Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Kusursuz evlilik
1991 Kasım sonlarında Türkiye'ye döndüm. Kuzguncuk'ta sefer tası gibi beş katlı ahşap bir ev bulup yerleştim. 21 Aralık'ta otuzbeşinci yaş günümü kutladım. 4 Ocak'ta Müjde ile tanıştım. Bizim Sabit'le Göksun New York'tan gelmişler, buluşalım dedik. Bir arkadaşları varmış, ona da söz vermişler, o da gelsin mi? Gelsin canım ne olacak. Saçını havuç rengine boyamış bir kız, takıp takıştırıp gelmiş. Tanışıldı. Kuzguncuk kahvesinde sohbet uzayınca benim eve gidildi. Ev henüz tamtakır, eşya yok, oturacak sandalye bile yok, ama üst kattan Boğaz manzarası müthiş. Amerika'nın fethi beyaz adamın büyük günahı mıdır mevzuu açıldı. Benim o konudaki görüşlerim halkımızınkinden biraz farklıdır. Uzun uzun anlattım, Bernal Díaz'dan, Thomas More'un ütopyası doğrultusunda Tarasco Kızılderililerini örgütleyen piskopos Vasco de Quiroga'dan, İnka kraliyet soyundan gelip İspanya'nın önde gelen aydınlarından biri olan Garcilaso de la Vega'dan söz ettim. Etkileyici bir performanstı. Akşam bir bahaneyle telefon etti. İyi yemek pişiririm, dedi. Buyur deneyelim, dedim. İki gün sonra evime taşındı. Bana bir gün müsaade et, dedim, açık olan diğer hesaplarımı kapattım. İki-üç hafta sonra evlenmeye karar verdik. Altı çocukta mutabık kaldık. Bir yıl geçmeden zaten Arsen doğdu. Beni etkileyen yönü sanırım cesaretiydi. Benim huyum malum; böyle biriyle her yola çıkacak, her türlü maceraya göğüs gerecek biri lazım. Öyle mızmız, hanım hanımcık tipler olmaz. Gel dedin mi yarın senin evine taşınmayı göze alan biri olmalı. Cipi de iyiydi, üstelik. Kore Harbinden kalma 1947 model bir Willys, Sahra yolculuğuna müsait, ama üç günde bir İstanbul trafiğinde iflas eder. İşin yoksa git, Aksaray üst geçidinde şanzuman tamir et, Willys'i kurtar. Ikinci haftasıydı galiba, bir akşam oturup uzun uzun konuştuk. Ben başından bela eksik olmayan bir adamım, göze alıyor musun? Alıyorum. Bu evliliği sürdürmeye yüzde yüz kararlı olduğumu anlattım. Aklımla hareket edeceğim, kaçıcı içgüdülerime kulak asmayacağım. Bunun için bu evliliği bir sanat eserine çevirmemiz lazım, beraber büyük işler yapmamız lazım, bir hayat tarzı yaratmamız lazım, öyle ki bırakıp gitmenin bedeli dayanılmayacak kadar ağır olsun. Buna var mısın? Varım. Senden bir tane büyük ricam var dedim. Yalvarırım, benimle kavga etme. Asla etme. Bir kere bile etme. Çünkü ben kavgada acımasızım. Köprüleri çok kolay yıkarım. Terk edip gitmenin özgürlüğüyle sarhoş olan birini kavgada yenemezsin. Seni sıfırlar geçer. Sırf zevki için kavgayı tırmandırır, tahmin bile edemeyeceğin seviyelere taşır. Kırılırsın. Onun için alttan al. Aklıma hitap et. Dogmatik biri değilim, ne kanaatlerime fazla bağlıyım, ne çıkarlarıma, ne de alışkanlıklarıma. Kolayca ikna edersin. Burnuma tasma takıp gezdirebilirsin. Yeter ki kavga etme. Anlaştık mı? Anlaştık. Yazık ki o anlaşma öyle yürümedi. Belki de imkansızdı, kim bilir? Onbeş yıl boyunca, beni bile şaşırtan bir inat ve kararlılıkla evliliği ayakta tutmaya çalıştım. Çalıştık demeyeceğim, çalıştım. İlk beş yılın odak noktası, Şirince'deki evin inşaatıydı. Kendi elimizle harç kardık, taş döşedik, tavan çaktık, ağaç diktik, Ödemişlerden eski dolap taşıdık, her ayrıntıyı didik didik tartıştık. Ahırdan bozma iki göz köy evinden başlayıp sanırım memleketin en güzel, en orijinal evlerinden birini yaratmayı başardık. (Kuzguncuk'ta da bir ev projemiz vardı. İki-üç sene onunla da cebelleştik. Sonra bürokratik engelleri aşamadık, pes ettik.) 1998'de Küçük Oteller Kitabı'nın ilki çıktı. Turistik bir rehberin çok ötesinde, bir hayat tarzının simgesi ve manifestosu oldu. Şaşırtıcı satış rakamlarına ulaştı. Meşhur olduk; gazetelere ve televizyonlara çıkmaya başladık. Etrafımız "Güzel bir hayat mümkün, değil mi? Ne olur bizi inandır." diyen insanlarla sarıldı. Peşinden Nişanyan Evleri geldi. Onlar da herhangi bir otelden ziyade, bir yaşam tarzının bildirgesi gibi algılandı. İçte ve dışta tanındı. Dünyanın en güzel oteli olduğunu söyleyenler çıktı. Kırk küsur yaşımızdan sonra, hayatta ilk kez, biraz paraya kavuşmanın şaşkınlığını yaşadık. Onbeş yıl her yolculuğa beraber çıktık. Gürcistan'da iç savaşın içine düştük. Sri Lanka'da beraber tutuklandık. Hamile haliyle gidip Hakkari'nin dağlarında turistik yürüyüş rotaları tasarladık. Küçük Oteller gezilerinde bir ayda beraber yüzelli, ikiyüz kapı yaptığımız oldu. İlk kez 2006'da beraber çıkacağımız bir yolculuğa ben katılmayı istemedim, Fas'a gitmedim. Evliliğin koptuğu nokta da orasıydı sanırım. İşi sürükleyen bendim. Amaç ne evdi, ne kitap, ne de otel. Evliliği inşa ediyordum: bu iş yapılacaksa işte böyle yapılır! Müjde ise sanki kerhen ayak uyduruyordu. O odayı eklemesek? İşi daha büyütmesek? O kitaba benim adımı katmasan? Üçüncü çocuğu yapmasak? Her krizden sonra kalkıp gitmeyi -veya beni başından atmayı- düşleyen oydu. Ben ise her kaybedişte potu biraz daha artıran kumarbazlar gibi, kusursuz evlilik anıtımı büyütmekle meşguldüm. Hayal kırıklığı, karanlık bir bulut gibi içimde yavaş yavaş büyüdü. Uzun süre görmezlikten geldim. İnkar ettim. Başaracağıma inandım. Kendimi çok çaresiz hissettiğim günlerde, eski alışkanlıkla, teselliyi başka kadınlarda aradım. Eninde sonunda patlaması kaçınılmazdı. Patladı da.
Sayfa 154 - Liberus Kitap / III. ŞİRİNCE / MüjdeKitabı okudu
·
309 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.