Jonathan, "Her zaman olduğu ve her zaman olacağı gibi pazartesi günü işe gitmek bana son derece aptalca, son derece cehennem azabı gibi geliyor," dedi. "Ömrünün en güzel yıllarını sabah dokuzdan akşam beşe kadar bir iskemleye tüneyip el âlemin muhasebe defterini işlemek! İnsanın... bir ve tek yaşamını bu biçimde harcaması çok saçma, öyle değil mi? Yoksa ben rüya mı görüyorum?" Jonathan çimlerin üzerinde dönüp Linda'ya baktı. "Hadi söyle bana, benim hayatım ile sıradan bir mahkûmun hayatı arasında ne fark var? Benim görebildiğim tek fark, kendi kendimi hapsediyorum ve kimse de beni hapishaneden çıkarmayacak. Bu, diğer seçenekten daha da tahammül edilemez bir durum. Çünkü kendi isteğimin, irademin dışında içeriye zorla -hatta tekme tokat- atılacak olsam, kapıya kilit vurulunca ya da her halükârda beş yıl kadar bir süre içinde bu durumu kabullenir, sinekler nasıl uçar konusuna kafa yormaya veya gardiyanın koridorda kaç adım attığını saymaya, yürüyüşündeki değişikliklere dikkat etmeye başlardım. Oysa şimdi, kendi isteğiyle bir odanın içine uçmuş bir böcek gibiyim. Duvarlara çarpıyorum, pencerelere vuruyorum, tavanı zorluyorum, bu dünyada yapılabilecek ne varsa hepsini yapıyor, sadece yeniden uçup gitmeyi beceremiyorum. Ve hep o pervane ya da kelebek ya da her neyse onun gibi düşünüyorum: 'Hayat ne kadar kısa! Hayat ne kadar kısa!' Yalnızca tek bir gecem ve tek bir günüm var, bir de şuradaki o keşfedilmeyi, incelenmeyi bekleyen tehlikelerle dolu koca bahçe var."