Osmanlı İmparatorluğu siyasi çalkantılarla boğuşmaktadır. İstanbul bürokrasi ahalisi yana döne kendini devlet işlerinde kanıtlama peşindedir. Bireysel bazda makam mücadeleleri yürütseler de ortak kanı yeni toprak ve devlet hazinesini büyütmektir. Savaş mevzu bahis olunca; tüm fertlerin hafızalarına, nice oğullarını şehit vererek kazıtılan Yemen gelmektedir. Giden gelmemekte, üstüne sürekli asker göndermek için oğullar gözü yaşlı analarından helallik istemektedir. İstanbul çevresinde zaman böyle tüketilirken; yurdun geriye kalanında ise tümüyle farklı bir atmosfer hakimdir. Küçücük bir sıfatı olan, devlet kademesinde herhangi bir memurluk vazifesini icra eden, dini makam sahipleri, toprak ağaları ve hırslı tüccarlar kelimenin tam manasıyla özerklik ilan etmiş, her biri kendi çapında devletcik olmuşlardır; tüm hukuk ve dini kuralları kendi çıkarları için baştan yazmıştır. Devlet kılıcını kuşanan veya arkasına devlet kılıcını elinde tutanları alanlar, özellikle köylü halktan vergilerle, getirilen yasaklarla kan kusturmaktadırlar.
İşte böyle bir dönemde kaleme alınmış bir kitaptır.1930 yılındaki baskıya sadık kalarak piyasaya sürmüş Salkımsöğüt yayınevi. Haliyle dili biraz ağır gelebilir, o dönemin kelime dağarcığı hakimdir.
Roman Adaköy ve civarında geçmektedir. Adaköy Kastamonu'ya bağlı Bolu'dan yönetilmekte olan bir Alevi köyüdür. Başlıca geçim kaynakları otlak hayvanlardan elde edilen tiftik yünüdür. O dönemde yabancılara türlü türlü imtiyazlar tanınmakta bu imtiyazların ceremesini de iç piyasa çekmektedir. Gittikçe derinleşen yoksulluk ve gelir dağılımında ki eşitsizlik, imkansızlıktan kaynaklı kıtlık ve açlık köylüde de yaşayacak derman bırakmamıştır. Halet-i ruhiyesi karamsarlık çukurunun dibinde olan köylü de bir takım batıl inançların veya uydurulmuş kalıpların peşinden savrulup gitmektedir. Her ne kadar romanın ön planını; köy-kent çekişmesi,kültürel yozlaşma, devlet görevlilerinin basiretsizliği gibi önemli konular işgal etmiş gibi gözükse de ana tema köylünün çıkrıklarından üretilen tiftik yünü ile Avrupa'nın fabrika ürünü olan ucuz yünü arasındaki savaştır. Köylünün kazanması imkansız bir savaş vermesi lazımdır çünkü savaştaki oğullarına para göndermek, temel ihtiyaçlarını gidermek istiyorlarsa çıkrıkların işlemeye devam etmesi tiftik yünü ile hayatlarını idame ettirmeleri gerekmektedir. Tek rakipleri yüzlerini asla görmedikleri ve hayatları boyunca hiç göremeyecekleri Avrupalı fabrikatörler değil aynı zamanda yanı başlarında bulunan, her gün dirsek teması içerisinde oldukları tüccarlar, din adamları ve devlet görevlileridir.
Sıddıkzade, babasından kalan topraklarını, işlerini büyütmek arzusu ile yanıp tutuşan ve bu hayalinin gerçekleşmesi için her yolu mübah gören, zengin eşrafından zat-ı muhteremin tekidir. Validen tutunda müftüye, paşadan tutunda katiplere kadar nüfuz etmiş, tüccarları ve köylüyü alicengiz oyunlarıyla esir almıştır. En son ortağı İngiliz bir misyoner olan ve yün ticaretiyle ciddi şekilde ilgilenen Stayvers'dır. Stayvers onu çok zengin edecektir, yeni kıyafet tebliğini nüfuzunu kullanarak çıkartmış beldede ki tek Avrupa yününü satan tüccardır. Ama köylü çıkrıklarını çalıştırmakta tiftik yününü üretip satmaktadır bu durum zenginliğe giden yol ile arasında büyük bir engel teşkil etmekte olduğundan köylüyü borç batağına sürükleyerek haciz yoluyla çıkrıkları ipotek altına alma planları yapar. Plan başarısız olunca da köyün Alevi inancına mensup olmasını fırsat bilerek parayla camilerden vaaz verdirerek, cuma hutbeleri okutturarak, mezhep farklılıklarını körükleyerek, Adaköy'e destek olan çevre Sünni köylerini ateşler ve dirençlerini kırar. Devletteki arkadaşları sayesinde de İstanbul'dan bir ordunun gelip taş taş üstünde koymadan 'isyanın' bastırılmasını sağlar.
Ortadoğu coğrafyasının kirli aktörleri iş başında olduğundan makus kaderi bir kez daha sahnededir ve sonuç olarak haklı olan değil güçlü olan kazanmıştır. Kirli aktörleri uzak tutmadığımız sürecede böyle gelen devran böyle gidecektir.
İyi okumalar.