Bir İdam Mahkumunun Son Günü•
"Bu Cellatlar Çok İyi Yürekli İnsanlar"
spoiler!
Giyotin, kulağa oldukça ürkütücü geliyor ki öyle de olmalı. Bir dakika aynı isimli bir yarışma programı vardı, bir televizyon programı neden bir ölüm makinesi ile anılmak istendi asla anlamadım tıpkı insanların her gün neden daha fazla ölüm istediğini anlamadığım gibi.
Bazı kaynaklar giyotinin Fransız Devrimi ile adını duyurduğunu, bir doktor ve meclis üyesi olan Joseph-Ignace Guillotin tarafından tasarlandığını ve adını buradan aldığını, bazı kaynaklar ise ilk kez Fransa'da değil İngiltere'de kullanıldığını ve sanılanın aksine yaratıcısının Guillotin değil Fransız Cerrahlar Sekreteri Dr. Antoine Louis olduğunu belirtiyor ama kitap ilk seçenek üzerinde duruyor.
Komiktir ki giyotin ile idam cezalarının daha "insancıl" infaz edilmesi amaçlanıyor. İdam çok insancıl bu sebeple uygulanması da tabi ki kendisini aşmamalıdır. Kitapta, modern sayılan bu ölüm makinesinin ceza uygulanırken insanlık dışı olayların nasıl sahnelendiği hep birlikte göreceğiz.
Not: Dr. Guillotin, aletin ve idam şeklinin kendi soyadıyla anılmasından rahatsız olur ve soyadını değiştirir.
Yazarın 1829 yılında yani 27 yaşındayken maruz kaldığı baskılar yüzünden takma ad ile, Paris Greve Meydanı'nda gördüğü ve çok derinden etkilendiği idamın üzerine yazdığı kitabın bir manifesto niteliğindeki önsözünde anlatılan önemli bilgiler üzerinde duralım. Ele alınan ilk konu yazarın kitabı yazma amacıdır. Kitap, şu anki ve gelecekteki bütün suçlular için genel ve kalıcı bir savunma. 'Asıl temyiz mahkemesi olan halkın' önünde insan haklarının savunulmasının ve dile getirilmesinin doruk noktasını temsil eden bir savunma. Bir suçlunun mahkemeye değil giyotin sehpasına, hâkimin önüne değil celladın önüne yerleştirilen ölüm kalım meselesini ele alan bir savunma.
Fransa'da idam cezaları bağırılarak ilan edilir ve broşürler satılırdı. Bu broşürlerde idamın saati, yeri, suçlunun kim olduğu gibi bilgiler yer alırdı.
Broşür satanların elde ettiği kazançla ilgili yazar: "Kanla kirlenmiş bu paradan daha iğrenç bir şey düşünebiliyor musunuz?" diyerek bunun ne kadar korkunç olduğunu ifade ediyor.
Bilindiği gibi Victor Hugo idama karşıydı ve bu düşüncesini muhakkak okunması gereken bu cümleler ile etkili bir şekilde anlatıyor:
"Yargılayanlar ve mahkûm edenler ölüm cezasının toplumdan kendisine zarar veren ve daha sonra da zarar verebilecek olan birini uzaklaştırmanın önemi nedeniyle gerekli olduğunu söylüyorlar. Sadece bu söz konusu olsaydı, müebbet hapis cezası yetecekti. Öldürmek neye yarar? Hapishaneden kaçılabileceğini söyleyerek itiraz edeceksiniz, öyle değil mi? Nöbetçileriniz görevlerini iyi yapsınlar. Demir parmaklıkların sağlamlığına güvenmiyorsanız, hayvanat bahçelerini açmaya nasıl cesaret ediyorsunuz?
Zindancının yeterli olduğu yerde cellata gerek yoktur. İnfazların gösteri haline dönüşmesinin beklenen etkiyi yaratmadığını, halkı eğitmediğini, içindeki bütün duyarlılığı ve erdemi yok ettiğini ileri sürüyoruz. Bu infaz kime örnek olur?
Bu adamın boynunu kestiğiniz darbenin sadece onu öldürdüğünü, babasının, annesinin, çocuklarının bu durumdan hiç etkilenmeyeceğini mi sanıyorsunuz? Hayır, onun kellesini uçururken bütün ailesini de öldürüyorsunuz. Ve yine masumları yok ediyorsunuz. Size bütün bu adamların yaşamasının bize ne zararının dokunacağını soruyorum. Fransa'da herkesin solumasına yetecek kadar hava yok mu?"
Kitap, önsözden sonra 'TRAJEDİ HAKKINDA BİR KOMEDİ' bölümü ile devam ediyor. Bu 3.baskıda da yer alan diyalog türündeki önsöz. Burada toplumun cellatlık görevini esere yönelttiği siyasi, ahlâki ve edebi eleştiriler ile nasıl yerine getirdiğini görüyoruz. Bakınız burada çok absürt bir duruma tanıklık ediyoruz.
Giyotinli idamlar, idam yerine toplanan kalabalığın popüler bir eğlencesiydi hatta anne babalar çocuklarını da izlemeleri için getirirlerdi. 1984 kitabından da hatırlarsınız çocuklar idamı izlemeye gitmek için adeta ebeveynlerini tehdit ederdi. Korkunç.. İdam o kadar çok tekrarlanıyordu ki halk için sıkıcı hale geldi. Şimdi burada asıl değinmek istediğim konu şu: Dönemin insanları Victor Hugo ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü eserini eleştirirken yazarın kötü yürekli biri olduğunu hatta mahkûm edilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Kitabın ise iğrenç, insanı hasta eden, kâbus görmeye sebep olan, dehşet verici, naif duygulara engel olan, korkunç etkiler yaratan, toplumsal düzeni yıkıcı etkiye sahip olduğuna dair cümleler sarf ediyorlar.Asıl dehşet verici olan bu cümleler ve insanlar. Bunu kanıtlar nitelikte cümleler sunmak istiyorum iki konuşmacıdan.
1. Konuşmacı: "Ahlâki değerlerin her geçen gün yozlaştığını kabul etmek gerekir. Tanrım, ne iğrenç bir düşünce! İnfaz gününü, ölüme mahkûm olmuş bir adamın fiziki acılarını, yaşadığı manevi işkenceleri, tek birini bile atlamadan araştırmak, çözümlemek! Bu acımasızlık değil mi?"
2. Konuşmacı: "Kimsenin okuyucusuna yaşanan fiziki acıyı aktarmaya hakkı yok. Bu roman tüylerinizi diken diken ediyor. Okuduktan sonra iki gün yataktan kalkamadım."
Şimdi önce kitap ile ilgili konuşmalarının üzerinde durmak istiyorum. Kitapların çok korkunç etkiler yarattığı ve baş ağrıtacak olması konusunda hemfikiriz ama idama karşı olmayanlar için. İğrenç, hasta eden, kabûs görmeye sebep olan, dehşet verici, korkunç, toplumu yıkıcı etkiye sahip olan "giyotinli idamlar" değil bu kitap! İdamı duyurmak, insanların temyiz mahkemesi görevini üstlenirken suçlu bulunan kişiyi savunması için bilinçlendirmek, yaşadığı acıyı insanlara aktarabilmek için onca eleştiriye maruz kalmak, suçlanmak.. İdam çok olağan fakat bunlarkorkunç tabi.. Giyotinli idamlar gerçekleştirilirken çoğu idam mahkûmunun boynu 5 ya da 6 kez giyotin indirilerek kesildi, mahkûmlar bu durumda bile bir ümit bağışlanacağını düşündü ama insanlar hatta çocuklar bunu alkışladı. Şimdi hangisi daha korkunç? İdama karşı gelen Victor Hugo mu daha cesaretli yoksa idamı, acıyı, korkuyu zevk alarak izleyen halk mı?
Çok farklı olan bu kitabın roman kısmına geçtiğimizde Victor Hugo kasten işlemediği bir cinayet ile suçlanan, giyotinli idama mahkum edilen kahramanımız üzerinden idamın kişide yarattığı ruhsal sancıyı teferruatlı olarak anlatıp okuyucuya o manevi acıyı etkileyici bir şekilde hissettiriyor. 5 haftadır tutuklu olan kahramanımız yokluğunda verilen idam kararına hiçbir tepki veremiyor fakat bir çocuk ellerini çırparak 6 hafta (temyizin sonuçlanma süresi) sonra gerçekleşecek giyotinli gösteriyi sevinç ile karşılıyor. Kana susayan bir toplumun kana susayan çocukları..
Mahkûm hücresine geçiyor, yaşadıklarını ilerde bu ölümcül sistemde fark olması için yazmaya karar veriyor ve artık yaşananları kendi ağzından okuyoruz.
Unutmadan Paris'te insanlar 5 frank karşılığında tıpkı bir hayvanı izler gibi mahkûmları izleyebiliyorlardı. Dehşet verici. İnsanlar, maskeli şeytanlar.. Hasta olan ve asıl iyileştirilmesi gerekenler.
Örnek olsun bu idam örnek! Yarın aynı gösteriyi sunacak olanlar bugün gülerek izlesin. Belki de gösteriyi izlemeden, bu zevki tadamadan ölecekler ve bu bir gösteri olacak. Kahramanımız ya da ölüm cezalı kahramanımız hapishaneye girdiği andan itibaren kurtulacağını düşünüyor, hayal kuruyor, kaçmayı düşünüyor fakat
asla kaçma girişiminde bulunmuyor ümit ediyor sadece ümit ediyor ama ümit yokken ümit etmek insanı öldürür. Bu gecikmeli ve daha acılı bir ölüm demek.
Ve işte o gün geldi! Geldi o gün! İşte şimdi bir idam mahkûmunun son gününü okuyoruz, bu andan itibaren.. Hapishanede geçen 5 ay ve temyizin kararı değiştirmeyeceğini bile bile geçen 6 ayın sonu. Ümit ederek, korkarak, dehşet içinde.. Ya şimdi bulanıklaşmış bakışlar, soğuk ter, çatlayacak kadar ağrıyan şakaklar, kulakta yankılanan vızıltılar.. Modern ölümün etkileri. Kararın kesinleşmesiyle her birinin içinde bir hapishane barındıran görevlilerin idamı iyice hissettiren iyi davranma saçmalığı. "Nasılsa ölecek"
Hâlâ kaçmak için düşüncelerini zorluyor fakat hayır asla kaçma girişiminde bulunmuyor bu bir kabulleniş, bırakılmışlık.
İçeri bir idam mahkûmunun daha girdiğini görüyoruz 6 hafta sonra gerçekleşecek bir gösteri daha demek bu. Hikayesini okurken toplumun kişiyi suça nasıl teşvik ettiğini, kişinin hayata yeniden başlamak için asla bir şans vermediğini, idama adım adım nasıl ittiğini görüyoruz yine. Daha çocukken başlayan bir hayatta kalma çabası..
Karnını doyurmakiçin ekmek çalan bir çocuğu suçlamak mümkün mü? Bu size de yine Victor Hugo'nun Sefiller eserinde yer verdiği "14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur." cümlesini hatırlatmıyor mu? Adalet aynı adalet.
Son 6 saat, düşünün 6 saat sonra yoksunuz bunun bilincindesiniz bu farkındalık kişiyi çıldırtır. Ölüme hazırlıklı olunur mu? Livaneli Sevdalım Hayat eserinde kendisine yapılacak işkenceden önce arkadaşlarının onu hazırlamak için neler yaptıklarını anlattıklarını belirtiyor. O koğuştan her gün birini çağırdıklarında kendi isminin söyleneceği korkusu ile beklerken işkenceden daha fazla acı çektiğini ifade ediyor. Beklemek cehennemdir, ümidi ve ızdırabı aynı anda barındıran bir cehennem.
Size tüm eseri en etkili şekilde anlatacak cümleleri kahramanın ağzından aktarıyorum:
"Korkulacak bir şey olmadığını, acı çekilmediğini, sakin bir ölüm olduğunu, ölümün böylece kolaylaştırdığını söylüyorlar.
Hey! Peki ya 6 haftalık bu can çekişmeye, gün boyunca süren bu iniltiye ne demeli? Çok yavaş ve çok hızlı geçen o telafisi imkansız son günün endişelerine ne demeli? Giyotin sehpasına çıkan o ızdırap merdivenine ne demeli?
Onlara göre bunlar acı çekmek anlamına gelmiyor.
Bunlar kanın damla damla tükendiği, zihnin düşünceden düşünceye sönüp gittiği aynı çırpınışlar değil mi?
Üstelik acı çekilmediğinden eminler mi? Bunu onlara kim söyledi? Kesik bir başın sepetten kanlar içinde çıkıp halka: Acı hissedilmiyor! dediğini duyan oldu mu?
Yanlarına gelip: Güzel bir icat. Ona özen gösterin. Çok iyi bir düzenek diye teşekkür eden ölüler oldu mu?
Bir an bile olsa kendilerini giyotin sehpasına çıktığında ağır bıçağın etini ısırdığı, sinirlerini kopardığı, omurgasını parçaladığı birinin yerine koydular mı?
Ama nedir ki? Yarım saniye! Acı yok olup gidiyor.. Dehşet verici!"
Kan içici kalabalığın karşısına çıkma vakti..
"Ve yine de sefil yasalar ve insanlar, ben kötü biri değildim!"
Kitabın sonunda kahramanımızın cezası infaz edildi mi edilmedi mi bilmiyoruz fakat son 1 yıldır çok fazla acı çektiğinden eminiz. İdam çözüm değildir, suçlu bulunan kişi iyileştirilip topluma kazandırılmalıdır. Suç, türüne göre farklı yaptırımlar gerektiren bir eylemdir. Bazı işlenen ağır suçlar vardır ki kişi iyileştirilemediği gibi zarar da verir bu kişiler toplumdan soyutlanmalıdır fakat taksirli suçlar gibi suçlar için ön görülen cezanın amacı kesinlikle kişiyi topluma kazandırmak olmalıdır.
İyilik, güzellik ve kitap ile kalın..