Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

224 syf.
9/10 puan verdi
Benden Önce Bir Başkası
Ah Nurdan Gürbilek, sayfalarca yazsan, hiç bıkmadan, yorulmadan, şevkle okusam seni, başa sarsam, bir daha bir daha okusam, okumalara doymasam...Öyle ki nitelikli, öyle ki donanımlı, öyle ki mükemmelsin! Gürbilek'in alanında en iyilerinden biri olduğunu kanıtlayan bu eseri, kendi tabiriyle "Bir yazarı, bir başka yazarın ışığında okuyan denemelerden oluşuyor. Bir yapıta, bir başkasının ışığında bakan ikili okumalar." Girişteki bu söylemi ile, ilerleyen sayfalarda, okuyucusuna metinlerarası diyalog tekniği ile harmanlanmış nefis bir karşılaştırmalı edebiyat şöleni sunacağının sinyallerini de vermiş oluyor. Edebi anlamda birçok deneme, inceleme ve eleştiri okumuş bir okur olarak, yazarın bu çerçevede, edebiyat dünyasına çok farklı bir yaklaşım getirdiği gerçeğinin altını da hususi çizmem gerekiyor. Öncelikle değinmek istediğim konu, kitabın ismi. "Her yazar, kendinden önce dokunmuş bir metne, bir düğüm daha atar." cümlesini kitabının başköşesine yerleştiren Gürbilek, Edip Cansever'in "Yerçekimli Karanfil" şiirinin dizelerinden aldığı ilham ile devam ediyor. Karanfil elden ele geçer; Gogol Dostoyevski'ye verir, Dostoyevski Kafka'ya geçirir, Kafka Oğuz Atay'a uzatır, Oğuz Atay yanındakine. Metinler böyle böyle çoğalır. edebiyat böyle zenginleşir... "Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte, Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel, O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele..." Denemelere konu olan ikili ve çapraz okumalar, gerek Dünya, gerekse Türk edebiyatının usta yazarları üzerinden yapılmış. Son bölümde devreye sokulan Orhan Koçak detayı ise metinlere farklı bir bakış açısı getirmiş. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını Kafka'nın Dönüşüm'üyle, Kafka'nın Babama Mektup'unu Oğuz Atay'ın Babama Mektup'uyla, Tanpınar'ın Günlükler'ini Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ıyla, Walter Benjamin'in Pasajlar'ını Tanpınar'ın Beş Şehir'iyle birlikte çapraz şekilde; Peyami Safa'nın Şark Nedir'ini Cemil Meriç'in Bu Ülke'siyle, Cemil Meriç'in Bu Ülke'sini Edward Said'in Şarkiyatçılık'ıyla birlikte ikili okuyan Gürbilek, tespitlerini aktarırken "her eserin kendine göre bir doğrusu olduğu" gibi gevşek bir önermeden yola çıkmadığını belirtiyor. Böyle bir tutumun, eser ve yazar kayırmacılığına gireceğini savunduğu için, ilgili eserleri fikirsel ve biçimsel olarak kıyaslama yoluna gidiyor. Her bölüme ayrı ayrı değinmem halinde tanıtımım sayfalar süreceği için, ilk iki bölüm hakkında birkaç cümle (!) yazmakla, aktarmakla yetineceğim. (Diğer bölümlerde bahsi geçen Walter Benjamin ve Edward Said kitaplarını okumamış olmamın da yetkinsizliği var tabii bu durumda!) Kafka'nın Böceği adlı ilk bölümde, edebi metinlerde kendine belirgin yer bulmuş olan böcek metaforları üzerine nefis tespitler okuyoruz. Haliyle akıllara ilk etapta Kafka'nın Dönüşüm'ü geliyor lakin yazar bu tabuyu yerle bir ediyor. Şöyle ki; Dostoyevski'nin, İkiz adlı kitabının karakterlerinden Golyadkin, yüksek rütbeli bir subayın yanında kendini bir böcekmiş gibi hisseder. (İkiz, Türkçe'de yaygın olarak Öteki adıyla bilinen kitabıdır.) Suç ve Ceza'da, bir böcek değil, bir insan olduğunu kanıtlamak için kan döker Raskolnikov. İnsana insan kanı dökmemesini emreden yasayı hiçe sayarak yazgısını değiştirecek, kötü, zararlı, iğrenç bir biti ortadan kaldırarak kendini böcek yığınlarından ayıracak, yasaya boyun eğen bir böcek değil, kendi yasasını kendi koyacak kadar güçlü biri, bir Napolyon olduğunu gösterecektir. Yeraltından Notlar'ın anlatıcısı, subay Zverkov'un kendisine iğrenç bir böceğe bakar gibi baktığını düşünür. Karamazov Kardeşler'de baba Karamazov, oğlu Dimitri'yi bir hamamböceği gibi ezeceğini söyler. Çünkü baba, şehvet anlarında çevresindekilere, zararlı böcekler gibi davranan bir karakterdir. Babanın bu tavrı karşısında oğlunun kendini aşağılık bir tahtakurusuna, açgözlü bir örümceğe benzetmesi kaçınılmaz olur. İnsancıklar'da Devuşkin başkaları tarafından aşağılandığı için kendi gözünde bir fareye dönüşür. Ölü Evinden Anılar'da mahkumlar birbirlerine, önemsiz bir böcek türünü inceliyormuş gibi bakıyordur. Yalnız böcek de değil; sinek, fare, solucan. Hepsi de aşağılanmışlığın temel mecazları olarak Dostoyevski romanlarında yerlerini almıştır. Benzer metafor kullanımına Gogol'da da rastlamaktayız. Burun'un, Bir Delinin Hatıra Defteri'nin, Palto'nun kahramanları soyluluk hayalleri kuran, ama başkalarının gözünde bir dilenci ya da sinek kadar değeri olmayan küçük memurlardır. Palto'nun Akaki Akakiyeviç'i adi bir sineği mikroskop altında inceleyen tabiat bilginlerinin bile ilgisini çekmeyen, çalıştığı dairedeki odacıların gözünde havada uçan sinek kadar değersiz biridir. Ve tabii ki Kafka... "Sevgili Felice'sine yazdığı mektuplardan, Dostoyevski'yi ne denli sevdiğini ve kendisine yakın bulduğunu anladığımız Kafka, günlüklerinde böyle bir etkileşimden bahsetmiyor. Eserlerindeki benzerliklerin ne kadarının bir yakınlığın, ne kadarının bir etkilenmenin ürünü olduğunu, bir etkilenme varsa bunun ne kadarının bilinçli göndermeler, ne kadarının okunmuş bir yapıtın o kadar bilinçli olmayan yankıları olduğunu tam bilemeyiz. Lakin ben, Günlükler'i hariç, Kafka külliyatını tamamlamış sadık ve hayran bir okuru olarak, yarattığı kurgular açısından baktığımda Dostoyevski'den ziyade babasından etkilendiği kanısındayım. Babama Mektup'unu okuyan ve Kafka'nın yüreğini görüp, hücrelerine inebilen her okurun da paralel düşüneceğine eminim. Hani, baba Hermann Kafka, yanında tezgahtarlık yapan ve tıpkı oğlu Franz gibi bedensel zaafları ve ciğer rahatsızlığı olan elemanını ''Geberesice hasta köpek! "diye azarlıyor ya...Siz sanıyor musunuz ki o hakaretler yerine ulaşmıyor, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali...Klasik çocukluk ve gençlik buhranları, kendisine dayatılan fabrika, ev, büro üçgenin arasına sıkışıp kalınmışlık...Ve neticesinde ; "Kafkaesk" düşünme tarzı...Gücünü kısmen bundan, çocukluğun mecaz öncesi düşüncesinde ısrarlı, bilinçli bir yazar tavrına dönüştürmüş olmasından alır. Bu mecazsızlıkta yalnızca psikanalizin sonuçlarının değil, mecazi olan her şeyin sahiden geçerli olduğunda ne olacağını araştırma isteği sezilir. Mecazi dilin bize bir yandan anlatıp bir yandan örttüğü olgu, şiddeti apaçık gösterme isteği! Karşılaştırmalı edebiyat bağlamında bu iki isme bakacak olursak...Dostoyevski romanlarında akılcılık, ilerleme, doğa yasaları ya da din olguları gibi, yeraltı olgusu da düşünsel-duygusal içeriğiyle karşımıza çıkar. Dostoyevski'deki şiddetli yeraltı pathosu Kafka'da yerini, olan biteni dışarıdan gören bir göze, neredeyse kupkuru bir anlatıma bırakır. Güçsüzlüğü gururuna yediremeyenin değil, daha baştan üstlenmiş olanın dakik anlatımı... Tekinsizin kural dışı değil düpedüz kural olduğu, aklı olanın her zaman çoktan akılalmaz olduğu, yargının suçtan önce geldiği, insanın erişilemez bir hükmün içinde zaten çoktan hapis olduğu bir dünya. Cezasını arayan suçun değil, suçunu arayan cezanın; kafesini arayan kuşun değil, kuşunu arayan kafesin dünyası. Duygu yok, denemez. Yine de Dostoyevski'nin insan bilincinin çelişik katmanlarına gömülmüş patetik bakışının yerini, Kafka'da kişilerin ne hissettiğinden çok, gücün nasıl işlediğini; suçun psikolojik nedenlerinden çok, cezanın nasıl iş gördüğünü gösteren bir anlatım alır. İnsan toplumunu sanki bir krokide olduğu gibi kuşbakışı algılayan bir göz. Bir güç psikolojisinden çok, aygıta dönüşmüş gücün analizi... Dostoyevski'nin böceği yarım asır yerin altında bekledikten sonra Kafka'da yeniden dirilir. Kafka'nın babaya yazdığı mektup sahibini bulamaz; ustaya yazdığı hedefi kalbinden vurur. Sonradan gelenin öncekini değiştirdiği an: Kafka'nın böceği olmasaydı, hayalle kabusu iç içe geçiren bu tuhaf yaratıktan bu kadar etkilenmemiş olsaydık, Dostoyevski'nin hemen her romanında dolaşan tahtakurularını, bardağın dibinde çaresizce debelenen hamamböceklerini; böcek gibi kabuklu, akrep gibi zehirli, yılan gibi kıvrılan böceğimsi sürüngenleri, yeraltı trajedisinde adım adım açılan bu Kafkaesk dünyayı belki de hiç fark etmeyecektik. Değinmek istediğim ikinci bölüm, Babalar ve Ustalar başlığı altında, edebi metinlerde vücut bulmuş baba ve oğul ilişkilerini irdelemekte. Metnin özüne, Oğuz Atay ve Kafka'nın babaları için kaleme aldıkları mektuplar hakim. Burada bir konuda yazarla hemfikirim. Şöyle ki; Atay'ın ilgili mektupları, edebiyat dünyasında baba-oğul ilişkisi üzerine yazılmış en çarpıcı, en sarsıcı metinlere örnek teşkil etmiyor. Sophokles'in Kral Oidipus'undan, Shakespeare'in Hamlet'inden, Turgenyev'in Babalar ve Oğullar'ından, Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'inden, Kafka'nın Babama Mektup'undan sonra Atay'ın Babama Mektup'unun bizi olağanüstü düzeyde etkilemesi, düşündürtmesi biraz zor. Hele hele Freud'un baba-oğul savaşının ardından peyda olan Oidipus Kompleksi 'nden sonra oldukça imkansız... Oğuz Atay, romanlarında kahramanlarının iç dünyasını bir yandan psikanaliz bir bakış açısıyla kurcalarken, bir yandan da psikanalizin temel kavramlarıyla dalga geçer. Metinlerinde, edebi ve bilinçsel olarak feyiz aldığını sürekli hissettiğimiz Dostoyevski ve Kafka ile bir kesişim kümesi oluşturur. Lakin babasına olan mektubunda, diğer eserlerinde olduğu gibi Dostoyevski ya da Kafka'ya değil, direkt babası Cemil Bey'e seslenir, biraz da Freud'a sataşır. Babasının milletvekili olması konusuna, sistem eleştirisi içeren şu sözle açıklık getirir: "Olgunluk çağı döneminde, ülkeyi yönetenler daha kalabalıkmış gibi görünsün diye, taşradan getirilerek onların arasında yer aldın." Şiir sevmeyen, roman okumayı zaman kaybı olarak gören, müzik başını ağrıtan, resmi yok sayan bir baba imgesine mektup yazar. Kafka'nın fazla güçlü babasının yerini Atay'da daha güçsüz, en azından daha silik bir figür; korkutucu değil, empatiye muhtaç; bu kez saygı değil, anlayış bekleyen bir baba almıştır. Bunun esas nedeni, dünya haritasının üzerine boydan boya uzanmış figürün bu kez canlı değil, ölü olmasıdır. (Bilindiği üzere Kafka babasını, dünya haritasına uzanmış bir canavara benzetirdi.) Bu ayrım da Tutunamayanlar'da, Selim'in - azgelişmiş bir babanın azgelişmiş oğlu-olarak konumlandırılmasına sebebiyet veriyor. Şahsi olarak her iki baba karakterinin de çok güçlü olduklarını düşünüyorum ben. Babaların aşırı gücü nedeniyle, oğulların ürkek birer yaratığa evrilmeleri halleri...Atay'da baba "fazla güçlü" olmadığı için mi büyüyebilmiştir oğul, yoksa sonunda büyüdüğü için mi onu çaresizliği içinde, bir "yarımyamalak" olarak görebilmiştir? Büyüdüğümüz için mi parçalanıyoruz; yoksa "içimizdeki bazıları"na katlanabildiğimiz için mi büyüyoruz? Cevap ne olursa olsun büyümek dediğimiz şey bize acı çektiren yakınlarımızın da bir zamanlar çocuk olduğunu, o halde acı çektiğini fark etmek demek. Her zaman büyümek zorunda değiliz; edebiyatta hiç değil! Sevgili Nurdan Gürbilek, eline, emeğine, yüreğine, kalemine sağlık. Ömrün uzun ve bereketli olsun...
Benden Önce Bir Başkası
Benden Önce Bir BaşkasıNurdan Gürbilek · Metis Yayınları · 2016136 okunma
··
3.035 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Ah arkadaşım senin de kalemine sağlık, ne güzel bir inceleme yazmışsın👏. Nurdan Gürbilek'i ben de çok seviyorum, bu kitabı da listemde. Demek bahsi geçen tüm eserleri okumam lazım öncesinde...
Gönül. okurunun profil resmi
"Karanfil" benim de zihnime geçti şimdi:)) Bu dopdolu incelemenden anlaşılıyor ki muazzam bir metinle karşı karşıyayız. Mutlaka okuyacağım, eline sağlık⚘
Seda okurunun profil resmi
Sağ olasın Gönül. Ama dediğim gibi önce metinlerde bahsi geçen kitaplar okunmalı, ben biraz acele etmişim:))
1 sonraki yanıtı göster
Anna K. okurunun profil resmi
Yazarı ilk defa duydum ama epey merak ettim incelemenizi okuyunca.. Başka hangi kitaplarını önerirsiniz ya da ilk okunmalı dediğiniz bir kitabı var mı?
Seda okurunun profil resmi
Tüm külliyatını okumadığım için şu eserle başlanmalı, diye bir öneri getirmem uygun olmaz. Lakin ben
Sessizin Payı
Sessizin Payı
bu kitap ile başlayıp, çok da hoşnut kalmıştım. Keyifli okumalar dilerim şimdiden...
1 sonraki yanıtı göster
Rîndkeş okurunun profil resmi
Nurdan Gürbilek adlı mucize kadın, güzel insanlardan bahsetmiş. Seda hocam da hey millet bilin okuyun diye bizleri haberdar etmiş. Kalemine sağlık iyi etmiş 🌼🌼
Seda okurunun profil resmi
Eksik olma Hoca'm, inan yorumunu yeni gördüm, kusuruma bakmayasın.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.