Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

72 syf.
8/10 puan verdi
Tembellik Savunulabilir mi?
Tembellik Hakkı’nın çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum ve bunu sadece Lafargue özelinde de söylemiyorum; Tembellik ve Hak’lar temelinde de böyle bir iddiada bulunuyorum. Elbette Tembelliğe dair hakların temel kaynağı, insanların insafsızca çalışma koşullarına karşı bir tepkidir. 30. Sayfada da bahsedildiği üzere: “On iki saatlik çalışma, hem de ne çalışma! On iki yaşında olmayan çocuklara dayatılan çalışma!” Esasen Tembellik her ne kadar, hiçbir şey yapmama anlamında olsa -ki bu da insanı, örneğin bir köpekten farksız kılar- bu zorlu çalışma koşulları, doğal olarak çalışmaya karşı bir cephe oluşturmuştur. Bu da onun tam karşıtı olacağı anlamına gelebilir -ki burada eleştireceğim nokta da budur-. O halde çok çalışma veya daima çalışmanın karşıtı olan tepki de hiç çalışmama olacaktır. Bu da beraberinde hayvanca bir yaşamın övgüsünü getiriyor bu eserde. Oysa esasen buradaki durumu anlamak için belirli bir ayrımı; tembellik ile boş veya serbest zaman arasındaki farkları bilmek gerekiyor. Bu ayrım Antik Yunan’dan beri var ve bugün de bizzat aşinayız bu duruma. Etimolojik olarak Schole’den türeyen bu bakış açısına göre serbest zaman, tembellik gibi hiçbir şeyin yapılmadığı zamanlar değildir. Serbest zaman herhangi bir çıkar gözetmeden gerçekleştirilmeye değer etkinlikleri kapsar. Arendt’in deyişiyle, geçimimizi sağlamak gibi zorunluluk alanından ve gündelik hayatın monoton işleyişinden uzaklaşmaktır. O halde serbest zaman, hiçbir şey yapılmayan zaman değil, yapılan şeylerin herhangi bir zorlama olmaksızın, kişinin tercih ettiği şeyleri yaparak geçirdiği zamanlardır. Daha da anlaşılabilir olsun diye paragrafın başında da bahsettiğim aşinalığı açacak olursam: kelimelere ve seslendirilişlerindeki uyuma dikkat edin: Schole, school, okul… Bunlar tesadüfü olarak gerçekleşmiş şeyler değiller; gerçekten de birbirlerinden türemişlerdir. Tabi Schole’nin hemen ardına skolastik’i de sıkıştırmak kaydıyla… Bugün tüm dünyada var olan eğitim sisteminin temeli, skolastiklere dayanır. Yani sadece isim türemesi yoktur, aynı zamanda sistemin bizzat kendisi de oradan kaynağını alır. Dolayısıyla aslında okullar da serbest zamanın gerçekleştiği alanlardır. Çünkü ne matematik ne geometri ne de felsefe karın doyurur. Bunlar yaşamın devamlılığının zorunlu koşulları değillerdir. Tabi ki bunlarsız bir hayatın yaşanmaz olduğu da söylenebilir ama başka bağlamlarda… Ayrıca burada daha açıkça da belirtmek gerekir ki insan da bir hayvandır elbette. Burada insan-hayvan ayrımı daha çok insanı, diğer hayvan türlerinden ayıran kabiliyetlerine referanstır. Şimdi sanatsız, felsefesiz, geometrisiz; sadece yiyip içen ve ölümü bekleyen canlılarsak, hakikaten insanlık diye belirttiğimiz değerler toplamının ne anlamı kalır? Elbette insanın hayvandan beter olduğu iddiası ve isyanının da haklı gerekçeleri var. Ancak bu, daha geniş bir tartışma alanı gerektirdiği için girmiyorum o konuya. Hayvanla insan arasında bir hiyerarşi kurmanın öyle kolay ve doğru olmadığını, aksine tehlikeleri olabileceğini vurgulamakla şimdilik yetinelim… Buradaki fark insanın, diğer canlı türleriyle arasında yaşam farkı olduğudur. Peki Lafargue bu ayrımların önemini gözden kaçırmış, bir nefret ve fanatizmle duygularına yenik düşmüş ve insanları hayvanlaşmaya teşvik etmiş diyebilir miyiz? Motivasyonu ne olursa olsun, ister öfke, ister fanatizm… Ortaya çıkardığı sonuçları reddedip eleştirmek zorundayız. İkinci kısım ise haklar meselesidir… Haklar kendi içlerinde zorlu bir ayrımı gerektiriyor. Öncelikle onun doğal yapısıyla alakalı bir güçlük var. Ardından onun evrensel geçerlilik problemi var. Şimdi ilkini ele alalım: Haklar nasıl oluşurlar? Bir grup insan bir araya gelerek kendi aralarında nasıl yaşayacaklarına karar verirler: birarada yaşayacaksak, şunları yapalım, şunları da yapmayalım derler. Bu sınırlar içerisinde hareket etmenin kendisine de özgürlük diyoruz. İkinci mesele de buradan kaynaklanır. Eğer haklar sadece bu sınırlamayla kalırsa haksızlığın kaynağı olurlar. Çünkü böyle olursa, herkes bir araya gelir, kafalarına göre kurallar koyarlar. Oysa insan olmanın bir onuru da vardır. Ayrıca insan değişkendir ve yeni doğan nesiller bu anlaşmayı kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla evrensel bir dayanağa ihtiyacımız vardır; bunun beraberinde getirdiği tartışmalar ise “meşruiyet tartışmaları” başlığı altında yürütülürler. Antigone adlı eser, bunun bir örneğidir… Şimdi tembellik bir hak olarak sunulabilir mi? İnsanların, hayvan olmaya hakları var mıdır? Bunun sonucu elbette hoş değil ama soruyu bir başka şekilde de düşünmek zorundayız; insanları zorla insan olmaya teşvik etmek ne kadar insanidir? Belli ki herkesin felsefeyle, sanatla, edebiyatla uğraşma zorunluluğu söz konusu değildir. Bunlar kişilerin kişisel tercihleridir. Elbette insanlar boş zamanlarını, hiçbir şey yapmadan da geçirebilmelidirler. Ancak bunun övgüye değer bir şey olduğu da düşünülmemelidir. Elbette insanların tembellik etmeye de hakları vardır; ancak tembellik etmenin cezasını sadece kendileri göreceklerse… Örneğin kanunları öğrenme konusunda tembellik eden birisini düşünün. Şimdi bu kişinin istediği kişiyi öldürme hakkı olduğu savunulabilir mi? Veya hiç çalışmamanın beraberinde yoksullaşmayı getirdiği adil bir toplumu hayal edin… Burada tembellik, beraberinde yoksulluğu da getirecekse eğer, bu kişiye daha yüksek refah seviyesinde yaşaması için kaynak aktarılmalı mı yoksa tamamen ölüme mi terk edilmelidir? Şüphesiz günümüz sosyal devlet anlayışına bu da terstir. Koşullar ne olursa olsun, insanlar, insani yaşamın asgari düzeyinin altına düşürülmemelidirler. Fakat tembellere en üst düzeyde kaynak aktarılması da belli ki pek adil görünmüyor. Zaten bunun için bolluğun olması da zorunludur. Ancak tembellerden oluşmuş bir toplumun nasıl bolluğa sahip olacağı ayrı bir sorundur. Dolayısıyla tembelliğin bir hak olarak tanınması ve herkesin de bu haktan faydalanması söz konusu olursa, bu toplum nasıl geçimini sağlayacaktır? Hiçbir şey üretilmezse, tüketilecek bir şey de elde olmaz. O halde tam bir makineleşmeye geçmiş ütopik bir toplumsal düzende yaşamıyorsak, toplumun devamlılığı için de asgari çalışma düzeyi olmak zorundadır. Haklar daima talep edilmesi gereken şeylermiş gibi lanse ediliyor. Oysa her ne kadar tembellik de bir hak olsa da bu hakkı herkesin talep etmesi, insanca yaşanabilir bir toplum oluşturamaz. Sevdiğiniz sanatçıları, filozofları düşünün… Ya tembellik edip de o ürünleri ortaya koymasalardı? İzlediğiniz filmleri düşünün… Oyuncular bir sahneyi defalarca çekiyor, gecelerce uykusuz kalıyorlar… Sanatta felsefede her ne kadar insanın biyolojik yaşamı için zorunlu ürünler elde edilmese de bu etkinliklerden elde edilen ürünler olmadan yaşam çok daha tatsız, çok daha keyifsiz olurdu. Ayrıca kim samimi bir şekilde tembelliğin bir hak olduğunu söyleyebilir; kim samimi bir şekilde tembellik hakkını talep edebilir? Gerçekten tembel olan biri asla bu çabalara girişmez, hele hele kitap yazmaya hiç… Lafargue’nun tembelliği savunusunda samimi olan tek şey, kitabının sayfa sayılarının az olmasıdır. Yoksa tembelliği içselleştirmiş hiçbir dürüst insan, kitap yazacak kadar zahmetli bir işe kalkışmaz. Sonuç olarak her hakkın övgüye değer olduğunu, bize tanınan her hakkı talep etmek zorunda olduğumuzu ya da tembelliğin yüce bir değer olduğunu, değerli olan şeylerin parayla, metalarla sınırlandırılacağını sanmayalım. Bu yüzden para için veya hayvanca bir yaşam için değil, insanlığa bir katkıda bulunmak, güzellik katmak için çabalayalım. Keyifli Okumalar…
Tembellik Hakkı
Tembellik HakkıPaul Lafargue · Kırmızı Kedi Yayınları · 201410,1bin okunma
··
1.667 görüntüleme
Göksel ONAY okurunun profil resmi
Bu kitap hakkında Marx'ın söylediklerine dair bkz. : #138124311
Yeni Bir Okurun Gözünden okurunun profil resmi
Eseri yeni bitirdim ve kendimce bir inceleme yazdım. Fakat sizin incelemenizi okuduktan sonra kendi düşüncelerimi benden daha iyi bir şekilde yazıya döktüğünüzü fark ettim. Öncelikle incelemeniz ve emeğiniz için teşekkürler. Çok uzun ve ayrıntılı sorgulayıcı bir inceleme olmuş. Tembellik ve serbest zaman ayrımı yapılmalı ve hatta vurgulanmalıydı diye düşünüyorum. 13-15 saat çalışmalara karşı çıkmak için günde 3 saat çalışmanın savunulması hiç de mantıklı gelmedi bana. Özellikle hayat gittikçe komplike bir hale gelirken telefon tamircisinden kütüphaneciye, sağlıkçıdan tesisatçıya her konuda uzmana ihtiyacımız varken bunun yapılması pek de mümkün değildir. Kitap 2000 yıl önce yazılsa daha farklı yorumlanmalı tabii ama bu kadar yakın tarihte yazılan bir kitapta günde 3 saat çalışmanın toplumsal hayatı ne kadar olumsuz etkileyeceği düşünülmemiş gibi... Tekrar incelemeniz için düşüncelerime tercüman olduğunuz için teşekkür ederim. İyi okumalar dilerim.
Göksel ONAY okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 😊 Değindiğiniz noktalarda haklısınız ama benim 3 saat çalışma konusunda şüphelerim var. Bu çalışma insanı pek yormazken, insanı yabancılaşmaktan ve tecritten koruma işlevi görebilir. İnsanlar tamamen kendi hallerine bırakılsalar, tembelleşme ihtimali daha da artar bence. Ya da tamamen kendi içine kapanık bir yaşam sürebilirler. Günde 3 saat, en azından onların hayata karışmalarına vesile olarak bunu önleyebilir. Bu durum herkes için zorunlu olmasa da buna uygun kurulacak yeni bir düzende insanların değişimleri takip edilerek buna yönelik çeşitli önlemler de alınabilir. Sonuçta herkesin de 3 saat de olsa çalışması zorunlu değil; komünizm bunu savunmaz. Zaten yazar da ciddi ciddi tembelliği savunur, 3 saati ya da kitap okumayı falan bile değil... "Yan gelip yatmak isteyenleri rahat bırakın!" kitabıdır bu... Sizin incelemenizi de merak ettim, ilk fırsatta okuyacağım, keyifli okumalar 😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.