Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hans Fallada'dan okuma listesi
Çok erken yaşta başladım kitap okumaya; bu okuma hırsı beni yaşamım boyu terk etmedi. Bir çocuk için çok kapsamlı sayılabilecek kitaplığım, aradan geçen yıllarda büyüdükçe büyüdü, fakat bir gün geldi artık benim kitap açlığımı bastıramaz oldu. Tek çıkar yol babamın kütüphanesinden kitaplar almaktı. Ancak benim okuma hırsım bazı rafların boşalmasına yol açacak ve babam da bunun farkına varacaktı. Babamın bu kitaplarının yanısıra sandıklara koyduğu küçük boyutta sayısız Reclam kitabı da vardı. İşte onları geceleri yastık gibi sağıma soluma dizerdim yatakta. Bu nedenle başka bir İngiliz olan Jonathan Swift'in Gulliver'in Seyahatleri kitabının çocuklar için hazırlanmış baskısını değil de büyükler için yazılmış özgün metninin çevirisini okudum. Tabii çocuk yaşta bu yapıtın insanı hor gören bir yanı olduğunu kavrayacak durumda değildim. Ancak büyüdükçe gözlerim açıldı ve günümüzde Gulliver'in Seyahatleri'nde anlatılanlara bakışım değişti. Şimdi "Devlet adamları" denen sınıfa duyulan nefret, barışseverlik ve savaş karşıtlığı her zamankinden daha güncel. Evet, Reclam'ın Universal Kitaplığı, kitaplar dünyasına adımlarımı attığım o günlerde bana güzel önderlik yapmıştı. Okuduğum birçok yapıtın içeriği yaşıma pek uymasa da ben bunun hiçbir zararını görmedim. "Bir insanın kavrama yeteneği yaşı ilerledikçe gelişir," diyenlerin sözlerine hiç kulak asmadım. Hem gençliğimde hem de yaşımın ilerlediği yıllarda beni kendine bağlayan Cervantes'in "Don Kişot"u değil sadece böyle düşünmemin nedeni... İnsan bu gibi yapıtlara ömür boyu bağlı kalıyor. Fransız edebiyatının çoğu yapıtı için de aynı görüşteyim... Gözdelerim arasında Flaubert, Daudet, Zola var... On veya on bir yaşımda okumuş olduğum Madame Bovary benim için Fromont jr. ve Risler sr. veya Germinal'den farklı değildi. O günlerde bu yapıtlarda anlatılanların çoğunu pek kavramamışsam da zamanla Fransız edebiyatına bağımlılığımda etkili oldular. Bu edebiyatçılar arasında benim gözümde zirvede olan ve uzun yıllar kitaplarını elimden bırakmadığım yazar Gustav Flaubert'di. Kitaplarının dışında yayınlanmış günlüklerini ve mektuplarını da okudum. Çalışmalarından, sanattan ve edebiyattan söz ettiği günlüklerindeki ve dostlarına yolladığı mektuplardaki görüşleri benim için bugün de çok önemli. Bu nedenle başta Flaubert olmak üzere yapıtlarını okuduğum bütün Fransız edebiyatçılar yazarlık mesleğimde beni etkilemiş "atalarım"dır! Reclam kitapları aracılığıyla ben Ruslarla da yakınlaştım. Tolstoy'un Savaş ve Barış'ının bende yapmış olduğu etkiye Dostoyevski, Rodion Raskolnikov'la (Suç ve Ceza) ulaşamadı. Kanımca Savaş ve Barış çağımız düşünürleri için ölümsüz bir belgedir. Bu nedenle Tolstoy'un romanının son savaşın en çok satan yapıtlardan biri olmasına şaşırmamak gerek. Ancak bu gerçek ne yazık ki ülkemiz için geçerli değildir! Romanda insanların savaşa yazar nasıl dayandığını veya onunla nasıl çöktüğünü anlatırken gerçekleri çok güzel yansıtıyor. Bunların dışında Karamazov Kardeşler ve Kumarbaz adlı yapıtlarının da çok ilgimi çekmesi beni Dostoyevski'ye bağlamıştı. Bunun tek nedeni de kişiliğim ve eğilimlerim. Yazarın pek çok şeyi sakınıp çekinmeden kaleme aldığı yapıtlarında bende kendi duygularımın derinliklerine inebiliyorum. Dostoyevski gibi ben de insan ruhunun karanlıklarına inmeyi seviyorum, zayıf, sorunlu, çökmüş ve umutsuz "kahramanlar"ı yeğliyorum... Ülkem Almanya'nın edebiyatçıları arasında ise en sevdiğim, günümüzde artık pek okunmayan bir romancı, Fichtel yöresinden, Wunsiedel'li Jean Paul. Sanırım günümüzde yaşayan insanlar arasında onun 66 yapıtının tamamını okumuş tek kişi benim! Hem de bazılarını bir değil birkaç kez okudum. Büyük Goethe'nin hakkında pek övgü dolu şeyler söylememiş olmasına karşın ben Jean Paul Friedrich Richter'i günümüzde de okunması gereken değerli bir Alman yazarı olarak kabul ediyorum. O gerçek demokrat ruhlu bir edebiyatçı, Ergenlik Yılları ve Titan her zaman okunabilecek kalıcı yapıtlar. Yazdıklarını biraz tuhaf, alışılmamış bulduğum E.T.A. Hoffmann kabuğunu kıramıyor; anlatımı sıcak ve uyum dolu bir Adalbert Stifter'de de kimi zaman Jean Paul Friedrich Richter'in titreşimlerini sezmiyor değilim. Örneğin "Renkli Taşlar" öyküsünde küçük oğlan ayaklarına katran sürerken veya kayın ağacından değnekler dans etmeye başlarken... İsviçreli edebiyatçı Jeremias Gotthelf'in 24 veya 26 ciltte toplanmış olan yapıtlarının tümünü okumaya zaman bulamadığım için seviniyorum. Henüz tanımadığım, beni sevindireceğine, bana değişik şeyler kazandıracağına inandığım bu kitapları raflarda görmek öylesine mutlu edici bir duygu ki! Gittikçe yaşlanan, iki dünya savaşına tanık olmuş insanların içinde yaşadıkları çevre zamanla o kadar daralıyor ki... Yitirilenin yerine yenisi gelmiyor, insanlar yaşamayı sürdürüyor, fakat gittikçe fakirleşiyor. İşte edebiyat dünyamızı oluşturan kitaplar da böyle. Hele biz Alman okurların önüne konan çağdaş edebiyat yapıtları insanı umutsuzluğa düşürüyor! Bu nedenle raflarda duran iki düzine Jeremias Gotthelf benim için çok büyük bir avuntu! Uşak Uli, Kiracı Uli, Vehfreude'nin Peynircisi ve Kara Örümcek'i okuduğumdan bu yana biliyorum ki hepsini ileride tekrar okuyacağım. İsviçreli rahip Jeremias Gotthelf Bitzius unutulmayacak büyük bir adam. Onun alçakgönüllü ve özlü anlatımına ben sahip olmasam da kendimi biraz ona benzetmiyor değilim. Çünkü ben de Jeremias Gotthelf gibi, anlatmayı çok seven biriyim. Buraya kadar "atalarım" diye kabul ettiğim değişik isimlerden, onların bana çok ilginç gelen farklı yapıtlarından söz ettim. Ortak yanları, hepsinin de anlatımları çok başarılı edebiyatçılar olması. Kanımca anlatım, bir yazar için nefes alacağı hava kadar önemlidir. Gördükleri, yaşadıkları ve duydukları her şey onlar için bir nedendir, yapıtlarında kullanacakları malzemedir. İnsan içine giriyorlar, hatta dostlarından ve kendilerine en yakın olanlardan da hiç çekinmiyorlar. Sıkılgan değiller, utangaç da. Önemli olan anlatmak! İşte doğuştan anlatıcı olan bu insanlarla çarpıyor yüreğim, aralarına girebildiğimde kendimi sonsuz mutlu hissediyorum. Onlardan birinin kitabının daha ilk sayfasını açar açmaz kendimi hızla akan suların içinde buluyorum. Biliyorum ki bu sular beni güvenilir yerlere taşıyacak; bu yapıtların içinde sel gibi akan, olağanüstü bir anlatım sanatı. Günümüz yazarları arasında gençliğimde en yetenekli bulduğum isimlerden biri Knut Hamsun'du. İlk yapıtları Açlık ve Gizemlerden en son romanı Daire Kapanırken'e kadar hepsini ilgiyle okudum. Hamsun'un ilk yapıtlarında daha çok kendine arkadaş arayan yalnız insanı anlatırken, yaşı ilerledikçe insan karşıtı, acımasız ve duygusuz olduğu dikkatimi çekti. Nasyonal sosyalizmin Hamsun'a ilgi duyması, onu Kuzey'in en güçlü edebiyatçısı sayması, hatta yazarı Alman komünitesinin temsilcisi kabul etmesi düşündürücüdür. Hamsun saçlarına ak düşmüş yaşlı bir İskandinav aristokratıdır, geçmişte yaşamaktadır. Onun günümüzle olan bağlantısı Zamane Çocukları'ndaki Teğmen Holmsen'i anımsatır. O da içindeki dönemi yaşamayan, dişlerini sıkıp öfkeyle ona karşı çıkan birisidir. Bir sürü isim, bir yığın renkli kitap...İnsan dar görüşlü olmamalı. İsviçreli bir dindar, papaz Jeremias Gotthelf'le, Deist Tanrı anlayışlı Voltaire'in nasıl olup da beni aynı şekilde etkileyebildiğini açıklayamıyorum. Fakat şu bir gerçek ki hepsi içimde, hepsi ruhumda birleşmiş. "Atalarım" olarak beni ve tüm yazdıklarımı etkiliyorlar. Bunun üst perdeden söylenmiş bir şey olduğunu sanmayın. Ben o insanlara, yaşayan ve yaşamayan edebiyatçılara sınırsız saygı duyuyorum, onlara borçlu olduğum teşekkür de sonsuz! Bu insanlar tüm yapıtlarıyla yeteneklerime bir şekil verdiler, görüşlerimi beslediler. Onların beni, uluslar ve ırklar arasında ayrım yapmadan bütün dünyayı sarıp sarmalayan cemiyetlerine kabul etmiş olduklarını hissediyorum. Biliyorum özgür düşünceler cemiyeti, içinde yalnız yaşadığımız şu dünyada bir kitap bulup okuyabildiğimiz sürece biz Almanları da arasına alacak!
·
303 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.