Gönderi

Muhammed Emin el-Hüseyni
Günümüz cahilleri her konuda olduğu gibi cihat konusunu da yanlış yorumladır. Cihat etmeyi öldürmekten ibaret olduğunu düşündüler. Oysaki Müslümanın cihadı evvela kendi nefsini terbiye etmekle başlar. Cihat yeri gelir silahla yeri gelir kalemle yapılır. Silah kelimesi bedeni, kalem kelimesi de ilmi temsil eder. Okuduğum kitapta Muhammed Emin el-Hüseyni adında bir şahsiyete denk geldim. Evvela kendisi cihat kelimesini tam manasıyla anlamış ve tabiri caiz ise cihat kelimesinin vücut bulmuş hali… Muhammed Emin el-Hüseyni 1.dünya savaşında Çanakkale'de savaşmış ve ardından Kudüs'e giderek Müslümanları bir araya toplayıp Yahudilere karşı Kudüs'ü korumaya çalışmıştır. Kudüs'ü korumak için gerçekleştirdiği faaliyetlerde silah yerine diplomasiyi kullanmıştır. Muhammed Emin el-Hüseyni'nin Kudüs deki faaliyetlerinden rahatsız olan Yahudiler İngiltere'nin desteği ile Muhammed Emin el-Hüseyni yakalama kararı çıkartmışlar. Muhammed Emin el-Hüseyni Kudüs'ten kaçarak Müslüman ülkelerine sığınma talebinde bulunmuş ama zamanın yönetimi izin vermemiş. Bunun üzerine Muhammed Emin el-Hüseyni Bulgaristan oradan da İtalya'ya geçmiştir. Almanya başkanı Hitlerin daveti üzerine görüşmeye gitmiş.( bu konuda atılan iftiralara değinmek bile istemiyorum) Oradaki görüşmede: Hitler ilk iki görüşmemizde, bana, İslam âlemi hakkında sualler sordu. Arapların İngiliz idaresinden ne gibi şikâyetleri vardır? İstekleri nedir? Araplar İngiliz sultasından kurtuldukları gün ne yapmak isterler? Alman hükümeti onlara ne gibi yardımı olabilir gibi şeyler soruyor, bende cevap veriyordum. Konuşmanın bir yerinde, Osmanlıların idaresi ile İngilizlerin farkı nedir? Diye sormuştu. Ben buna cevabım sırasında, Osmanlılardan bahsederken gözüm yaşarmış. Hitler derhal, Müftü efendi, ecdadınız Türk müydü? Diye sordu. Hitler bunu sorunca şunları söyledim. Hayır, efendim, ecdadım Türk değildir. Fakat ben bu milleti kendi ecdadımdan daha çok severim. Eğer Osmanlı olmasaydı, İngilizler ve diğerleri, beş yüz sene evvel âlem-i İslam'a hâkim olurdu. Osmanlı olmasaydı. Endülüs'ün başına gelen hazin akıbet bütün Arap ülkelerinin de başına gelirdi. Bu cihetten, dinimin, imanımın, namusumun, şerefim hamisi oldukları için Osmanlıları severim. Fakat biz ne yazık ki hayırsız evlat çıktık. Onlar hayırsız evladına bakan baba giydiler. Arap âleminden bir kuruş istifadeleri, faydaları yoktu. Bilhassa hicaz ülkesine, asırlar boyu hayrat götürdüler. Oraların geçimini temin ettiler. biz ne yazık ki o nimetin kadrini bilemedik, nankörlük ettik bu yüzdende Filistin, korkarım ki İngilizlerin eline geçecek… Bir başka hatıratında: Bir defasında devletlerarası kongrelerin birinde idik. Bir Cezayirli ve bir Tunusluyu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle latife ettim. 'yahu ben yanınızda Filistin müftüsüyüm; sizler iki Arap'sınız; toplantımız, Arap devletlerini görüşme toplantısı; âmâ sizler Fransızca konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş? Hocam mazur görün dediler. Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam lisanı konuşa biliyoruz. Fakat derin mevzuları ifadeye Arapçamız kâfi gelmiyor. Fransızca konuşmaya mecbur oluyoruz. Böyle yetişmişiz… Fransa sizin ülkenizde ne kadar kaldı? Yüz sene kadar… Peki, Osmanlı kaç sene kaldı? Dört yüz seneden fazla… Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi Türkçe bilirler miydi? Hayır… Onlar böyle cevap verince, bende artık fırsatı kaçırmadım. Yahu adamlar yüz senede size anadilinizi unutturmuş. Kendi lisanıyla konuşmaya mecbur hele getirmiş de, Osmanlı dört yüz senede sizi kendi dilini konuşmaya mecbur etmemiş. Üstelik kendi gençlerine Arapça öğretip sizin beldelerinize vali, kaymakam, kadı diye göndermiş. Bu devlet mi istilacı? Dedim. Muhammed Emin el-Hüseyni hakkında ne kadar anlatsak az kalacak. Mutlaka bir şeyleri unutmuş olacağız. Muhammed Emin el-Hüseyni'yi bilmek, bir asırlık Filistin sorununu anlayabilmek demektir. Siyonizm'in adım adım İsrail'i kurma aşamalarını kavrayabilmek demektir.
Sayfa 145
·
177 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.