Gönderi

XIX. YÜZYIL ressamlarından William Holman Hunt'm ünlü bir tablosü vardır. Ressam, geceleyin elindeki fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adamın göründüğü bu tabloya "Kâinatın Işığı" adını vermiştir. Resimdeki adam serbest kalan eliyle bir kapıya vurmakta ve içeriden gelecek cevabı beklemektedir. Rivayet edilir ki bu tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni ressama dönerek takılmış: "Güzel bir tablo üstat, lâkin mânâsım bir türlü kavrayamadım; adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak gibi duruyor, çünkü kapıya bir tokmak takmayı unutmuşsunuz..." Ressamın cevabı eleştirmenin yüzünde bir mahcubiyet kızarıklığına yol açmış: "Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki azizim; bu kapı, insan kalbini temsil ediyor. Yalnızca içeriden açılabildiği için dışında tokmağa ihtiyaç yoktur."Bir kalbi, üstelik de yalnızca içeriden açılan bir kalbi kilitli tutmak için duygusuz olmak lâzımdır. O kalp ki yalnızca duygu pompalamıyor; biz farkında olmasak da asıl işi kan pompalamak. Onu "tertemiz" görmek isteyişimiz, temizliğiyle övünmemiz veya temiz kalplileri tercih etmemiz, belki de kanımızı bıkmadan yorulmadan temizleyip durduğu için, kim bilir? Temiz kalp elbette çok değerli ama bazılarında olduğu gibi içeriden kilitleyecek kadar som altından yapılmış değil, sonuçta o da bir et parçası. Kırıldığına bakmayın, pıhtılaşmış kanı kuşatan bir kas yığını işte. Kan ağladığı, kanadığı veya kanattığı ise hep kanla dolu oluşundan kinâye. Bazen karardığı veya parladığı söylenir, aldanmayın, o da bir mecazdan ibaret, ne parlıyor ne de kararıyor. Kararmadığının delili, dıştan koyu kahve, içten koyu kan kırmızı renge sahip oluşu. Üstelik bu rengi hiç değişmiyor.Yine de kalp bu... Seviyor ama okşamak için elleri yok. Tıbben ağrıması mümkün değil ama bir şekilde ağrıyor işte. Beyne musallat olan migrenden daha şiddetli bir ağrısı var. Hafızası da beyin hafızasından daha kuvvetli. Ayaklarımızın veya beyin hücrelerimizin bizi götüremediği yerlere kadar götürdüğü biliniyor ama asla ne kendisi bir taşıma aracı ne de bizden taşıma ücreti talep ediyor. Biz onu terk etmezsek o bizi terk etmiyor. Nadiren de olsa sahibine iyilik yapacağı tutarsa cildine güzellik, yüzüne aydınlık, saçma parlaklık, gamzelere keskinlik katarak bunu gösteriyor ve sahibine yaşadığım bütün hakikatiyle hissettiriyor.6 Bedendeki diğer organlar, söz gelimi böbrek, karaciğer, akciğer öyle kendi hallerinde diğer organlarla uyum içinde çalışırken bizimki birden düzeni bozup her şeyi allak bullak ediveriyor. Hatta sevgiden aç bırakıldığında sol böğrümüzdeki yerinde bir boşluk hissi bile bırakıyor. Bazıları onun yorulduğundan şikâyet ediyorlar ama biz bu yorulmanın çalışmaktan olmadığını biliyoruz. Yorulsa günde yüz binden ziyade kasılıp gevşemeye devam eder miydi? Eğer yorulsa Allah'ın günü bunca yorgunluğa kalp mi dayanırdı? Kalp işte... Sevmek ve sevilmek istemesi asla şımarıklığından değil, damarlarındaki asil kandan. Akıl ile çatışıp durması geçimsizliğinden değil, bilakis hilesiz, hakikatli ve hasbî oluşundan. Uzmanlar en iyi yaptığı işin unutmamak olduğunu bildiriyorlar; lâkin bir beyni de yok. Eşyanın hakikatini, perdenin ardını, gizlinin içindekini görüyor ama bir gözden de mahrum. Buna rağmen gözsüzlere göz o, kulaksızlara kulak o ve dilsizlere dil o. Kelimesiz ve hecesiz konuşan; sessiz ve sözsüz işiten...Kalptir bu... Anatomi atlaslarında karşımıza organik bir kas dokusu olarak çıkar. Üstelik biz onu göğsün sol tarafında biliriz. Oysa iki göğsümüzün arasmda, sola yakın kısımdadır. Bir organ olarak işlevini yaptığı zamanlar her şey çok yeknesaktır, alışılmıştır ve sıradandır. Söz gelimi biz bunları düşünürken veya okurken o her zamanki yalınlığıyla kan pompalamaya devam etmektedir. İçinde benzeşen boyutta katmanlar mevcuttur. Dıştan bakanlar için yapısı çok basittir ama kardiyologlar için karmaşıktan da karmaşık bir mucizedir. Frekanslar üretircesine çalışmakta ve kuantumculann bahsettiği evrenin frekansıyla uyumlu bir yapı sergilemektedir. Bu frekanslar o daha ana rahminde "Ol!" denildiği ve oluşuverdiği gün başlamış ve bugüne kadar gelmiştir. Kalbimizin durmadan kasılıp genişlemesi aslında içimizden evrene dağılan bir yayın frekansı, bir radar dalgasıdır. Ürettiği manyetik alanın beynin-kinden beş bin kat büyük olduğunu biliyor muydunuz? Yani biz farkında olsak veya olmasak, kalbimizin kendine göre bir bilinci var ve ürettiği manyetik frekanslarla beynimiz dahil bütün bedenimizi kontrolde tutabiliyor.
·
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.