Gönderi

Işığın oyunlarına açık olmak ve dolayısıyla renkleri tüm canlılığıyla “sayabilmek, iyi “ruh hâletinin” belirtisidir. Oysa ruhu kararan için dış dünya, renksizlikle anlamdaş “külrengi”, “boz” bir hâl alır. Doğa, canlılığını yitirir; cılız hayvanlardan, kuru bitkilerden müteşekkil bir yığın olur. Renksizlik, “biçare, mânasız bir artık” olmanın da işaretidir (1970: 108). Rengi olmayan, kullanışsızdır, fazlalıktır. Eşyanın renksizliği, dokusuna da nüfuz eder; dağılmaya açık, işlevsiz, rutubetli, lime lime olur. O zaman rengin çok da satıhta bir keyfiyet olmadığı, eşyanın özüne dair bir görüngü olduğu ortaya çıkar. Ama renklerin arada solması, karanlıkta kaybolması, silinmesi de eşyanın özünden gelir. Rüya görmek, eşyayı yeni bir hülyanın, masalın içerisine yerleştirmek için karanlığa maruz kalma, renksizleşme zorunludur. Renklerde, görünür, vazıh olanda her zaman “karanlığın hissesi” vardır. Alacakaranlık içerisine girip çıkan eşya, izlenimci bir resimde gibi, yeni akislerle boyanır, yenilenir. Böylece rengine kavuşan atıl eşya, artık olmaktan kurtulur, yenilenmiş boyasıyla hayatın içine daha rahat yerleşir.
Sayfa 1177 - Özgür TaburoğluKitabı okudu
·
152 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.