Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

«Osmanlı yayılması, Orhan Bey zamanında başlar. Orhan Bey, ele geçirdiği topraklar üzerindeki taşıtlı malları gaziler arasında bölüştürdüğü gibi, taşıtsız malları da gaziler arasında bölüştürdü.» «Bölüştürme oranının şeriat oranı olduğu anlaşılıyor. Çünkü, önceleri Bey, sonraları Hünkår ve Sultan, ganimetin beşte birini kendi payına çekiyordu. Beşte dördü de, dövüşen erlerle, onlara komuta eden subay ve üst rütbedeki paşalara ayrılmıştı.» «Şimdi gözünün önüne geliyor mu, Söğüt gibi ufacık bir kasaba nire, Belgrat gibi koca bir Avrupa şehri nire?... Bütün bu geniş topraklar 130 yıl gibi kısa bir zaman parçası içinde Osmanlı'nın eline geçti. Osmanlı, sosyal koşullardan yararlanmasını pek iyi bildiği için, sürekli savaş da olmadı, komuta kadrosundan çok insan da ölmedi. Çandarlı gibi, Zağanos gibi, Köse Mihal gibi komutanlar ordunun başında ihtiyarladılar ve pek çoğu, normal biçimde ölünce, yerlerine onların oğulları, kardeşleri geçti. Böylece komutan değişti ama, aile değişmemiş oldu.» «Şimdi bir düşün: her bölge ele geçtikçe hisseni alıyorsun, taşıtsız mallarda en iyi parçalar sende kalıyor ve üstelik Hünkår gibi kimseye bir şey vermek zorunda değilsin... Sende, yığıldıkça yığılıyor, Hünkar da eridikçe eriyor. Gerçi Hünkârın ganimet oranı, Sadrazamından, ordu komutanlarınınkinden daha büyük ama, bir yandan gelen, öbür yandan gitmekte ve böylece giderek Sadrazamın varlığı, Padişahın varlığının çok üstüne çıkabilmektedir.» «Maddi güç çoğaldıkça, merkezi otorite de gücünü yitiriyor. Daha Birinci Murad döneminde beylerin paşaların servet üretmek hırsı ve yolsuzluklar, almış yürümüştü. Tarih-i Ebufaruk; Ulemadan Konyalı Kara Rüstem'in, Çandarlı Kara Halil'in yolsuzluklarını padişaha nasıl açtığını, vire ile alınmış kalelerde bile tutsak toplama yolsuzlukları yapıldığını, bunları önlemek el vermeyince, tutsak başına 25 akçe vergi almak yolunun tutulduğunu, bu da yapılmasa, memlekette adam kalmayacağını acı acı anlatır.» «Bu medreseden yetme Konyalı Kara Rüstem Efendinin gözü Kazaskerlikteymiş!... Bir punduna getirip Sadrazam Kara Halil'i Padişahın gözünden düşürünce, gönlünün muradına erişmiş ve Rumeli Kazaskeri olmuştur. Ben, bu Kara Rüstem Efendinin bile, büyük zenginlikler içinde yüzdüklerinden iyice azmış Bey ve Paşaların hakkından gelmenin kestirme yolunun, "İkta" sistemini benimseyerek mülkiyeti "intifa hakkı"na (yararlanma hakkı) dönüştürmek olduğunu Padişaha söylemiştir, sanıyorum. Bu fikir için hiç bir belgem yok. Bir tarih sezgisi ile söylüyorum, yanlış olabilir.» O dönem beylerin paşaların nasıl karûn gibi zenginleştiklerini anlamak için Hayrullah Tarihi'ne bakmak yeter. Sultan Murad Bursa'da yaman bir sünnet düğünü kurar... Acem Şahı ile Mısır Sultanına bile mektuplar gönderip kendilerini düğüne çağırır. Her yandan hediyeler yağar. Zamanın beyleri paşaları da padişaha hediyeler sunarlar. Evrenos Bey bu düğüne bak neler hediye etmiş...» Kemal Tahir kalktı, kitaplıktan Hayrullah Tarihi'ni çıkardı ve okudu; sadeleştirerek aynen veriyorum: «Boylu poslu yüz tutsak delikanlı ile, birbirinden güzel yüz tutsak genç kız ve kadın seçilmiş, bunlara yeşil atlas elbiseler giydirilmiş... On güzel delikanlı, her birinin elinde, altınla dolu birer gümüş tepsi, on dilber genç kızın ise, her birinin elinde gümüş tepsilere yığılmış filoriler (altın para) olduğu halde en önde yürümüşler. Artlarından, on güzel oğlan ile, on genç kız, ellerinde altın tepsiler, tepsilerin içinde işlenmiş gümüş öteberi... Bunların da ardına, delikanlılar ve genç kızlardan seçilmiş yirmişer kişilik gruplar konmuş, bunların ellerinde de değerli ziynet eşyalarıyla yürüyorlar, böylece hepsi, Padişaha saygı belirtisi olarak sunuldu.» «Tarih-i Ebufaruk'da başka bir örnek var: Timurlenk, Kütahya'ya girip İsa Çelebi takımının bıraktığı mal ve değerli eşyanın zenginliğini görünce, 'Bunca servet cenk için kullanmak gerekken, yığıp seyrine bakmak, nice bir gaflettir!' demiş ve Musa Çelebi'yi bir güzel azarlamış!...» «Yine bu dönemde Süleyman, Musa ve İsa Çelebiler babalarının mülkünü paylaşamadıklarından, her gün yeni bir Bizans oyunu sahneleniyordu. Beyler paşalar, bir şehzadeden öbürüne transfer oluyor, daha kârlı öneriler karşısında her gün güçlerin dengesi yeniden bozuluyordu. İşte kardeşlerden biri olan Musa Çelebi, Edirne'de tahta oturunca, önceleri kendisinden yana iken, sonradan öteki kardeşlerine geçmiş, sonunda yine kendisine sığınmış paşaların, beylerin sancak ve zeametlerini -tarihte ilk kez- geri almak cesaretini gösterdi. Ama bu cesaretini de başı ile ödemiştir. «Acaba Musa Çelebi, kardeşi Mehmet Çelebi ile Çamurluova'da cenge tutuştuğu zaman, Beylerin, Paşaların birer birer kendisini bırakıp karşı tarafa geçtiğini gördükçe, başına gelenin, beylerin mallarına el atmaktan olduğunu biliyor muydu?... Hiç olmazsa ömrünün son saatinde, bir beyin malını almanın, elindeki kılıcı almaktan daha dehşet verici bir iş olduğunun idrakine var mış mıydı?... Düşün bir kez, bütün beyler bırakıp kaçmışlar, askerlerini de beraber götürmüşler. Bir Yeniçeri kalmış elinde.... Onu da almak için, karşı tarafa geçen Yeniçeri ağası Hasan ağa, bir tepeye çıkmış, olanca avazıyla haykırıyor: "Zalim Musa Çelebi'yi bırakın, adil Mehmet Çelebi'ye gelin!" diye... Tarihler, ihanetin bu rütbesine dayanamayan yiğit Padişah Musa Çelebi'nin atını mahmuzlayıp Hasan Ağa'nın üzerine yürüdüğünü, Yeniçeri ağasının yüzgeri etmesi üzerine de erişip bir vuruşta adamı ikiye böldüğünü anlata anlata bitiremezler! Ama oracıkta onun da işi bitiriliverir..» «Bu, Beyler - Paşalar ihanetine uğramasaydı, yaman bir padişah olurdu Musa Çelebi!... Yazık olmuştur! Devletin nasıl olması gerektiğini biliyordu; ama o devlete nasıl ulaşılabileceğini kestirememişti. 'Mal canın yongasıdır' sözünü bilse ve de anlayabilseydi, Musa Çelebi, çok Osmanlı oyunları çıkaracaktı!...» «Görüyorsun, bu kardeş kavgası döneminde Yıldırım Beyazıd zamanına kadar biriktirilmiş ne kadar mal ve para varsa, hemen hepsi, son santimine kadar harcanmıştır. Kalan üç beş kuruş varsa, o da harabeye dönen memleketin bayındırlığına kullanılmıştır. İkinci Murad 19 yaşında Padişah olduğu zaman, tamtakır bir hazine devralmıştı. Buna karşılık karun gibi zengin ve güçlü Beyleri, Paşaları vardı.» «İkinci Murad, yaman bir padişahtır. Çok genç yaşında savaşlara girmiş çıkmış, girdiği savaşları kazanmış, savaşçılığı ve insanlığı ile ün yapmıştır. Ama Beyler ve Paşaları o kadar güçlenmişlerdi ki, Murad, sözünü yürüten bir padişah olduğu halde, buyruklarının dinlenmediği, hatta tersinin yapıldığı oluyordu. Jan Hunyad'ın başarıları, başını dikmiş Beylerin, Paşaların kendi başına karar almalarına bağlıdır. Mezit Bey fırkasının pusuya düşmesi, arkasından, Tuna yakası Muhafızı Şahin Paşa'nın yenilgisi ile kendisinin tutsak, Damat Osman Çelebi'nin şehit olması, ardından, Damat Mahmut Çelebi'nin düşmana tutsak düştüğü Şehirköy bozgunu, hep gemi azıya almış beylerin, paşaların padişah buyruklarını bile dinlemeden kendi akıllarıyla gaflet dolu kararlar almaları sonucudur.» «Mahmut Çelebi, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğlu, ve Halil Paşa'nın kardeşi idi. Ayrıca Saray'a damat olmuştu. Bu yüzden Osmanlı tarihinin ilk savaş tazminatı verilmiştir: 60.000 duka altın!... Ancak böylece tutsaklıktan kurtarılabildi. Üstelik bu tazminatı da, karun gibi zengin babası ve kardeşi değil, Padişah ödemek zorunda bırakılmıştı! Bunun nasıl bir tuhaflık olduğuna dikkat ediyor musun?...» «Ayrıntılara girmiş gibi görünüyorum ama, aslında daha ayrıntılı bilgi verebilmeliyim ki, Budapeşte'ye gönderilen mektubun anlamı iyice ortaya çıksın...» «Bu dönemde Devşirme Devlet Adamlarıyla Yerli Devlet Adamları arasında kıyasıya bir «yürütmeyi ele geçirme» yarışması başlamıştı. Devşirmeler için, millet, ülke, din kalmadığından, ancak devleti ele geçirirler, Padişaha yaranırlarsa kendilerini güvende sayıyorlardı. Yerli Devlet Adamları da (Çandarlı Ailesi gibi) devlet yolu ile ele geçirdikleri servetlerini daha da arttırmak ve hiç değilse eldekileri koruyabilmek için, Devleti ellerinde tutmalarında kâr görüyorlardı. Bu birbirine zıt çıkarlar, bitmez tükenmez bir yarışma yaratmıştır. Bizans'ın topraklarıyla birlikte entrikalarını da giderek benimsemeye başlayan Osmanlı Sarayı, bu yüzden hemen hiç rahata kavuşamamıştır.»
Sayfa 169 - 170,171,172,173,174,175 Bilgi YayıneviKitabı okudu
·
323 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.