Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
1915 olayları sırasında çocuk olan ve o uzun yürüyüş sırasında ailelerinden koparılarak Türk ailelerin yanında devşirilen Ermeni kökenli atalarımızın izinden gidiyor Ayşe Gül Altınsay ve Fethiye Çetin, bir nevi belgesel niteliği kazanmış bu araştırmada. Eseri okumadan önce Fethiye Çetin’in
Anneannem
Anneannem
kitabını okumakta fayda var; zira “Torunlar”da yer alan hikayeler, Fethiye Çetin’in aktardığına benziyor. Okumayanlar için “
Anneannem
Anneannem
”i birkaç cümle ile özetlemem gerekirse; oldukça ileri bir yaşında tesadüfen anneannesinin Ermeni kökenli olduğunu öğreniyor Fethiye Çetin. 1915 olayları sırasında yakınları öldürülen, annesi ve kardeşlerinden ayrı düşen ve Türkler tarafından alınıp yetiştirilen çocuklardan biri anneannesi… Fethiye Çetin anneannesinin acıklı hikayesi ile birlikte tanımadığı Ermeni kökenli akrabalarının da peşine düşüyor ve soruyor: “Bu insanlar içimizde yaşamalarına rağmen hikayelerini neden kaybettiler? Neden susmayı tercih ettiler?” “Torunlar” bu soruyu Fethiye Çetin ile benzer durumdaki birçok toruna sorarak yanıtlar arıyor. Çoğunda hikaye benzer: O lanet olası uzun yürüyüş sırasında kaçırılan, ailelerinden ayrı düşen ya da aileleri tarafından bizzat Türk komşularına emanet edilen çocuklar, müslüman adetlerine göre yetiştiriliyor, evlendiriliyor ve çoluk-çocuğa karışıyorlar. Olaylar sırasında küçükler ancak yine de olup biteni hatırladıkları yaşlardalar; buna rağmen genel olarak susmayı, mevcut durumu kabullenmeyi ve Ermeni geçmişlerini içlerine gömmeyi tercih ediyorlar. Çoğu örnekte aile üyeleri ya Ermeni kökenli büyüklerinden geç haberdar oluyor -Fethiye Çetin örneğindeki gibi-, ya da bilmelerine rağmen çevreden -ve devletimizden- korktuklarından bu gerçeği saklıyorlar. Haydi gelin, önce empati kuralım: 10lu yaşlardasınız; siz sokakta oynarken bir anda ailenizin erkekleri toplanıp öldürülüyor, kalan kadınlar, yaşlılar ve çocuklarla yollara düşüyorsunuz. Yolculuk zor, acılı; sürekli ölüm var çevrenizde. Öldürülen, uçurumlardan atılan, derelerde boğulan, tecavüze uğrayan, soyulan insanlar görüyorsunuz. Kimi Türkler siz çocukları kurtarmak için yanlarına almak istiyorlar; ya zorla kaçırılıyor, ya da annenizin isteği, hayatta kalmanız ümidi ile onlara veriliyorsunuz. Gittiğiniz evlerde çoğunlukla hizmetçi ya da çobansınız. Yıllar geçiyor, gidenlerden haber gelmiyor; çevrenizdekiler ise sizin Ermeni kökeninizi mümkün olduğunca unutturmaya çalışıyor. Devşirme olarak müslüman adetlerine göre yetiştiriliyor, evlendiriliyorsunuz. Ermeni olmanın hakaret kabul edildiği bir ülkede, bir dolu çocuğunuzla, bu yeni kimliğinizin içinde, yaşanan o büyük acılar içinizde saklı, sessiz bir ömür geçiriyorsunuz. Belki anne-babalarınızı katleden insanlarla birliktesiniz üstelik. Bir nevi “düşmanlarınız”ın arasında, “teslim alınmışlık” duygusu ile yaşıyorsunuz. Çok dramatik, acılı hikayeler bunlar. Düşünün; mümkün mü insanın annesini, babasını, kardeşlerini hatırlamaması? Onları tekrar görmek için dualar etmemesi? Onlara neler olduğunu araştırmaması? Kimi örnekler var ki daha da acıklı; yıllar sonra akrabalarınız sizi buluyor ve evinize geri götürmek istiyor, ancak siz çoktan çoluk çocuğa karışmışsınız. Evlatlarınızı bırakıp gidemeyeceğinizden yüreğinize bir kez daha taş basmak zorunda kalıyorsunuz. Hani “Allah düşmanıma vermesin” denir ya; işte öyle acılar… Hikayelerde görüyoruz ki bu kadınlar ve erkekler yıllarca acı hatıralarını içlerinde saklamışlar, ya da sadece en yakınlarının kulaklarına fısıldamışlar. Ancak bu trav­matik hatıralarını yüksek bir sese dönüştürememişler. Kitabı doğru analiz edebilmek için Türkiyemizde sık sık ortaya çıkan o korkutucu tek sesliliği hatırlamakta ve empati kurmakta fayda var. Eskiden askeri darbelerle, sonrasında ise hatalı yönetimlerin kusurlarını örtme gayesi ile beslenen ve etnik kimlikleri yok sayan, kimliğinin tanınmasını isteyenleri dışlayan ve teröristlikle suçlayan bu yaklaşım; Anadolu’nun bize mirası olan o çok renkli, çok kültürlü ortamın zenginliğini yaşamamızı engelledi, ve hala da engelliyor. Bu zihniyet Hrant Dink gibi bir aydını aramızdan aldı, onu vuran genç çocuğun sırtını sıvazladı. Nitekim hikayelerin bir kısmında da gördüğümüz gibi, anneanne-babaannelerinin devşirilmiş bir Ermeni olması, kimi çocuk-torunların devlet memurluğuna ya da askeriyeye kabul edilmemesinin gerekçesi bile oluyor. Diğer tarafta yurtdışındaki Ermeni lobileri de, din değiştirmiş ve “Türkleşmiş” bu soydaşlarını yok saymayı tercih ediyorlar. Zira onların hikayesini de sadece öldürülenler besliyor; hayatta kalmak için kendi kökeninden vazgeçmeyi kabul edenleri unutmayı tercih ediyorlar. Ayşe Gül Altınsay ve Fethiye Çetin ise; her iki kesim tarafından da sesleri kısılan bu insanların sesi olmak, onların hikayelerini -kendi seslerinden dinlemek için maalesef çok geç kaldığımızdan- torunlarının dilinden aktarmak ve bu üstü kapalı dönemi bizlere daha iyi aktarmak için çabalıyorlar. Kendilerini hem emekleri, hem de cesaretleri için tebrik ediyorum öncelikle. Bu acılı, sessiz vatandaşlarımızın sesi oldukları ve tarihimizi daha iyi anlamamız için bir kapı açtıkları için bence alkışı hak ediyorlar. Kitaptaki anlatıların çoğu birebir Ermeni kökenli büyükleri ile konuşmuş, onlarla zaman geçirmiş torunların hatıraları; ki bence amaca en iyi bu anlatılar hitap ediyor. Ancak birkaç öykü de var ki, bu büyüklerini hiç tanımamış olan torunların çocukları tarafından, duyduklarına istinaden, kulaktan kulağa bir masal tadında anlatılmış. Her hatıranın kayda alınmasının bir değeri olduğu konusunda yazarlarla hemfikir olsam da, birebir yaşanmışlık içermeyen ve bence içerik olarak da zayıf olan bu kulaktan kulağa aktarımlara kitapta çok daha az yer verilmesini tercih ederdim. Sıkıcı olmanın ötesinde, yapılan işin ciddiyetine yakışmadığını düşündüm. Tarz olarak da küçük bir eleştirim var: Aktarımların bir röportaj kıvamında yapılması hedeflendi ise, soruları da duymalıydık. Amaç anlatılan hikayelerin yazarlarımız tarafından derlenip ortak bir metne dönüştürülmesi ve hatıraların saklanması idi ise, aktarımların daha iyi düzenlenmesi gerekliydi. Neredeyse birebir aktarıcının ağzından çıktığı gibi; fazla uzun, gereksiz detaylar, tekrarlar, hatta dedikodular içeren bu anlatılar, kitabın okunmasını hem zorlaştırıyor, hem de sıkıcı hale getiriyor. “Anneannem”deki sürükleyici akıştan çok uzak bu nedenle. Yine de her daim okunmalı, açıkça tartışılmalı, haklarında konuşulmalı. Zira; “İnsan bir kere ninelerinden ya da dedelerinden birinin farklı bir etnik ve dinsel kökene sahip olabileceğini düşünmeye; nenesinin ya da dedesinin "düşman" olarak tanımlanan gruba ait olup olamaya­cağı konusunda soru sormaya görsün; işte o andan başlayarak "öte­kine" düşman olamıyor.”
Torunlar
TorunlarFethiye Çetin · Metis Yayınları · 201048 okunma
·
520 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.