Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İnsanın öldükten sonra çürümesi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benim uzmanlığım başkaydı. Çürümenin başka bir türüyle ilgiliydi. Bir bakışta tanıdığım çürüme, toprağın üstünde olandı. İnsan hâlâ nefes alıp verirken, kalbinde ya da beyninde küflenmeyle başlayan o çürümeyi biliyordum ben. Hayat tarafından ensemden tutulup sokulup çıkarıldığım derslerde, ancak o konuya kadar gelebilmiştik. Daha fazlasını bilmiyordum. Üstelik işlediğimiz son ders, ölü gömmekti. Ben de oraya kadar biliyordum. Gömmeyi ve hayata devam etmeyi. Sonrası yoktu. Sonrası koca bir sırdı. Ama herkes için öyle değil miydi? Kimin umurundaydı, annesinin, babasının, sevgilisinin, kardeşinin, gömüldükten sonra başına neler geldiği? Kimin umurundaydı, yaşarken âşık olunmuş hatta tapılmış bütün o bedenlerin, toprağın altında nelere dönüştüğü? Ben ve dünyanın bütün sıradan insanları, biz sadece, gömmeye kadar olan bölümü biliyorduk. Belki biraz da, “Sonra da böcekler gelip yiyor” diyorduk. Herkes yakılmalıydı aslında! Olması gereken buydu! En azından, o zaman bilirdik, öldükten sonra ne olduğunu. “Kül olup savruluyor insan” derdik ve kimse aksini iddia etmezdi. Ama toprağın altı, en az üstü kadar karmaşıktı. En az üstü kadar dev bir sırdı. Nefret ediyordum doğadan! Her şeyin her şeyi yemesinden! Bütün döngünün, her şeyin her şeyi yiyerek sürüp gitmesinden nefret ediyordum. Başka türlü olamaz mıydı? Başka bir seçenek yok muydu? Bu muydu, o muhteşem ve mükemmel doğa, dedikleri? Bu doğayı yaratan her neyse ya da kimse, nasıl bir sadistti ki “Öyle bir düzen kuracağım ki sırf yaşamak için herkes birbirini gebertecek!” diyebilmişti. Birbirini yiyen o hayvanlar, her şeyi yiyen o insanlar, bütün cesetleri yiyen o böcekler, o böcekleri yiyen başka böcekler... “Hepsinin de amına koyayım!” diye bağırıyordum. “Bu doğayı hayal edenin de, bütün bu et yiyip kan içme sahnelerine mucize deyip, hepsi için şükredenlerin de ta amına koyayım!” O kadar sinirlenmiştim ki yanımda kâğıt kalem olsa derhal bir dilekçe yazardım. Madem, bütün o dinler yazıya dökülüp kitap olmuştu, demek ki kullanılması gereken iletişim tekniği buydu. Ben de bir şikâyet mektubu yazıp atacaktım havaya, ya da Allah ya da Tanrı ya da şu ya da bu, her neredeyse, oraya! Madem Kuran, “Oku!” diye başlıyordu, ben de o mektubun başına “Sen de bunu oku!” diye yazacaktım! “Hele şu delikten bir çıkayım, hepsini yapacağım!”
Sayfa 207Kitabı okudu
·
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.