Zweig okurken kendi kendime diyorum ki, " Ah dostum neden bu kitap 400 sayfa değil?"
Vizdansız Zweig mükemmel yazıyor ama sağ olsun hep 70-80 sayfa kitapları. Tabi bu işin şakası.
Psikoloji nedir, nasıl anlatılır, nasıl hikaye aracılığıyla insanlara gösteriliri bize öğreten Zweig abiden, okuduğum en iyi kitaplardan biri.
Zweig yanlış hatırlamıyorsam bundan yaklaşık 5 sene kadar evvel ülkemizde inanılmaz popüler olmaya başlamıştı. Hatta o zamanlar bu adam kim ya diyip geçiyordum. Zamanla tanıdık kendisini.
Zweig harika biz yazar çünkü yarattığı, anlattığı karakterler tamamiylen bizden. Yaşadıkları içsel çelişkiler, duygu buhranları tamamiylen bizden. Kitaplarını okurken ana karakter ben oluyorum sonra dünya başıma yıkılıyor. İçim daralıyor. Hayattan nefret ediyorum. Çünkü adam karakteri her yönüyle öyle bir anlatıyorki sanki artık kitaptaki karakter X kişisi değilde Oğuzhan oluyor. Olaylar benim başıma gelmiş gibi bir ruh halina bürünüyorum. Bu yüzden aralıklarla Zweig okurum. Adam harika yazıyor ama bizimkide kafa yani arkadaş bu kadar edebi işkenceyi kaldıramaz.
Bu kitabında, kitabın adı gibi Korku'yu anlatıyor. Irene adlı ana karakterimiz bir gün bir piyanistle aşk yaşıyor. Bu Irene abla zengin bir avukatla evli ama. Her şeye sahip anlayacağınız. Para desen var mutluluk desen var. Ama işte Irene abla kendine mukayet olamıyor ve yapıyor bir hata. Aslında bu bile ne kadar bizden. Her şey elimizdeymiş gibi hissederken bir anda olmayacak işler yaparız. Tabiri caizse düz yolda ayağımız olmayan taşa takılır. Bu Irene abla piyanist aşığıyla aşk yaşarken bir kadına yakalanır. Bu kadında ona şantaj yapar. Olaylar Irene ablanın bu şantajcıyla arasında geçenler. Ve tabi bunu kocasının öğrenmesinden duyduğu korku, çekinge. Kitabın sonu inanılmaz ters köşe. Yani ben, klasik Zweig gene bizi hayattan soğutup gider diyordum. Ama helal olsun be bir seferlik soğuttuğu hayata geri ısıttı kral.
Hiç yapmadığınız şeylerin pişmanlığını yaşayıp anlamsız bir korkuya kapılmak isteyen okurlara tavsiye edilir.
Keyifli okumalar...