Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

124 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
“Ağrıdağının yamacında bir göl vardır. Bir harman yeri büyüklüğündedir. Suları som mavidir. Her yıl, bahar dünyaya yürüdüğünde, bir sabah, daha gün doğmadan Ağrıdağının tekmil çobanları bu göle gelirler. Gölün kırmızı kayalıklarına, bakır toprağına kepeneklerini atar, bin yıllık sevda toprağına otururlar ve Ağrıdağının öfkesini kavallarıyla, hep bir ağızdan çalarlar. Akşam olurken de bir ak kuş gelir, küçücüktür, kanadının birisini som maviye batırır, uçar gider. Arkada, az ötede de büyük bir at gölgesi göle doğru gelir. Gelir gelmez de ortadan kaybolur gider. Gün kavuşur kavuşmaz da çobanlar kavallarını hep birden keserler ve Ağrıdağının karanlığında solar yiter, karanlığa karışırlar.” Bu upuzun paragrafı buraya bırakmak istedim. Gülbahar ve Ahmet'in anısına, onlar hatrına... Unutulup gitmiştir belki şu Ağrılıların, tekmil Van ve Erzurum dimağlarından... Ancak her nesil unutulmaması gereken bir destan bu. Gülbahar ve Ahmet'in yürek burkan destansı öyküsü. Bu parçayı yazar, kitap boyunca iki üç defa okurun karşısına bırakıyor, bir nevi hazırlık niteliğinde. Başta anlamasa da, derin bir hüzün barındırdığını seziyor okur. Son sayfada da kavrıyoruz ki birçok anlamı içinde barındırıyormuş bu birkaç satır. Ağrıdağının eteklerinde yaşanıyor tüm olan bitenler. Olay örgüsü şöyle: Ahmet'in evinin bahçesine bir gün bir at gelir, üzerinde bulunan damgadan da anlaşılır ki sahipli bir atdır Ahmet'e konuk olan. Ancak 3 defa denemeden sonra bile gelir Ahmet'in bahçesinde durur. O zaman civar yörelerde şöyle bir anlayış var imiş. At 3 defa salınır ve yine aynı kapıya gelirse atın sahibi bey de olsa, paşa da olsa, Osmanlı padişahı, Acem şahı da olsa, Köroğlu da olsa, o evin sahibi kellesini verir de bu atı veremezmiş. İşte bundandır ki at artık Ahmet'in olmuştur, Hak böyle bir müjde vermiştir ona. Fakat bir sevince mi, belaya mı yol açacaktır atın gelişi? Tahmin edersiniz ki, efsaneye dönüşmüş bir olay, ancak o kişinin başından geçen kötü ve sıkıntılı haller neticesindedir. Atın sahibi Beyazıt Paşası Mahmut Han çıkar. Bu adam devletin vazifelendirdiği bir paşa olmasına karşın, gaddar ve acımasız kişiliği ile ün salmış, cümle beylikler ve kale reisleri ondan korkarmış. Töreyi bilmesine rağmen, ille de atımı isterim diye tutturmuş. Ahmet'e haberciler, ulaklar göndermiş, hazineler teklif etmiş; cevap mütemadiyen olumsuz gelmeye devam etmiş ve bir gün Mahmut Han Ahmet'in köyüne baskın vermiş. Ancak bir de ne görsün, köyün yerinde yeller esiyor. Başlamış köy halkını ve Ahmet'i aramaya... Fakat yoluna çıkan tüm köyler de ilk köy gibi bomboşmuş. Öfkesinden deli divane olarak, geçtiği her köyü yakıp yıkmış. Dere tepe aşmış olsa da bir Allah'ın kuluna rastlamamış. Bir tek esir ele geçirmiş, o da Ahmet'in köyündeki yaşını başını almış, aklı selim bir zat olan Sofi imiş. Ahmet'i bulmak için gönderdiği Musa Bey ile haber salmış, sadece Ahmet'i isterim, bakalım bu yiğit kim imiş, kimlerdenmiş diye. Ahmet saklandığı yerden çıkarak saraya, Mahmut Han'ın huzuruna varmış. Ancak zavallı Ahmet, kandırılarak zindana hapsedilmiş. Musa Bey de, Mahmut Han'a karşı çıkarak zindana postalanmış. Zindanda böylece 3 kişi olmuşlar: Sofi, Ahmet ve Musa Bey. Mahmut Han'ın birbirinden güzel 3 kızı varmış. Bunların ikisi saray giyisileriyle bezenmiş, vurdumduymaz kızlar iken Gülbahar, hep halkın arasında, onlarla haşır neşir, sevgisi ve bağlılığı ile tüm dünyanın üzerine olan bir kızmış. Ahmet ile Gülbahar'ın eskiden beri tanışıklığı varmış. Zindan da onu görür görmez tanımış ve her daim onun yanında olmak istemiş. Aralarında kuvvetli bir bağ oluşmuş. Günler boyu zindan bekçisi Memo sayesinde gün ağarıncaya dek buluşup konuşmuş, birbirlerini sarıp sarmalamışlar. Günler böyle akıp giderken Mahmut Han, atını getirmediği için Ahmet'e diş biliyormuş. Atı 15 gün içerisinde getirmezlerse zindandaki 3 dağlıyı öldüreceğini söylemiş. Bu haber dört bir yana yayılmış. Gülbahar acısından avare avare geziyor, boş gözlerle dolaşıyormuş saray merdivenlerinde. At, töre bozularak getirilmiş getirilmesine amma Mahmut Han, bu benim atım değildir, diyerek ortalığı velveleye vermiş. Zindandakileri kendisini kandırdıkları gerekçesiyle, yarın sabah gün ışıyınca başlarını vurdurup saray surlarında sallandıracağını söylemiş. Gülbahar, zindan gardiyanı Memo'ya ne dilerse vereceğini söyleyerek onları serbest bırakması için yalvarmış. Memo, yıllar yıllar boyu Gülbahar'ı seviyormuş, bunu içindeki sevgi korlanacıya kadar saklamış, saklamış. Gülbahar şimdi karşısına geçip 'ne dilersen veririm' diyince, içinde bastıran duyguları yüzüne de yansımış, kaç gündür çektiği acıyı unutuvermiş. Ondan bir tutam saç istemiş, kesilen saçı almış, dünyalar onun olmuşçasına sevinmiş. Ahmet, Sofi ve Musa Bey kaçmışlar. Memo, onları kendisinin kaçırdığını hiç tereddüt etmeden yüzlerine karşı söylemiş cellatların. Mahmut Han, Memo'nun üzerine tüm askerlerini seferber etmiş. Ancak Memo, arkasındaki ucu görünmez uçuruma dalmış, bedeni kızıla boyanmış. Son sözleri ise şunlar olmuş: "Paşa, Paşa... Burada sizinle üç gün, üç gece dövüşürdüm ama, ne fayda... Ben yeryüzünden alacağımı aldım. Dünyaya doymuş gidiyorum. Birkaç insan öldürmüşüm ne çıkar. Senin birkaç kulunu öldürmüşüm, değil mi? Hepiniz sağlıcakla kalın. Kalanlara, dostlara, bizi sevenlere, sevmeyenlere selam olsun." Memo'nun ölüsü başına oğulları, kadınlar, kızlar gelmiş. Beyazıt kasabasına figan düşmüş. Sol elini zorlukla açmışlar: bir tutam saç, kapkara bir yalım, bir ışık gibi... Hikaye henüz bitmedi. Mahmut Han, oğlu Yusuf sayesinde Gülbahar ile Ahmet arasında olan bitenleri öğrenmiş ve derinden sarsılmış. Gülbahar'ı derhal zindandaki kuyunun dibine attırmış. Namusum da, namusum demiş... İki kişinin birbirini sevmesi, hangi devirden beri suç sayılmış? Gülbahar'ın ahvalini duyan köylü, 7 düveli uyandırmış, dört bir bucağa haber salmış... Yüzlerce, binlerce insan Beyazıt'a akın etmiş. Kurtarmışlar onu, Ahmet öncülüğünde... Kasabanın şeyhine sığınmışlar, o da onları Hoşap Kalesi beyine yollamış. Durumu anlatıp yardım dilemişler. O zamanın adetindeyse kaçan sevdalıları; cümle insanlar, beyler, padişahlar da gelse geri göndermek, o kişiyi halkın gözünden düşürür, rezil rüsva edermiş. Bu sebeple, ya onları geri gönderip ölmeden ölmeye razı olmak ya da savaş meydanında cenk ile ölmek, tercih meselesiymiş. Hoşap Beyi, iyi yürekli bir beymiş neyseki. Onları himayesine almış. Bu süre zarfında Mahmut Han, öfkesinden çıldırmış. Hoşap Beyi'ni ihanetle suçlamış. Bir müddet hiçbir uzlaşma sağlanamamış. Sonra Mahmut Han, şöyle bir teklif ileri sürmüş: "Ahmet, Ağrıdağının zirvesine çıkar ve orada olduğuna dair kanıt niteliğinde ateş yakarsa, ben bizzat düğünlerini yapar, onların gönüllerini hoş ederim." Fakat Ağrıdağının doruğuna ulaşan bu zamana kadar görülmemiş, Ağrı bu yolda ne yiğitleri içine almış... Fakat Ahmet, ölüme gideceğini bile bile yola çıkmış. Bu haberi alan cümle Doğu halkı, Beyazıt meydanını çadırlarıyla kaplamış. İnsanların ardı arkası kesilmiyor, geldikçe geliyorlarmış... Bu gidişattan epey korkan Mahmut Han, halka seslenerek Ahmet'i affettiğini, ona yetişip yoldan geri döndürmelerini söylemiş. Ancak bunlar yaşanırken Ahmet, dağın zirvesine ulaşıp ateşi yakmış bile. Dağılanlar dağılmış, gidenler gitmiş... Ahmet ve Gülbahar'ın düğünü için hazırlıklar yapılmış. Ancak Ahmet'in kaç gündür içinde biriken kuşkusu onu yiyip bitirme noktasına ulaşmış. Gülbahar ve Ahmet, "gidelim" sözüyle dağa gitmişler. Konuşmamışlar, sadece ateşi izlemişler uzun bir süre. Gülbahar, Ahmet'teki bu değişimi günlerdir sezmiş, zihnine onlarca düşünce birikmiş bir halde yanıp kavrulmuş. Memo'ymuş Ahmet'i düşündüren şey. Gülbahar'ın ona "ne istersen veririm" demesiymiş... Aralarındaki duvar büyüdükçe büyümüş, Ahmet kendini Ağrı'nın eteğindeki Küp Gölü'ne atmış... Gülbahar ardından ben diyim yüz, siz deyin bin defa acı dolu çığlıklar atmış... Ahmet'in ardından bağırışı ile dağ sarsılmış, çığlar birbiri ardını kovalamış... “O gün bugündür, Küp Gölü' nün oralardan geçenler, gölün kıyısına oturmuş, kara, ışık gibi akan uzun saçlarını sırtına sermiş, başı iki eli arasında gözlerini som mavi suya dikmiş Gülbahar'ı görürler. Arada sırada Ahmet, gölün sularında Gülbahar'a gözükür ve Gülbahar kollarını açıp Ahmet'e yürür, "Ahmet, Ahmet!" diye bağırır. Göl kaynar, Ahmet silinir. Gülbahar silinir ve küçücük ak bir kuş gelip kanadını suyun som mavisine batırır. Ve sonra da bir atın kapkara gölgesi gölün üstünden gelir geçer. Her yıl, bahar çiçeğe durduğunda, dünya nennilendiğinde, Ağrıdağının çobanları dört yandan gelirler, kepeneklerini gölün bakır toprağına atıp üstüne otururlar. Bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar. Tanyerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrıdağının öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken bir ak kuş gelir...”
Ağrıdağı Efsanesi
Ağrıdağı EfsanesiYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202227,1bin okunma
··
869 görüntüleme
Sumeyye okurunun profil resmi
Ne güzel bir inceleme, okuyacaklarım listesine eklendi 😺☺️🌹
Zeynep Arslanoğlu okurunun profil resmi
Teşekkür ederiim, kitabın güzelliğinden kaynaklı 🌼💛
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.