Mısır'ın 2950 yılında birleşmesi, dünyanın ilk ulus devletini yarattı. Bugün, bu biçimdeki bir siyasal ve toplumsal oluşum
hem doğal hem de kaçınılmazmış gibi görünmektedir: milliyetimiz zenginliğimizi ya da yoksulluğumuzu, haklarımızı
ve görevlerimizi, özgürlüklerimizi ya da onlardan yoksun olmamızı büyük ölçüde belirlemektedir. Antarktika dışında ge-
zegenimizin bütün yüzeyi sayısı iki yüzü aşan ülkeye bölünmüş durumda. Ama bu hep böyle değildi. MÖ dördüncü bin-
yılın sonundan önce, böyle devletler yoktu. Kimlik ve bağlılık devlet yerine aileye, topluluğa ya da bölgeye dayanmaktaydı.
Ulus devlet kavramı -nüfusu ortak bir kimliğe sahip siyasal nitelikli geniş topraklar-eski Mısırlıların bir buluşuydu.
Narmer'den başlayarak Mısır kralları kendilerini yeni bir siyasal yapıyı yöneten hükümdarlar olarak buldular. Bu ya-
pinin sınırları hem yönetim aygıtı hem de ortak değerler tarafından çiziliyordu. Bu, daha önce benzeri hiç görülmemiş,
çok ama çok zor bir işti: farklı halklar arasında millet olma duygusunu güçlendirmek, bu duyguyu Birinci Çağlayan'dan Akdeniz sahillerine uzanan bir bölgeye yaymak. Kendine
özgü bir Mısırlılık duygusunun yaratılması, Mısır'ın ilk hükümdarlarının en büyük başarılarından biri olarak kabul
edilmektedir. Bu girişimin merkezinde büyük ölçüde kişisel çıkar yatmaktaydı. Kutsal kral öğretisi, firavun uygarlığını
tanımladı, piramitler gibi göze çarpan anıtları üretti ve günümüze ulaşan büyük mezarlara ve tapınaklara ilham verdi.