"yaralar vardır hayatta,ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar" diyerek başlar bir yok oluş. Belki de bugüne kadar okuduğum kitapların içinde en can alıcı başlangıç cümlesine sahip kitap.
İlk cümle ile beraber sizde başlıyorsunuz afyonu çekmeye ve gerçekler alemi ile rüyalar alemi arasında gidip gelmeye. Düşünüyorsunuz önce; odadan amcanın mı çıktığını, babanın mı çıktığını, ya da ikisinin de öptüğü kadının anneniz olduğunu. İlerliyor afyonun etkisi ve "kahpe"nin şehvetiyle sizlerde kavruluyorsunuz ve an geliyor o ihtiyarın kahkahasıyla irkiliyorsunuz. Kurtuluş ? Sonsuz huzur ? "yalan söylemeyen tek şeyin ölüm" olduğu bir yerde, "kapıyı bir ölü ağzı gibi açık bıraktıığı" yerde kurtuluş uzakta değildir.
Okurken ayaklarınız yerden kesiliyor. Zamanda kaybolup gidiyorsunuz, uyku ile uyanıklık halinde gidip geliyorsunuz. Behçet Necatigil'in mutheşem çevirisi ile bambaşka bir tat ile yoğrulmuş. Bu ve diğer bütün eserlerinin okunmasının "farz" olduğunu söylemek yersiz olmaz sanırım. Bu kadar içten bir kitap daha önce okumamıştım. Kitap çok karanlık ve o karanlık her sayfayı çevirişinizde sizleri daha derine sürüklüyor ve kitap bittiğinde o karanlıkta hapsolup kalıyorsunuz. Artık Sadık Hidayet'in esiri oluyorsunuz ya da "ölüm"ün.