Gönderi

Versilov’un daha önce de zaman zaman bu eve göç ettiği, hatta haftalarca burada kaldığı olurdu. İlk dikkatimi çeken şey, yazı masasının üzerinde çok kıymetli oyma çerçevenin içinde duran annemin portresiydi. Yabancı bir ülkede çekilmiş bir fotoğraftı. Çok büyük boyda olduğuna göre pek değerli bir şeydi. Daha önce bu portre için ne bir şey duymuştum ne de bir şey biliyordum. Beni şaşırtan başlıca nokta da fotoğraftaki olağanüstü benzerlikti. Sanki bir ressamın fırçasından çıkmış bir portreydi, makine baskısı değil. İçeri girer girmez, farkında olmadan fotoğrafın önünde durmuştum. Versilov’un arkamda: – Öyle değil mi? Öyle değil mi, diye tekrarladığını duydum. Yani, “Ne kadar benziyor, öyle değil mi?” demek istiyordu. Başımı çevirip baktım; yüzünün taşıdığı ifade beni şaşırtmıştı. Biraz sararmıştı ama bakışlarında ateşli, dikkatli bir ifade vardı. Sanki mutluluk, kudret saçarak ışıldıyordu, onun böyle bakışlarını hiç görmemiştim. Ben de heyecana kapılarak: – Annemi bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum! deyiverdim. O, mutlu bir gülümseme ile gülümsedi. Bununla birlikte gülümsemesinde yine acı, daha doğrusu insanca, yüce bir şey beliriyordu… Anlatmasını beceremiyorum; ama zekâca pek gelişmiş insanların yüzlerinde, öyle sanıyorum ki muzafferiyet, galibiyet derecesine varan bir mutluluk ifadesi okunamaz. Versilov, bana cevap vermeden portreyi iki eliyle tutup halkalarından çıkardı, kendine doğru yaklaştırıp öptü, sonra yine sessizce duvara astı. – Şuna dikkat et, dedi. Fotoğraflar, binde bir sahibine benzer. Bu da doğal bir şeydir, çünkü orijinalin kendisi, yani bizden herhangi biri, binde bir kendine benzer, insan yüzü pek nadir anlarda esas çizgisini, asıl tipik ifadesini taşır. Bir ressam yüzü inceler, onun esas ifadesini, resmi yaptığı anda yüzde hiç görmese bile, yine tahmin eder. Fotoğraf ise insanı olduğu gibi yakalar, hem pek mümkündür ki bazı anlarda Napolyon budala, Bismarck da şefkatli bir yüzle çekilebilir. Buradaysa, bu portrede güneş Sonya’yı, sanki bile bile esas anında yakalamış, yani utangaçlık, candan sevgi, biraz da yabanilik, ürkeklik ifade eden iffet anında… Hem portresine kavuşmayı pek istediğimi en sonunda öğrendiği zaman öyle mutlu idi ki! Bu resim çok eskiden çekilmiş olmamakla birlikte o zaman daha henüz gençti, daha güzeldi ama bu çökük yanaklar, alnındaki kırışıklar, yıllar geçtikçe daha çok artan bu ürkeklik o zaman bile vardı. İnanır mısın sevgili yavrum? Şimdi onu başka bir yüzle gözümün önüne getiremiyorum, elbette bir zamanlar hem genç hem de güzeldi! Rus kadınları çabuk bozulur, onların güzelliklerinin görülmesiyle kaybolması bir olur, bu da herhâlde yalnız tiplerinin etnografik özelliklerinden ileri gelmiyor, buna sebep bir de kayıtsız şartsız sevmeleridir. Rus kadını sevince her şeyini birden verir, sevgi anını da, kaderini de bugününü de, yarınını da teslim eder, hesaplı harcamasını bilmez, yedek olarak bir şey bırakmaz, böylelikle güzellikleri de çabucak sevdiklerine geçer. Bu çökük yanaklar da bana geçen, benim kısa süren eğlencelerimle biten güzelliktir. Anneni sevdiğime memnunsun, belki de sevdiğime inanmıyordun? Ya dostum, onu çok sevdim ama ona kötülükten başka bir şey yapmadan…
·
64 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.