Gönderi

Sevgili kızım, Özür dile, eksilmezsin. Eğer gerçekten bir yanlış yaptıysan, haksızsan, zarar verdiysen, kalp kırdıysan özür dile. Neyse yaptığın, bir daha tekrarlamayacağına dair kendine söz ver ve bu sözü tut. Dilenmeyen ya da ertelenen özür, iki insan arasındaki zedelenmiş ilişkiyi kangren eder. Bu gönül ilişkilerinde de böyledir, arkadaşlar, iş arkadaşları, kardeşler, akrabalar arasında da. Kendi dilinde özür dileme. Yani yaptığın bir yanlışı, kendince başka bir doğru ile tamir etmeye çalışma. İşe yaramaz. Karşındaki kişi senin dilinden anlamayabilir ve aslında beklediği, samimi bir özürden başka bir şey değildir. Herkesin anladığı ortak dili kullan. Onu kırdığının, incittiğinin farkında olduğunu ve bundan ötürü pişmanlık duyduğunu belirten bir çift söz yeterlidir. Sesini mi yükselttin birine, sakinleş ve özür dile, bekleme. Sevmediği birine mi benzettin, yönelttiğin eleştirinin dozu ağır mı kaçtı, söylediğin yalan ortaya mı çıktı, hemen özür dile. Bekleme ki kalpler tıkanmasın, “Affet” de ki kalpler hafiflesin. Bu, “hep aynı hatayı tekrarla ve sonra özür dile” demek değil. Nasıl olsa özür diliyorsun diye kırmaya, incitmeye devam etme. O zaman bir kıymeti olmaz. Zaten o kişi her kimse, bir vakitten sonra hayatında da durmaz. Fakat kızım, ne kadar, günde kaç kere “özür dilerim”, hatta “çok özür dilerim” dediğine dikkat et. Küçük şeyler için, mesela birinin yanlışlıkla ayağına bastın, sözünü kestin diye bu sözleri tekrar edip durmana gerek yok. Bu, senin sürekli yanlış yaptığını, başkalarını hal ve davranışlarınla rahatsız ettiğini düşündüğün, giderek kendini ve hayattaki varlığını bir yanlış olarak gördüğün anlamına gelir ve bu sebepsiz bir suçluluk duygusu doğurur, sana gereksiz bir vicdan azabı yaşatır. Suçluluk duygusu ve vicdan azabı içinde yaşarsan mutsuz olmakla kalmaz, duyduğun eziklikle kendini hep başkalarına ezdirirsin. Af dilememek büyüklenmektir. Kendini olumsuz sonuçtan sıyırmaya çalışmaktır. Kendi yanlışının sebebini başkasında aramaktır. Hep haklı çıkmaya çalışmaktır. Gerçekten kaçmaktır. Neticede sessizce kendini içindeki mahkemede yargılamaktır. İç huzursuzluğudur. Ve sevilmemek, istenmemek, kapısı çalınmayan olmaktır, yalnızlıktır. Kızım, özür dilemeyi bildiğin gibi, gerektiğinde senden özür dilenmesini beklediğini söylemeyi de bil. Karşındakini suçlayarak, ezerek değil ama; davranışının, sözünün seni incittiğini, kırdığını açıkça ifade ederek ve bir özrü hak ettiğine inandığını söyleyerek. Sen iste, o af dilemezse dilemesin. Ama sen yine de bağışla. Bağışlamak, yanlışı unutmak ve o yanlışı yapanı her şeye rağmen sevmeye devam etmek değildir. Bağışlamak, gözünü kapattığında artık o yanlışı görmemek, o yanlış üzerine konuşup durmamak, hesaplaşmadan vazgeçmektir. Yanlışın sahibiyle arana yanlışın büyüklüğüne uygun bir mesafe koyarken huzur bulmak, hafiflemektir. Hayat ne özür dilemeyip kasılacak, ne de özür bekleyerek üzülecek kadar uzun. Af dile ve bağışla ki kalbin hafiflesin. Rana Z. Diğer Mektuplar En lezzetli simit… Öğretmenliğe başladığımda, bir de baktım, ufak tefek armağanlar beliriyor. Takvim, dolma kalem, not defteri.. Hiçbirini almadım. “Sakın bana bir şey getirmeye kalkmayın.” dedim. Bunun lafta kalmadığı, ne kadar kararlı olduğum anlaşılınca armağan verme teşebbüsleri kesildi. Bu ilkemi sadece bir kere bozdum. Karadenizli bir kız vardı sınıfta. Andersen’in Kibritçi Kız’ı. Yoksullar arasında en yoksulu ama inanılmaz derecede onurluydu. Kimseye göstermek istemezdi yoksulluğunu. Hüzünlü, acılı yüzüne her bakışımda yüreğimin ortasına incecik bir bıçak saplanırdı. Bir kış günü ders arasında sınıftan çıkmadım. pencereye gidip dışarıyı seyretmeye koyuldum. Yağmur çiseliyor. Kapının önünde bir simitçiyle bir tatlıcı çene çalıyor. Karadenizli kızı gördüm birden. Koşarak simitçiye gitti, bir simit aldı, yine koşarak okula döndü. Koridorlarda oynayan öteki öğrencilerin yanına. O güne kadar bir kerecik bile simit görmemiştim elinde. Kapı vuruldu. Açıldı. Döndüm. Karadenizli kız. Simiti uzattı. “Al, öğretmenim.” dedi. “Biliyorsun” dedim, “Ben…” Sözümü kesti: “Yiyeceksin!” diye bağırdı. “Sana aldım! sen bizim için neler yapıyorsun!” Simiti elime tutuşturdu. koşarak çıktı. O simiti yedim. Dünyanın en acı; ama en lezzetli simitiydi. İyi ki ders arasındaydık. İyi ki çocuklar koridordaydı. İyi ki hiçbiri onu nasıl boğazım düğümlenerek yediğimi görmüyordu. Ülkü Tamer İlham veren öğretmen… Önceden (1990’larda) okullarda kayıtlar kütük defterlerine yapılırdı. Her bayram öncesi o defterleri inceler, kimin annesi-babası yok, kim yurtta, kim gurbette öğrenirdim. Sonra da yaklaşık 200 öğrenciye bayram tebriği yazardım el yazımla. Her yıl bin öğrenci evimize yemeğe gelirdi ve biz 250 öğrencinin evine ziyarete giderdik. 2010 yılında Şanlıurfa’ya konferans için gittim. Salonda 550 öğretmen vardı. Konu, “İlham Veren Öğretmen”. En ön sırada bir parmak kalktı: “Siz benim de öğretmenimdiniz, ben de size geldim ve yemeğinizi yedim.” Duygulandım. Sahneye davet ettim. Geldi… “Bahsettiğiniz kartlardan bana da yazmıştınız”, dedi. Elini ceketinin cebine sokup bir kart çıkardı. “Okuyabilir miyim?” dedi. Mikrofonu aldı ve okudu: “Merhaba Mehmet, Sende liderlik özellikleri var. Eğer içindeki liderlik cevherini ortaya çıkarıp geliştirirsen topluma ilham veren bir lider olursun. Bayramını bu duygularla kutluyor, gözlerinden öpüyorum. Sana güveniyorum. Her zaman yanında olduğumu bilmeni isterim. Yol Arkadaşın, Alişan Kapaklıkaya 15 Mart 1990″ Vay be… Tam 20 yıl olmuş. Bir kart 20 yıl cepte taşınır mı? Hem de hiç yıpratılmadan… Sarıldık Mehmet’le… Salondaki öğretmenler ağlıyordu. -“Sen şimdi ne iş yapıyorsun Mehmet?” -“Şanlıurfa Vali Yardımcısıyım hocam.” -“Demek bir kart daha yazsaydım kesin vali olacakmışsın.” Bu defa kahkahalar koptu. Sonradan duydum; Mehmet kaymakamlık yaparken öğretmenleri toplayıp o kartı gösteriyormuş. Ve diyormuş ki: “Öğrencilere bir şeyler öğretmek için onları zorlamayın. Onların kendilerini fark etmelerini sağlayın ve yüreklerini tutuşturacak bir hedef oluşturmalarına yardım edin. Gerisini onlar halleder. Yeter ki siz onlara ilham verin.” Sizde birilerine ilham vermek isterseniz mutlaka paylaşın! Alişan Kapaklıkaya
··
377 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.