Olasılıkların Ötesindeİlk durak ve son durak. Yollarda biçimlenen bir hikaye var elimizde; dışa akan reel bir yolculuğun kaderin elinde şekillendirdiği iç yolculuğa dönüşüm hikayesi.
Bu eserin incelemesinde anahtar sözcüğümüz kader oluyor, birkaç farklı kombinasyondan geçse
de her dönemeçte anahtar kelime ışıldıyor : "Kader"
Eserde bir diyalektik anlatısı ile karşı karşıyayız:
olasılık-gerçeklik, teknik- doğa, kadın-erkek (Sanat Perisi- Homo Faber), Amerika-Avrupa körlük-görmek, hastalık-yaşam-ölüm, geçmiş- gelecek şeklinde ve
KADER- TESADÜF
Yazar anlatıcıya hem sözcülüğünü yaptırıyor hem onu yargılıyor: Ben- anlatıcımızın adı : Walter Faber.
Onun bir lakabı var: Homo Faber. Araçlar yapan varlık, teknik düşünen teknik bakan olasılık hesaplayan duyguları hesaba katmayan kişi anlamında. Bu tanımlama çok önemli çünkü ana karakter tamamen bu mizaçta her şeyi matematiksel düşünen yaşayan duygu mahrumu biridir. Karakterimizin karşıtı ise; anaç duygusal ayakları toprağa basan dik duruşlu Hanna ve Hanna'nın hamurundan yoğrulmuş Elisabeth'tir.
Faber’in yaşam yolculuğuna eşlik eden şeyler var: Fotoğraf makinesi, tıraş makinesi ve Hermes Baby adını verdiği daktilosu.
Bunlara değinmek istiyorum .
Fotoğraf makinesi doğa ile bağını kuran tek şey; onunla güzellikleri çeker, ama bu güzellikleri yaşamaktan ve ruhunda hissetmekten çok onu makinesinde depolar.
Her gün kullandığı tıraş makinesi, tıraş olma durumu, bir leitmotiftir. Kendi doğasına sürekli karşı gelir sakallarına tahammülü yoktur burada da fotoğraf makinesinde olduğu gibi, doğalın teknoloji ve modern insan tarafından hapsedilişi anlatılmaktadır.
Hermes Baby ise o fark etmese de alın yazısının, yazgısının şahididir,diyebilirim.
Bu tanıtmalardan sonra kronolojik yazılmasa da kronolojik olarak olay örgüsünden bahsetmek gerekir.
Faber, UNESCO’da geri kalmış ülkelere teknik destek sağlayan bir mühendistir; hava şartlarından dolayı üç saat gecikmeli kalkan uçak yolculuğunda, Alman Herbert'le tanışır.Onun kendisi ile iletişim kurma biçimine tahammül edemez .Faber, insanların yorucu olduğunu düşünür ve uyku numarasıyla iletişim kurmaktan kendini korur.
Yolculuğun ilerleyen saatlerinde uçağın birinci motorunun arızalanması üzerine Faber, istatiksel hesaplarla diğer motorların çalışmasından dolayı vaktinde ulaşacağını düşünür ne var ki hesaplamaları tutmaz, Mexico’da bir çöle acil iniş yapmak zorunda kalırlar. Dört gün çölde Herbert ile satranç oynayarak zamana ve koşullara sabreder. Bu arada Herbert’in, üniversiteden arkadaşı olan Joachim Hencke’nin kardeşi olduğunu, Joachim’in tek aşkı Hanna ile evlendiğini, bir kızlarının olduğunu fakat sonradan boşandıklarını öğrenir. Faber böylece unuttuğu aşkının anılarında zihinsel bir yolculuğa çıkar.
Sanat tarihi okuyan gençlik aşkı Hanna yarı Yahudi bir kadındır ve onun “Sanat Perisi”dir. Hanna hamiledir fakat evlenmek istemez.Burada yazar, Nürnberg Yasalarına telmihte bulunur.
Çölde kaldıkları sürede Hanna ile ilgili bilgiler edinmeye çalışır Faber bu karmaşa sonucu ilk kez plansız bir şekilde hareket eder ve Joachim’i görmek için Herbert’le Guatemala’ya gider.Fakat onları tatsız bir olay beklemektedir.
Daha sonra Faber New York’a geri döner. Havaalanında kendisine çölde iken ayrıldığını bildiren mektup yazdığı, çünkü konuşarak vakit kaybetmeyi sevmez, sevgilisi Ivy karşılar. Ivy’nin kelime anlamı “sarmaşık”tır. Mektubu okumamış gibi davranan Ivy evli genç bir mankendir. Faber, Hanna dışındaki kadınları Ivy karakterinde bütünleyerek onlara olumsuz bakış açısı yükler. Faber, Ivy'den kurtulmak isterken planları kontrolden çıkar ve kendisini bir gemi yolculuğunda bulur. 50 yaşındadır ve yaşamının iplerini hep elinde tuttuğunu sanmaktadır.
Gemide genç bir kız Faber’in dikkatini çeker ve kıza karşı anlam veremediği duygular besler.Bu kız, Hanna gibi sanata ilgi duyan biridir ve Hanna yine Faber'in aklına üşüşür. Faber adı Elisabeth olan bu kız ile yakınlaşır. Yolculuklarının son günü gemide balo düzenlenir ve bir hayli içen Faber sarhoşluğun da etkisiyle Sabeth’e evlenme teklifi eder. Elisabeth müzeleri gezme fikrinden vazgeçmez İtalya'ya gider Bir süre sonra Faber de kendini Elisabeth ile müze dolaşırken bulur ki bu onun yapmayacağı bir şey bir plansızlık ve zevksizliktir. İyice yakınlaşan Elisabeth ve Faber kendilerini Yunanistan'a gider. Hanna da buradadır aslında kader ayrı düşmüş bu can parçalarını birleştirmiş ne yazık ki yanlış ilintilemiştir.
Bu kısımdan sonra esere mitolojik okuma yapmamız gerekir.
Tıpkı annesi ile bilmeden evlenmesi gibi kaderinden kaçan Odipus'un kaderin çıkmazına düşmesi, Faber’in de en büyük çıkmazıdır. Gerçeklerin hissedilmesi sonucu, mantık insanının körlüğü ve Faber’in sürekli kör değilim düşüncesinin iki gözünü kör etme isteğine dönüşmesi de manidardır. Anne -oğul mitini baba- kız mitine dönüştüren yazar yolculuğu Tanrılar kenti Yunanistan'a kadar bilinçli sürüklemesi ; modern insanın eski dünya karşısında diz çöküşünü sergilemek içindir.
Yaşanan bu ensest ilişki intikam tanrıçaları Erinylerin gazabını uyandırır. Elisabeth'in bir yılan tarafından ısırılması ; yılan saçlı , kanlı gözlü , bedenleri kanatlı köpekler gibi olan ve görevleri doğa yasalarına karşı gelen, kan bağı olan insanları öldüren ya da onlara kötülük yapan insanlardan öç alan intikam tanrıçası Erinyleri çağrıştırır. Tıpkı incir ağacının altında uyumanın uğursuzluğu gibi.
Yazar ana karakterini yolculuklarda sürükleyerek ona trajik bir son ve mekan hazırlar.
Tesadüflere ve kadere asla inanmayan Faber, yaşadığı faciayla birlikte hayatı boyunca inandığı her şeyin boşuna bir inanç olduğunu görür, tüm olasılıklar ve istatistikler ölüm karşısında susar, tepetaklak olur ve kader, gerçeğini en sert tokatla kabullendirir.
Kendisi de mimar olan yazar matematiksel uğraşı içerisinde , sindirilmesi zor bir konu etrafından dinamiklerin yer değiştirmesine farklı bir ayna tutmuştur. Sarsıcı ve rahatsız edici.