Gönderi

Setubal Yalnızı/ Jan Ender Can Adım Setubal Yalnızı insanları onlara gönderilen kutsal kitapları ve kendi elleriyle yaptıkları yasaları reddedebilecek kadar yakından tanıdım belki senin yaşadığın şehirde yaşasaydım bir memur olurdum herhangi bir gün evlenir bambaşka bir gün ölürdüm belki bende kadın için para para için de kumar biriktirerek kendimi delirmekten korurdum o evlerde çoğunun hali vakti ve şerefsizliği yerindedir ama artık hiçbirinin bir diğerine mektup yazacak bir kalbi bile yok erkek olmaktan daha fazlasını olamayan erkeklerin dokunmasını beceremedikleri kadınlarından yükselen yanık kokusunun kapladığı senin şu lanet şehrinde benim ne işim var? gören görür ben gözlerimle uzayda bir yerlere kahkaha çiçekleri ekerim bir simsarın kanının yere döküldüğü an benim kahkahamın başladığı andır senin merhametin annesi olmayan bir annenin çocuğuna olan yakınlığı taşıdığı için bende haçsız ve hilalsiz geçerim içine doğru açılan aşkların önünden aşka inandım sana güvendim bir gece yarısı Cebelitarığ’ı geçtim ve kayboldum en çetin kıştan daha çetin üşüyorum Gurbettin sahibine zalim geldiği zamanlarda hangi yüklem hangi sıfata iyi gelir bilemem ama gitmeden önce bildiğim Kartal’da,bir kum iskelesinde bir kızı öptüm ard arda üç gün onu bekledim, gelmedi aralıksız otuz üç gün kendimi vurdum aklım başıma geldiğinde sustuklarıma dokunamamaktan ellerim kanıyordu sana karşı yaşlı bir adama bir akşamüstü sonsuza dek oturmaya gelmiş bir kalp krizi kadar samimiydim sana bunları kanı bozuk olan her şeyin izini süren kanı bozuk adamların gözleri önünde seni asla öldürmemek için yazmadım -ömrüm, orospu çocuklarının boynuna tasma takarak şehir şehir, patron patron ve pazar pazar dolaştırdığı bir şansızlıktı bir mazot kokusuydu bir çaresizlikti- dedim -fakirlerin gecesi çirkin olur kimseye minnettar değilim- demedim -çünkü dokunmak yıllar önce bozuldu -peki kadınlar ne zaman çekildiler aşklardan -makineler gelince -peki erkekler o makinelerle nereye gittiler -dünyayı çarmıha gerebilmek için birbirlerinin gözlerini oya oya cehennem toplamaya yüzyıl sonra çocukların gördüğümüz dünyayı görebilmesi için bütün şirketleri yakın! bu şirketler şeytanın! yoksa gelipte geçmeyen yazılıpta okunamayan bir sır kalır camdan kalbinin kanlı buğusunda aşk her şeyden eskidir ve taş yüreğin şimdiki zamana dönüşebilir eski bir şarkıyı kullanarak oturup, ölüp gitmişlerin sesini toplarsın sararıp kalmış fotoğraflardan birayı votkayla hayal kırıklıklarını umut cümleleriyle karıştırıp içersin, kar etmez kaybeden hiç kar edemez ya pezevenkler pezevengi Istanbul söylediklerimi anla yahudilerin bilmediği japonların elektronik devrelere dökmediği suyun yeryüzünde hiç uyumadığı şifayı kıran, gurbeti bölen ve bir kez yaşayanın bin kez ölebildiği bir acıydı bu olup bitenlerle ilgili uzun bir mektup yazabilirdim ama en kısa olanı da yazmayacağım ölümsüz olan asla kaydedilemeyendir beni saklama hatıraları yırta yırta yaşamaya alış yola çıktığım da gösteren ama asla göremeyen bir ayna olmaktan başka çarem yoktu hatırlamam gereken kadın unutmam gereken sevdanın içindeydi ve sonradan öğrendim ki çıplak ayakları bir daha dönmeyeceğimi anladığı ana kadar ağlamış Setubal’a yağmur yağmıştı dinamit yüklü bir fil gibi şarhoş duruyordum Isa’nın bir evinin önünde kapısı kapalıydı bende çalmadım Setubal’a anıra anıra ağlayan yağmurlar yağmıştı bilinmeyen, bilinenden intikam almaya gelmişti ve hiç Türkçe bilmiyordu bense nereden bulduysam sıcak buzla bileklerimi kestim.
·
188 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.