Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Üç aylık bebek ve güzelliğe duyulan aşk
Masaya doğru eğilmiş bulunan Suzanne gözlerini açtı, öylesine açtı ki yusyuvarlak oldu gözleri. Sanki tahtadanmış duygusu veren minicik kollarını sallamaya başladı. Hayranlık ve şaşkınlık vardı bakışlarında. Mini mini yüzündeki duygulandırıcı ve saygıdeğer alıklığı üstünde, tarif edemeyeceğim bir zekâ pırıltısının dolaştığı görülüyordu. Yaralanmış bir kuş gibi bağırdı. Bereket versin, yaşamın gerçeklerine bağlı bulunan annesi "Belki bir tarafına iğne batmıştır" diye düşündü. Bu çengelli iğneler insan farkına varmadan açılır. Suzanne'in üzerinde de bir hayli var onlardan! Hayır iğne batmamıştı ona. Güzele duyulan aşktı bu. Üç ay yirmi günlükken böyle bir duygu? - Siz karar verin: Annesinin kolları arasında ileri atılmış olarak, yumruklarını masanın üstünde sallıyordu; sonra omuzlarından ve dizlerinden güç alıp, nefes nefese, öksürüp salyalar saçarak bir tabağa sarılmayı başardı. Strasbourg'lu eski bir köylü (basit biri olmalıydı; toprağı bol olsun) kırmızı bir horoz resmi yapmıştı bu tabağın üzerine. Suzanne bu horozu almak istedi. Yemek için değildi bu; öyleyse güzel bulduğu için olacak. Bu basit yargıyı söylediğimde annesi: - Ne budalasın! dedi. Bu horoz Suzanne'in eline geçseydi, bakacak yerde, derhal ağzına götürürdü onu. Düşünce adamlarında sağduyu olmuyor doğrusu. Ben de: - Bunda hiç kusur etmezdi, dedim. Yalnız bu, şimdiden çeşitli yetenekleri için başlıca organın ağız oluşundan başka neyi kanıtlar? Gözlerini kullanmazdan önce ağzını kullanmıştır. İyi de etmiştir. Şimdi alışmış, nazik ve duyarlı ağzı, en iyi tanıma aracıdır. Onu kullanmakta haklı. Kızının akıl küpü olduğunu söylüyorum sana. Evet, horozu ağzına götürürdü ama, besleyici bir madde olarak değil, güzel bir şey olarak yapardı bunu. Unutma ki çocukların bu alışkanlığı, büyüklerin dilinde mecaz biçiminde kalmıştır. Bir şiirin, bir resmin, bir operanın tadını çıkarmaktan söz ederiz. Ben bu savunulması olanaksız, ama anlaşılmaz bir dille ifade edilse felsefe dünyasının kabul edeceği düşünceleri ileri sürerken, Suzanne yumruklarıyla tabağa vuruyor, tırnaklarıyla tırmalıyor, onunla konuşuyor (hem de ne gizemli bir cıvıltıyla!), sonra onu gürültüyle ters çeviriyordu. Fazlaca ustalık göstermiyordu bu işte; hayır, isabet yoktu davranışlarında. Ne kadar basit görünürse görünsün, eğer alışılmamış olursa, bir davranışta bulunmak çok güçtür. Peki üç ay yirmi günlükken ne gibi alışkanlıklara sahip olunabilir? Serçe parmağımızı kaldırmak için bile ne kadar kemik, kas ve siniri yönetmek gerektiğini düşünün bir kere: Bay Thomes Holden'in kuklalarının bütün iplerini kullanmak, bunun yanında çocuk oyuncağı gibi bir şeydir. Keskin görüşlü bir gözlemci olan Darwin, bebeklerin gülüp ağlayabilmeleri karşısında hayranlık duymuştu. Bunu nasıl yaptıkları konusunda çok şey yazdı. Bay Zola'nın dediği gibi "biz bilginler" acımasız insanlarız. Bereket versin, ben Bay Zola kadar büyük bir bilgin değilim. Yüzeysel bir insanım. Suzanne üzerinde deney yapmıyorum; sıkmadan başarmak koşuluyla, onu gözlemlemekle yetiniyorum. Horozunu tırmalıyor, görülen bir şeyin ele geçirilemez olmasına aklı yatmadığı için ne yapacağını şaşırıyordu. Bu onun zekåsının kavrayamayacağı bir şeydi. Onun için her şey öyleydi zaten. Suzanne'da hayranlık verici olan tam da buydu. Küçük çocuklar sürekli bir mucize içinde yaşarlar. Onlarda her şey şey harikadır. Bu nedenle bir şiir vardır bakışlarında. Bizim yanımızda, bizden başka yerlerde yaşarlar. Bilinmez, Tanrısal bilinmez sarıp sarmalar onları. Annesi: Küçük budala, dedi. - Sevgili dostum, kızın bilgisiz ama mantıklı. Güzel bir şey gördük mü, onu elde etmek isteriz. Yasaların göz önünde tuttuğu doğal bir eğilimdir bu. Béranger'nin "Görmek, sahip olmaktır" diyen Çingeneleri, az bulunur türden akıllı kimselerdir. Bütün insanlar onlar gibi düşünseydi uygarlık olmazdı ve biz, Macellan Adaları'nda oturanlar gibi çıplak ve sanatsız yaşardık. Sen onlara benzemezsin; sen ağaçlar altında leylek desenli eski halıları sever, evin bütün duvarlarını onlarla kaplarsın. Sitem etmiyorum, tam tersine. Fakat Suzanne'ı ve horozunu anlamaya çalış. - Onu anlıyorum, o da kovadaki suda gördüğü ay'ı isteyen küçük Pierre gibidir. Ay'ı vermediler ona. Ama sen de dostum, Suzanne'ın, horoz resmini gerçek bir horoz sandığını iddia etmeye kalkışma. Çünkü o hiç horoz görmedi. - Doğru, ama o, yanılsamayı gerçeklik gibi anlar. Onun bu aldanmasından da sanatçılar sorumludur biraz. Nice zamandır çizgi ve renk yoluyla eşyanın biçimini taklit etmeye çalışırlar. Aslına bakarak, ince bir fildişi parçası üzerine bir mamut resmi oyan o mağara devri adamcağız öleli binlerce yıl olmuştur! Taklit sanatlarında uzun çabalardan sonra, üç ay yirmi günlük bir yavrucağı kandırabilmiş olmaları harikadır! Görünüş! Kimi kandırmaz ki bu? Kafamızı patlattıkları bilim bile görünüşten öte geçebilir mi? Profesör Robin, mikroskobuyla ne bulur? Dış görünüş, yalnızca dış görünüş. Euripides, "Boşu boşuna yalanlar içinde çırpınıp dururuz" demiştir... Ben bunları söylüyordum ve Euripides'in dizesini yorumlamaya kalkınca, bu dizede hiç kuşkusuz, şifalı bitkiler satan adamın oğlunun aklından bile geçmemiş derin anlamlar bulacaktım. Ama ortam, felsefi kuramcılığa elverişsiz bir hal alıyordu. Çünkü horozu tabaktan ayırmayı başaramayınca Suzanne büyük bir öfkeye kapıldı, bir şakayık gibi kıpkırmızı kesildi; burun delikleri Cafre'larınki gibi genişledi, yanakları gözleri hizasına, kaşları alnına kadar çıktı. Birden kızaran, allak bullak olan, şişler, çukurlar ve birbirine karşıt çizgilerle dolan bu alın volkanik bir araziye benziyordu. Ağzı kulaklarına kadar genişledi, diş etleri arasından vahşi ulumalar çıktı. - Hele şükür! diye bağırdım. İşte tutku çıktı ortaya. Tutku deyip geçmeyin. Şu dünyada büyük olan ne varsa onun sayesinde yapılır. Onun bir kıvılcımı, bir bebeği ufak bir Çin ilahı kadar korkutucu hale sokuyor. Senden memnunum kızım. Güçlü tutkuların olsun, bırak büyüsün onlar, sen de onlarla birlikte büyü. Daha sonra onların güçlü efendisi olursun; onların gücü senin gücün, büyüklükleri de senin güzelliğin olur. Tutku, insanın ahlaki zenginliğidir. Suzanne'in annesi: - Bu ne şamata! diye bağırdı. Şu salonda saçmalayan bir filozofla, horoz resmini bilmem neyin nesi sanan bir bebek arasında kimse kimseyi anlamaz oldu. Zavallı kadınların, bir kocayla çocukları arasında yaşamaları için sağduyuya gereksinimleri var! Ben de: - Kızımız, dedim, ilk kez güzeli aradı. Bir romantik, uçurumun baş döndürmesi derdi buna; ben, soylu ruhların doğal alıştırması diyeceğim. Ama bu alıştırmaya çok erkenden ve çok yetersiz yöntemlerle başlamamalı. Sevgili dostum, Suzanne'ın acılarını dindirmek için yüce bir büyü var sende. Al kızını uyut.
·
210 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.