Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

512 syf.
·
Puan vermedi
Nasıl ki bir durumu nitelemek için onun tanımının bilinmesi bir şarttır, aynı zamanda biz insanlara atfedilen ve hayat boyunca omuzlarımızda ağırlığınca da taşıdığımız kelimeleri, yüceltilişleri de bilmeli, tanımalıyız. Üstelik ne denli özgürlük naralarının atıldığı ve kişisel olarak atfettiğimiz kendimize özgü hayatların sahibi olsak da sormalıyız.. Özgürlük nedir ve elbet sorumuzu oluşturan, konumuzu oluşturan bir kıstas, Başarı nedir? Neyi niteler ve asıl soruyla, Başarı Kimdir? Yeryüzüne şöyle bir albenisiyle, o tüm parlak ışıklarıyla, elmaslara da benzetiyorum ya bazen, baktığımızda gördüğümüz şey nedir peki? Muhakkak ki gün üzere telaşına ve dahi kaygısına düştüğümüz bir mesele bulutların ardından göz kırpacaktır bize. Misal, gündüz vakitleri, açlıktan kırılan ve bizim hiç ilgilenmediğimiz kim bilir konumuzu dahi oluşturmayan bir kıtada ismini dahi bilmedikleri bir mısır tanesine benzetebiliriz göğü. Keyfimizde yerindeyse üstelik, bizi bekleyen bir sofra ve bir aile, başımızı sokacağımız bir yuva, bir çatı ve kemiklerimizi ısıtan bir sıcaklık varsa, özellikle havaların soğuduğu topraklarımızda.. Söyledim ya bu bizi ilgilendirmeyen ya da seni, aslında da beni, bizi ilgilendiren bir mevzu tam olarak. (...) Bakışlarını gökyüzünün elmaslarından, o büyüleyici semadan aldığın vakit veyahut çaldığın mı demeliyim, karşılaşmayı umduğun nedir peki? Ve farz edelim ki karşımızda Émile Zola var. İlk yapmaman gereken şey bir *arkadaş tavsiyesidir unutma, çağının sana taleplerin ölçütünde baş döndürücü bir hızla sunduğu ve karşılık olarak sade ve sadece düşünmemeni, en verimli çağındayken üstelik, gençliğinde, nesillerinin bir meşalesi de vazifesindeyken sorgulamamayı öğütlemesidir ve senin yazardan sakın bu hususla bir imza isteğin ki olmasın. İmza bir kimliktir, bir devamlılıktır ve bir söz verme biçimidir ve bak, kitabın yere düşmüş, aslında da yerdeydi, çamurların içinde, kömür karası, mevsimine küsmüş bir iklimin, çocukların yanaklarındaki pembede solmuş bir iklimin nefessiz gölgesinde... Yerin bilinmeyecek raddesiyle de altındayız. Klostrofobinin hükmünün geçmediği bir mekanda. Astım krizlerinin tetiklediğini söylüyorsan veyahut eteklerinin çamurlardan da çamur beğeneceğini korkma, bak beyazca bir kuş, orada, kafesinde ölmemek için, ölmemen için çırpınıyor. O yaşadıkça sen de yaşayacaksın, o nefes aldıkça kirlenmeden ve dahi kirletmeden sen de var olacaksın. O yüzden ellerindeki ve gözlerini kaplayan bu yüzyıllık lekeyi silmeye çalışma. Bak sen de bizdensin ve yazarın tuttuğu ışık, yetersiz kalıyor. Korkma! Sen de bizdensin arkadaşım. Biz, eşittir sensin. Yer üstünde olduğu kadar yer altında da binbir zorlukla karşılaşmaya alışıktır denilir kadın... Güçlüdür, güçlüyüzdür elbet. Bir tohumdan, nice tohumları eviririz, göğsümüzde büyütürüz gecelerce günlerce, parlak bir semanın güvencesine emanet ederiz. İnanırız. Ve Korkma! Korkmayız zira senin, belki yaşıtımız oldun kimi gün, belki babamız, atamız bildiğimiz bir zamanın insanıydın, o bilgeliği bir kabuk gibi sende eksik kalmış olan... Korkma! Korkmayız, çarpık, çarpıtılmış ve bizi yer altında dahi kendi içimize, içinin çürümüş mezarlığında hapsetmeye uğraşan sen ve senin gibilerinin utanmazlığından. Ve yeri yoktur. İnanmayız! Ne hak yiyen, ne insanı, çoluk çocuk yaşlı demeden çiğneyen, kendinde bir hakkın iddiasını zamanla biçen, zaman öğütücülerinden... Unutma, korkmayız biz arkadaşım. Biz seniz, sen bizsin çünkü. (...) Gün gelir evladımıza, senin çocuğuna üstelik, yarınına, o kendine layık olarak görmediğin birçok şeyi onun için tasarladığın dünyaya ölçtüğün kıymeti bulamayız. Adı zamandır, adı dönemdir ve çağdır, adı savaştır bir uğultunun ki. Ve dünya aslında Parçalanmış Uğultular Ülkesidir. Gün gelir ya duyamaz çocuğun ama sen duymaktan da korkma ve gözlerini de alabildiğine aç zira şu an, şimdi alışman gereken, bilmen gereken ve unutmaman gereken, aslolan kalbinde bir umudu büyüttüğün, insanı yeşerttiğin ve ona kendini, insanlığınla da anlatacak olduğun ülkendir. Korkma ki bu eller, ellerin, ellerimiz çocuklarımıza topraklarımızla nice yarınlar ve umutlar biçebilecek gücündedir. Ellerinden bir avuç toprağını almak isteyenden ise kork daima ve asla kanma, bir başka topraktan, farz et ki cennetten vadedilmiş sana. Yok mudur onun içinde alnının teri, yok mudur onun içinde arkadaşının, kardeşinin, atanın alın teri sakın göz değdirme ve kork asıl o zaman, onlara kandığın ve onlardan olduğun zaman! Onlar ki cürümlerinde yüzyıllardır biz insanların kanıyla beslenmiş korkuluklardır ve tanımlar, nitelikler, hafızandaki o her bir anı ve sofraya konulan o bir tabak ki Gör bak ONUN İÇİNDİR! İzin verme, müsade etme ve aymazlığa düşme. Bu topraklar, ellerin ki ellerin senindir! Ve ellerim seninledir arkadaşım! (...) Bu çağ, bu zaman uğultuların zamanıdır ve sisleri çoktur, farksız değildir yer altı yer üstünden. Farklı olarak nitelendirilir ve sana bana ilk öğretilen şey de en çok budur, farktır ve eşitliğe, eşitliğin ezberlenilen tanım boşluğuna koyulmak istenilen, beklenilen yine hep sensindir. İzin verme. (...) Kan tükürüyorsun arkadaşım, Kömür tükürüyorsun. Kömürü var ediyorsun aslında ve oluşturuyorsun onda kendini, kendinde çürüyerek. Ceplere giriyorsun, adları değiştiriyorsun. Kimi zaman ben gibi bir kadın, kimi zaman sen gibi yüreklice bir erkek oluyorsun. Yüreğini ki kollamalısın arkadaşım. Güzelliğini, ışığını bundan alıyorsun... İnsan söylediklerinden olduğu kadar sustuklarından da sorumludur, diyorlar... duyuyor musun? Ve sormalıyım, sen ki sustuklarından ne denli sorumlusun? Başını bir kenara çekip sadece dua eden ve de yuhalayan bir kesimden misin dünya ağladığında bir çocuğun gözlerinde ve işte bak kış, mevsim birazda bu yüzden; yoksa elini taşın, dünyanın tam da dibine o nice elleri, nice aymazlıkları yerinden edercesine tutan(lar)dan mısın? Ellerinin karşılığında bulacaksın bu elleri. Ellerinin karşılığında bulacaksın hep duyduğun ve senden önce de var olagelmiş zamanın, bilgeliğin ve gerçekliğin, sevginin ki ellerini... " Dünyayı değiştirmek bin yıl ister," diyorlar ya bu sefer... işitiyor musun? Dinleme onları! Bak ki ellerin ellerimdedir, bak ki biz birken birlikteyken öyle güçlüyüzdür. Ve yerin altı yerin üstünden daha adaletsizdir, bilinmezdir, bir girdap safsatasıyla.. İnanma onlara! Bak ki ellerin karayken, senin ellerinken ve alnının teri asıl bir pırlantayken, hiçbir sofrada ve kursakta da layığını bulamayacak olan, benimdir, bizimdir. Kendini kolla, umudunu kolla, yüreğimi kolla arkadaşım... (...) Yerli yersiz bir ışıkla, derinlik ne denli olursa olsun.. Çağırıyor ya bir ses nice zamandır, duyuyor musun, ışıkla! 'İşte orada Émile Zola, gel diyor, gel ki aydınlığa çıkalım birlikte. Gel ki bir kitap esasında bak, çamur dahi beyaz, bizden bir yağmurla durmuyor üzerinde. Bak her şey tertemiz ve ferah...' Bir ay ki tıpkı insan gözleri gibi; elmaslar, yakutlar, zümrütler, pırlantalar gibi parlıyor bir gecede... Aldırma onlara! Yazar bizimledir, yazar bizizdir ve asıl öğretilmek istenen de o nice kitaplarla, düşüncelerle ve dahi fikir fırtınalarıyla, hayranlıklarımızla bizizdir. " Zaman insandır, İnsan iyiyse zaman iyidir, İnsan kötüyse, zaman kötüdür " rotasıyla da... Gör ki UYAN! Seni uykulardan uykulara, Tatlı düşlerden düşlere ve başarılardan Başarılara götüren, Gün gelip ellerini yumruk kılarak hasmını dövdüren; kardeşini sen de, ben de kırdıran, Gün gelip tam bileğimizden de eden ve yokmuşuzcasına bizi biz de belleten kimdir? (...) Uyan. Ellerini bu denli kara bir kana bulatan, Ve seni ekmeğinden, suyundan, senden eden KİMDİR? arkadaşım, hatırladın mı beni? arkadaşım unutma beni. Arkadaşım. *arkadaş: Eserde omuzlarında hissettiğin ellerimdir. Düştüğünde ve dahi kalktığında karşında bulacağın gözlerimdir. Ve yüreğimdir, yüreğinden bir kuşun göğüs kafesini her seferinde umutla, inançla ve de ellerimizle yoklayacak olduğu... .... Émile Zola.. ismini özellikle Germinal eseriyle sıklıkla gördüğüm lakin tanışma güzelliğine –tanımak dahi bir merhaledir elbet – yeni yeni ulaşabildiğim bir yazar ve düşünce. Nasıl ki bir eseri sadece bir eser olarak nitelendirmemiz güçtür ve imkansızdır, aynı şekilde bir düşünce de okunulup, anlaşılıp, dinlenilip bir kenara koyulabilen bir çeşitlilikte değildir. Yaşanmışlık denilen bir faktör vardır ki tüm ihtimalleri kökleriyle söküp atar ve yalnızca vicdana, bir mürekkebin bitimiyle üstelik o nice vicdanlara, filizlenişine doğru yol alır. Ve Germinal.. Tutkusuyla, aykırılığıyla, yaşanmışlığıyla ve ne yazık ki ders alınamamış o paydasıyla unutamayacağım bir eser. Ders alınamayacak paydasıyla zira bana dokunmayan yılan bin yaşasın düsturunda, iş kendisine dokunduğu vakit pekala insandan ve haklarından bahsedebilen, çektiği durumları, onurlu bir insanın haliyle eş bir hal ile de bir kılabileceğini düşenen kişiler ve halleri ki bu kelam olduğu kadar vicdandan da pekala uzaktır... Ve muhakkak ki yazar, gerçek bir yazar, vicdanlı ve hakkaniyet sahibi bir yazar, sadece kendi dönemini ve ve dönemleri kuşatan bir ilhamla değil, aynı zamanda bir o kadar özverili bir kaygıyla, o toplumu silkeleyerek, kendine getirmek adına da yine kendini iğretiliğiyle öğütleyecektir... Ve inanıyorum ki vicdanlı bir insanın yazarın bu kaygısına eş düşen kaygısı ve hali onu bir ekmek üzerinde, bir düşünce üzerinde ve bir zaman üzerinde de düşüncelere sevk edecektir... Neredeyse her sayfasında notlar düştüğüm, Kendime bir arkadaş kıldığım bu eserde biliyorum; Bir annenin ailesi için kızıyla birlikte o bir parça tereyağını hazırlarken açlık ve sefalette, ölümün o soğuk ve ıssız kokusuna karşı hiçbir şeyi anlatamayacağımı. Biliyorum bu yoksunlukta ve kimsesizlikte, bu yalnızlıkta, evin babasının, o sarsılmaz çınarın yemesi gereken ve tek tük denk gelebilen bir parça etin çocukların gözlerinde parıldayan umut pırıltısını... Bir evin, evlerin birer birer ışıklarının sönüşünü. Ve insanın hangi koşulların içerisinde olursa olsun o zalim yapısını, Bunu değiştirmesi gerektiğini ve asıl olanın ise kendisini tanıması, bilmesi, sevmesi üzerindeki gerekliliği. Kendinden korkmamasını, bir çözümü. Ahlaksızlıkları, utanmazlıkları. Ve Aşkı... Ve benim bir kadının o her seferinde küllerinden doğarak kendini yinelediği aşkı... Ne denli güçlü olduğunu bir kez daha fark etmesi gerektiğini ve bunun aksi olduğunda, kendine inanmadığında ise bükülen belinin bir başka erkekte belirsiz bir umutla da düzelemeyeceğini. Önce kendisinin iyi olmasını, sonra erkeğinde, sevdiğinde var kıldığı o gücün aydınlık yinelenişini.. Nasıl ki bir tohumu ekmek için toprağa onun mesafesinde eğilmek, saygı göstermek gereklidir ona. Bizden küçüktür, bir bilinmez içindedir lakin umut olur ve belki bir çınarın, o nice çınarların da ülküsü ve ülkesidir... Özellikle Yordam Yayınlarından eseri okumanızı diliyorum ve ayırdığınız zaman için ve aslında arkadaşlığınız için, teşekkür ediyorum :) Saygı ve sevgilerimle... soundcloud.com/noemibolojan/bl...
Germinal
GerminalEmile Zola · Yordam Kitap · 201610,8bin okunma
··
3.194 görüntüleme
Eylül Türk okurunun profil resmi
Şu satırları yazarken ne kadar hırpalandığını düşündüm de, eseri okurken ne hale geldin kimbilir!.. Hugo von Hofmannsthal'ın dizeleri oldukça sarsıcıdır, şöyle der; "Unutulmuş halkların yorgunluğunu gözkapaklarımdan atamıyorum. Ne de koruyabiliyorum ürkmüş ruhumu Uzak yıldızların sessiz düşüşünden." İncelemeyi okurken zihnimde bu cümleler belirdi, yorgunluklarımızdan ve hissizliğimizden kurtarabilirsek kendimizi belki diğerinin uçurumdan itilmesini görme zahmetinde bulunuruz. Duyarsızlığımızın kök hücreleri modern tıbbın stoklarına emanet... Modern tıp demişken, öyle herkesin harcı değil, bir milyardan fazla insan hâlâ gözlerini tıbbın en basit olanaklarından bile mahrum bir dünyaya açıyor yirmibirinci yy. da... Hattâ ilaç alacak parası olan ülkelerin sağlık sorunlarına eğilen ilaç firmaları; Alzheimer, obezite, depresyon gibi hastalıkların ilaçlarını geliştirmek için yatırımlarını artırırken, ilaç alacak gücü olamayan ülkelerin sağlık sorunlarını ciddiye bile almıyor. Oysa Afrika'da tropikal hastalıklardan toplu ölümler gerçekleşiyor. Şu an yaşanan aşılarla ilgili korkunç uygulamaları anmak bile istemiyorum, yeterince üzüldük bunlara şahit olurken, kanımız dondu. İncelemenin son cümlesine vardığımda boğazımı yakan kömür kokusu hayret vericiydi... Keşke hep böyle uzun uzun yazsan Gülbeşekerim, zamanına, ömrüne bereket...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.