(Ocak ayı öykü etkinliği)
Büyük Patlamanın üzerinden 13 milyar yıl geçmiş. Halbuki daha dün gibi. Ne kadar hızlı geçiyor zaman. Sanki o andan beri eskimekteyim. Fizik, büyük patlamayla başladığını söylüyor zaman kavramının. Doğarken maruz kaldığı bu yoğun şiddet yüzünden mi bu kadar gaddar bize karşı. Tik tak tik tak tik tak... Allahın cezası saat. İki tetikçisiyle canıma kastediyor her gün. “Yeni” derken bile ‘e’ harfine geldiğinde ‘y’ eskimiş oluyor. Hal böyleyken anı yaşamak yalan gibi geliyor sadece anıları yaşıyorsun. Gece gündüz yürüdüğüm iki kapılı hanın çıkış kapısına çok yaklaştım. Ama ayaklarım geri geri gidiyor, başımı çevirip hep arkaya bakıyorum. Şairin “Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan/Yaşamak istiyorum hayatı yeni baştan.” Dediği gibi inadına yaşayasım geliyor. Mustafa Keser bu şiiri okurken buraya geldiğinde eliyle nah işareti yapardı. Gençken gülerdim bu şakaya, şimdi Mustafa Keser’e sarılıp ağlayasım geliyor.
Afitap varken daha kolaydı her şey. Zeki Müren’den bir plak koydum: “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına” Rahmetli karşımdaki koltuğa geçer ihtiyarlığın narin bedenini yorduğu zamanlarda bile en şuh tavrını takınır eşlik ederdi Zeki Bey’e. “Ey ufuklar diyorum” Zzzttt. “yolculuk var yarına” Zzzzttt! Kim bu sanat güneşine gölge düşüren münasebetsiz! Üst kattaki aptal kız. “Hasan Berk Amcacım” diyor “nasılsınız” diyor, “bir ihtiyacınız var mı?”, diyor. “Aaa niye ağlıyorsunuz?” Zevzekliğin lüzumu yok kızım ne ağlaması, burun kıllarımı yoluyordum acıdan gözüm yaşardı. Suratına cıpcıvık bir merhamet kondurup mıymıylamaya başlıyor: “Dünyalık şeyleri dert etmeyin, geçen arabamı sürttüm bir yere önce çok üzüldüm ama sonra değmez dünya malı için, dedim kendi kendime. Siz de canınızı sıkmayın hiçbir şeye. Tamam mı Hasan amcacım?” Arabasını sürtmesini dert etmeyecek kadar zengin bir koca bulduğunda bütün problemleri çözülecek olan bu şapşal kız, evrenin en büyük çaresizliğine karşı beni teselli ettiğini zannediyor. Ahh Afitap! Kadın cinsi diye beni muhatap bıraktığın tiplere bak! Einstein’ın bir arkadaşına izafiyet teorisini espriyle karışık şöyle tarif ettiğini söylerler: "Elinizi bir dakikalığına sıcak bir fırının içine sokun, sanki bir saatmiş gibi gelir. Güzel bir kızla bir saat zaman geçirin, bir dakikaymış gibi gelir. İşte izafiyet budur." Bu kız konuşmaya başlayınca elimi sıcak bir fırının içine sokasım geliyor. Aptal ama iyiniyetli bir aptal. Gel gör ki hayatta kalmak için aksiliğimi pragmatizmle dengelemeliyim. Onunla yaptığım tek taraflı anlaşma gereği aptallığına tahammül ediyor bunun karşılığında iyi niyetinden istifade ediyorum: “Bir tane çavdar ekmeği, 15li yumurta bir de müshil ilacı” hadi güle güle.
Kapattığım kapının arkasına hapsettim kendimi. Yaşamım bu geniş tabuttan ibaret epeydir. Edwin Hubble 1929’da tüm galaksilerin hızla birbirlerinden uzaklaştığını fark etti. Yani evren bilinmez bir sonsuza doğru genişleyip durmaktaydı. İnsansa aynı bilinmeze ilerlerken diğer insanlardan uzaklaşıyor, çevresi daralıyordu. Bebekken bütün dünya onun, çocukluğunda tüm çocuklar arkadaştı. Ergenlikte hala sürü, yetişkinlikte birkaç arkadaş, yaşlılıkta bir Köroğlu bir Ayvaz. Büyüdükçe uzaklaştığını, daha da yalnız kaldığını anlıyordu. En sonunda da yapayalnız enerjisi biten bir yıldız gibi patlıyor, bir süpernova ile hakkın rahmetine kavuşuyordu. Bunları Afitap’ı mezara indirirken düşündüm. Kara toprağın sebep olduğu hazin güneş tutulmasıyla artık terk edeceğim son genişliğin bu buruşuk beden olduğunu anladım. Zzzzztt. Yine hangi başıboş asteroid gezegenime yaklaşıyor acaba? Zzzztttttt. İnsanın evren karşısındaki bu ıssız acizlikten huşu içinde ürkmesine bile fırsat vermiyor modern hayat. Yönetici. Kedim çok ses çıkarıyormuş geceleri. Herkes rahatsızmış apartmandaki. Göndermeliymişim. Şrödinger! Ses çıkarıyor? İftira! Masumcuk varla yok arası. Bana bak, dedim. Kilise, Galileo’yu “dünya, evrenin merkezi değil” dediği için öldürmek istedi. Evrenin merkezi değil de basit bir nokta olmamız kilisenin gurunu incitiyordu belli ki. Vatikan hatasını ancak 350 yıl sonra anlayabilip özür diledi Galileo’dan. İnsanı dünyanın merkezinde görmek de diğer canlılara kafana estiği gibi davranabileceğini düşünmek de benzer bir ahmaklıktır. “Sadede gelin Hasan Berk Bey, lafı gevelemeyin” Lafın özü şu ki; kendini kedimden daha muteber görebilecek ve bunu ancak 350 yıl sonra anlayabilecek bir karanlıktasın. Galileo’ya yaptığınızı Şrödinger’e yapmanıza fırsat vermeyeceğim. “Hiçbir şey anlamadım dediklerinizden.” O zaman anlayacağın dilde konuşayım. Bana bak kendini evrenin merkezinde zanneden skolastik herif! Bir daha hane halkıma yönelik bir iftirada bulunacak olursan apartman aidatları ile ilgili şüphelerimi savcılıkla paylaşmak zorunda kalacağım. Kem kümlerini dinlemeden, insanın aptallığının sınırının olmadığını söyleyen Einstein’a bir kez daha hak vererek çarptım kapıyı suratına.
“Yaz mevsimi bitmiş onu kış korkusu sarmış/Yıllar buruşan alnıma izler bırakınca” Ruhun gıdası diye mırıldandığım musikiye bak! Musikinin ne suçu var? Herkesin eninde sonunda mağlup olduğu olacağı bir savaştan korkuyorum. Hayatını korkusuz yaşadığını sanan ben bu mağlubiyetten korktuğum için aksileşip duruyorum. Mağlup olmadığım her an galip gelecekmişim gibi hissettim ve nihayetinde zaman, Mustafa Keser suretinde göründü bana ve okkalı bir nah işareti çekti gözlerimin içine bakarak. Eee, Hasan Berk Efendi, yıllarca anlattığın, ‘zaman geçtikçe düzensizlik artar’ diyen Termodinamiğin ikinci yasasını yüzünün çizgilerinde görmek ağır mı geldi? Tabiatın kanunları sana torpil yapar mı sandın? Hem mesleğim fizikten hem de fiziğimden soğumaya başlıyorum. Kimseyi bulamayınca kendime huysuzlanmaya başladım.
Hawking, ömrünün sonlarına doğru, kuantum mekaniğinin verileri işleri değiştirince kara deliklerin sandığımız kadar kara olmadığını keşfetti. Daha basitçe yıllarca düşündüğünün aksine kara deliklerin sonsuzluk hapishanesi olmadığını, kara deliğe düşen maddelerin geri çıkabileceğini ya da başka bir evrende belirebileceğini anlattı. Ben de ahir ömrümde metafiziğin verileriyle benzer sonuçlara varmaya çalışıyorum. Belki beni içine çekecek kara delik olan kara toprak da o kadar kara değildir ha! Belki de orada bir solucan deliğinden geçer yeni bir evrene yol alırız Afitap’la elele. Zamanın olmadığı, eskimenin olmadığı, ölümün olmadığı merhametli bir evrene…
Ayaklanıp pikabın iğnesini değdirdim plağa tekrar. Sol kolumdaki sancı da iki gündür fena sıkıştırdı. Bir ara doktora uğramak lazım. Zeki Bey biraz sonra söze girecek. Otur şöyle karşıma Afitap da düete gecikme.
“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına”