Hz. Muhammed aleyhindeki yaygın temelsiz iddialardan biri onun, tutkularını ve şehvetini tatmin edebilmek için kendisinin de sahte olduğunu bildiği dini öğretileri savunan bir sahtekar olduğudur. Bu tür bir samimiyetsizlik, daha önce de tartışıldığı gibi İslam dininin gelişimini anlaşılmaz kılmaktadır. Bu görüş ilk kez bir yüzyıl önce Thomas Carlyle'in On Heroes [Kahramanlar Üzerine] derslerinde gayretli bir biçimde ortaya kondu ve o zamandan bu yana gitgide artan bir biçimde bilim insanlarınca kabul görmeye başladı. Kendisi ve davası hakkındaki sağlam bir inanç, Hz. Muhammed'in dünyevi bir bakış açısından başarılı olma imkanının görülmediği Mekke dönemindeki zorluklara ve eziyetlere dayanmaya hazırlığını açıklayabilir. Samimiyet olmaksızın, Ebubekir ve Ömer gibi güçlü ve dürüst karakterli insanların bağlılığını ve hatta adanmışlığını nasıl kazanabilirdi? Deistler için bir başka soru ise, tanrının İslam gibi büyük bir dinin yalanlar ve aldatmaca üzerinde gelişmesine nasıl izin verdiğidir. Bu da Hz. Muhammed'in samimi olduğunu savunmak için güçlü bir kanıttır. Bazı açılardan hatalıysa, hataları kasıtlı yalanlar ya da sahtekarlıktan kaynaklanmamaktaydı.