunları okuyanlara Versin hayırlı bir nihayet, Âmin diyelim, Yazan bulsun hidâyet.. Okuyalım Şeyh Galib Hazreti'nin Ruhaniyetine bir Fatiha, Ama evvel olsun Habib Zişan'a salat selâm.. El-Fatiha.. Measselam..
Şeyh Galib Divanı
Şeyh Galib DivanıŞeyh Galip · Akçağ Yayınları · 061 okunma
··
4.869 görüntüleme
feyza okurunun profil resmi
Çok uzun olmasından dolayı kısım kısım okudum lakin okuduğum kadarıyla güzel bir yazıydı. (Maalesef ekrandan uzun yazı okuyamama gibi bir problemim var.) Şeyh Galip Dedeye rahmet olsun, makamı âli olsun. Elinize gönlünüze sağlık.
Oğuzhan Âsım Güneş okurunun profil resmi
Âmin hocam. Eyvallah..
Şefik okurunun profil resmi
Şu yaptığınız incelemeleri kısa tutun oğlum daha anlaşılır olsun
Şefik okurunun profil resmi
Kötü değil yanlış anlama ama kısa olsa daha güzel olur kısa ve öz
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.