Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

191 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Bir Despot Olarak Stalin
“‘Totalitarizm’ kavramı bir Soğuk Savaş icadıdır. İcadın amacı ise bellidir; faşizmle komünizmin aslında bir madalyonun iki yüzü olduğu, aralarında büyük benzerlikler bulunduğu, birbirlerine düşman değil dost olarak görülmeleri gerektiği ve her ikisinin de bu kavram üzerinden birlikte ele alınabileceği öne sürülür. Böylece Nazi Almanya’sı ile Sovyetler Birliği arasında, Nazi rejimi ile Sovyet rejimi arasında, Hitler’le Stalin arasında hemen hiçbir fark olmadığı öne sürülebilecektir; bunların ikisi de ‘totaliter’ devletlerdir, rejimlerdir, figürlerdir.” Sovyetler Birliği, kurulduğu ilk andan itibaren dört bir yanından saldırıyla karşılandı. Burjuvazinin, kendine karşıt olan her hareketi ne kadar kanlıca bastırabileceğini, hakkında iğrenç yalanlar uydurabileceğini biliyoruz. Hatta bunu oldukça ileriye götürerek, devrimin ilk yıllarında Sovyet topraklarındaki yabancı diplomatların, Rus diplomatlarına silah çekerek görüşmeleri yürüttüğü bilinir. Lenin’in sağlık sorunları nedeniyle görevi bıraktığı 1922 yılında Komünist Parti sekreteri olan Stalin ölümüne kadar ülkenin başında kalacaktır. Stalin öncesi dönemde, Sovyet insanlarının hali içler acısıydı. 1921 başında sınai üretim savaş öncesi dönemin sadece yüzde 12’si kadardı. Teknolojik gelişme yerlerde, halk cahildi. ABD ve Avrupa ile kıyaslanamaz düzeydeydi. “Gelişmiş ülkelerin 50-100 yıl kadar gerisinde bulunmaktayız ve bu farkı on yılda kapatmak zorundayız. Ya başaracağız ya da bizi ezecekler.” Stalin, Sovyetler Birliği’ni böyle bir karanlığın içinden kurmaya çalıştı, ve bunda büyük oranda başarılı oldu. Aşağıdaki tabloda göreceğiniz üzere Çarlık Rusya/SSCB’nin kişi başına düşen reel gayrisafi yurt içi hasılası 1905’ten 1925’e dek bir düşüş yaşıyor. 1920 ile 25 yılları arasında ise 500-600 dolar civarında geziyor. Bu sırada ABD’de 1920 ile 25 ile yılları arasında kişi başına düşen reel gayrisafı yurt içi hasıla 4500 ile 6000 dolar arasında. Gayrisafi yurt içi hasıla, bir refah göstergesi olmasa da ekonomik büyüklüğü gösteriyor. Ve Rusya’nın bu konuda çok geride olduğunu görüyoruz. SSCB: voxeu.org/sites/default/f... ABD: i.hizliresim.com/k0kagqr.png Bu kadar ekonomik değerlendirmelerle canınızı sıkmayacağım. Sadece Stalin’in devraldığı ekonomiyi göstermek için bu tabloya başvurdum. Strong, bu süreci kısa ve öz anlatmış: #163286675 Buradan sonra, hakkında yapılan suçlamalara değinmek istiyorum. 1. Stalin’in Tasfiyeleri, Muhalif Sevmezliği: Bir konuda net olmak gerekiyor. Bir ülke baştan kuruluyor, her şeyiyle geri olan bir ülke; çok büyük gayretlerle ilericileştirilmeye, sosyalist bir topluma evrilmesi amaçlanıyor. Bunlar kolay şeyler değil. Hele de Bolşevik Devrimi’nin Avrupa üzerinde bıraktığı etkisi, burjuvazinin Avrupa işçi sınıfını heyecanlandıran bu sosyalizm tecrübesine izin vermemek için elinden geleni yaptığı düşünüldüğünde. Bilindiği gibi 1919'da Alman Marksist teorisyenler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht öldürülmüş, Alman işçi hareketi bastırılmıştı. Ve bunları yapan da, daha 1914’te savaş başlarken milli burjuvazilerinin yanında olan sosyal demokrat iktidardı. İktidarın başında Friedrich Ebert vardı. Hatta bu güçler günümüzde bile sendikal işçi hareketinin önünü kesmeye çalışıyor, DİSK gibi önemli bir sendikanın foncuları arasında Friedrich Ebert Vakfı’nın bulunması akılları karıştırıyor. Konudan sapmamak üzere, Ekim Devrimi’nin önemini anlamak ve dünya üzerinde bıraktığı etkileri azımsamamak için bu araya girişleri yapmam gerekiyor. Bolşevik Devrimi sıradan bir devrim değildi. Karşıtlarının olması kaçınılmazdı. Türkiye’de burjuva devrimi olduğunda, gerici unsurlara (saltanat) karşı Mustafa Kemal (cumhuriyet) diyorsak, kendi karşıtlarını -belli ölçülerde- tasfiye etmesini saygıyla karşılıyorsak (ki Suphi’nin katlinden; Nâzım, Kıvılcımlı, Sabahattin Âli ve diğer birçok komünistin hapsinden dolayı da düşmanca yaklaşmıyorsak); olayları romantik değil, tarihsel değerlendirmemizdendir. Stalin de tarih önünde böyle değerlendirilmelidir. Sovyetler Birliği'nde de tasfiyeler yapıldığında, her ülkede olduğu gibi masum insanlar da zarar gördü. Ancak bunlar çoğunluk değildi. Bilinmesi gerekir ki, Sovyet Meclisi, Sovyet Askeriyesi ve diğer yetkili karar alıcı organlarda ajanların olmadığını düşünmek anlamsızdır. Bu konudaki en bilinen olay 1936-38 yılları arasındaki “Büyük Temizlik” diye adlandırılır. Bu süreçte birçok yetkili yargılandı, infaz edildi. Bunlardan birisi SSCB’nin ilk beş mareşalinden biri olan Tuhaçevski’ydi. (Nazi) Ribbentrop'un Doğu Siyaseti Danışmanı Kleist, bu yargılamalar sonucu idam edilen Tuhaçevski hakkında şöyle diyor: “Ancak mevcut durumda, Tuhaçevski gibi, ilişkileri onlarla göz açıp kapayıncaya kadar düzeltebileceğimiz yeterli sayıda insan yok.” Acaba Stalin yerine Trotskiy gelebilir miydi, sorusuna ise Strong’un cevabı çok net: “Stalin'e karşı söylenebilecek her şey söylendiği zaman, 1928 yılından başlayarak Sovyetler Birliği'ni zorladığı o müthiş ileri hamle olmaksızın acaba o ülkede sosyalist bir devlet kurulabilir miydi diye düşünürüm. Geriye doğru bakınca insan, öteki liderlerin -Trotski, Zinovyev, Kamenev ve Buharin'in- ülkeyi nasıl yıkıma doğru götürdüklerini görebiliyor. Bence bunların hiçbirinde, Stalin'de bulunan, halkın gereksinmeleri konusundaki derin görüş ya da gerekli cesaret ve irade yoktu.” 2. Sovyetler Birliği’nin Finlandiya’yı İşgali Burada konu dışı bir şey paylaşmak istiyorum. Şu an ismini hatırlayamadığım bir yazar (Melih Cevdet, Erdal Öz veya başkası olabilir) Finlandiya’yı Finlanda diye okumayı doğru buluyordu. Çünkü “Holland” kökünden gelen bir kelime “Hollanda” olmuşken, “Finland” kökünden gelen bir kelimenin “Finlanda” olmaması ona saçma gelmişti. Savaş tarihiyle ilgili olsanız da olmasanız da Sovyetler Birliği’nin küçücük Fin topraklarına saldırdığı, bunlardan ne istediği, ne kadar acımasız olduklarını söyleyenlere rastlamışsınızdır. Öncelikle Finlandiya’nın bağımsızlığının Rus Devrimi’yle birlikte geldiğini belirtmek gerek. Daha öncesinde İsveç Krallığı’na bağlı olan Finlandiya Bolşevik Devrimi’nden bir ay sonra 6 Aralık 1917’de bağımsızlığını ilan etmiş, Sovyet Rusya da bundan yirmi beş gün sonra bağımsızlığını tanımıştır. Ancak Batı'yla yakın ilişkileri olan Fin hükümetinin Sovyetler’e karşı tavrı olumlu değildi. “Mannerheim Hattı -Leningrad'a karşı girişilecek bir saldırıda, büyük bir kuvveti korumak üzere kurulmuş bu güçlü bir istihkam sistemi- İngilizlerin yönetimi altında yapılmıştı. Daha sonra da Fin hava meydanlarını Naziler yapmışlardı. Finlandiya'nın elinde 150 uçak olduğu halde 2.000 uçağı alacak biçimde yapılan bu meydanlar açıkça büyük bir gücün kullanımı için planlanmıştı.” Finlandiya’nın 1939 yılındaki ekonomik bunalımı sebebiyle, Sovyetler Birliği Finlandiya’ya bir davet yaptı. Bu davet sonucunda Finlandiya kısmî seferberlik ilan etti, orduları sınırlara yolladı ve “moral destek” için Amerika’ya başvurdu. Ne komik! Bu davete icabet etme nezaketini gösteren Fin delegasyonu Moskova’ya 11 Ekim’de geldi. Sovyetler Birliği, savaş sırasında kendileri için stratejik bir konumda olan Leningrad için önemli toprakları feda etmeye çoktan razıydı: #163273940 Bu cömert teklife karşın Finlerin istedikleri 1’e karşı 3’tü! Sonucunda anlaşma sağlanamadı. “Böylece, Fin topçuları Kasım ayı sonlarında sınırda ateş açıp Kızıl Ordu erlerini öldürünce Moskova bu olayı şiddetle protesto etti ve Finlandiya bu protestoya aldırmayınca Sovyet birlikleri 30 Kasım 1939'da Finlandiya'ya doğru yürüdüler. Finlandiya savaş ilan etti ve dış yardım çağırısında bulundu. Milletler Cemiyeti, Sovyetler Birliği'ni ‘saldırgan’ olarak üyelikten çıkarttı.” Bunların sonucundaki savaşta Sovyetler Birliği Mannerheim Hattı’nı çökertti, barış antlaşması imzalandı. #163274856 Şimdiden 900 kelimeye yaklaşmış bulunuyoruz. Uzun incelemelerin pek okunmadığının farkında olsam da yanlış veya eksik bir tanım yapmak istemiyorum. Bu yüzden en basit olayı bile anlatması uzun sürebiliyor. Değinmek istediğim birkaç konu daha var. 3. Nazi-Sovyet İttifakı (!) İddiaya göre Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası Polonya’yı paylaşmışlar! Bu da birbirlerinden farkının olmadığının kanıtıymış. Şöyle bir incelediğimde, elle tutulur bir yanı olmadığı görülüyor, anca kısaca bahsedeyim. 1939’da (Alman) Ribbentrop- (Sovyet) Molotov Saldırmazlık Antlaşması imzalandı. Ancak bu antlaşmanın nedenini açıklamak için bir yıl geriye gitmek gerekiyor. 1938 yılında Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa arasında Münih Antlaşması imzalandı. Antlaşmanın amacı Çekoslovakya’nın işgaliydi. Bu görüşmelere SSCB ve Çekoslovakya çağrılmamıştı. “Bu utanç verici antlaşma burjuva Avrupa'sının ve ABD'nin 2. Dünya Savaşı öncesindeki Hitler faşizmiyle suç ortaklığının en önemli belgelerinden biri ve o yıllarda izledikleri ‘yatıştırma’ politikasının en bariz örneği idi.” Emperyalistler bu süreçten sonra Hitler’e karışmama politikası güttüler, amaçları Hitler’in Sovyetler Birliği’ni yemesiydi. Bunun sonucunda Almanya önce Çekoslovakya’yı işgal etti. Burada insan kaynağı, “Avrupa’da rakipsiz” Skoda demir fabrikaları ve silah fabrikaları vardı. Çekoslovakya’ya yardım eli uzatan tek ülke SSCB’ydi. Ancak SSCB’nin Çekoslovakya’ya toprak sınırı yoktu. Polonya hükümeti, Sovyetler Birliği’nin geçitine izin vermedi. SSCB bu süreçte hâlâ Hitler’e karşı cephe kurulmasını savunuyordu, ancak buna hiçbir emperyalist devlet yanaşmadı. Bu sürecin sonunda Almanya Polonya’yı işgal etti ve SSCB henüz yeterli güce ulaşamadığı için Almanya ile saldırmazlık paktını kabul etmek zorunda kaldı. Fiziki çarpışmayı bir yıl ötelemiş oldu ve bu süreçte kendi askerî sanayisini oldukça güçlendirdi. SSCB’nin Polonya’yı işgali tartışmasını ise Hazal Yalın şöyle yorumluyor: “Polonya'nın SSCB tarafından işgaline gelince, bu eylem (kaçınılmaz askeri mülahazalardan başka) hukuksuz da değildi. İşgal 17 Eylül'de yapıldı. Bu sırada (a) Hükümet Varşova'yı terk etmiş, (b) Polonya ordusu yok edilmiş, (c) Alman kıtaları Sovyet sınırlarına yaklaşmıştı. Bunun üzerine Sovyetler Birliği Curzon hattını esas alarak işgale girişti; 1920'de, zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı tarafından çizilen bu hat, o sırada, Polonya'nın doğal sınırını gösteriyordu.” Yani ortada bir paylaşım yok, Sovyetler Birliği’nin öz savunma hakkı vardı. Bu konuda şu videoyu önerebilirim: youtube.com/watch?v=Ca5ueFu... 4- Stalin'in Öldürdükleri Stalin konusu her zaman tartışmalı bir konu oldu. Despot, tiran, diktatör, zalim, kanlı hükümdar… Hakkında onlarca isim taktılar. Tarihi kendi ideolojileri üzerinden yazdılar, medyaları bu yönde beslediler, "bestseller"ları bunlara göre belirlediler. İşte ideolojisizliğin de zararı bu. Çünkü bir ideolojiye sahip olmazsanız, ideolojinin sahipleri sizi bu yalanlarla besliyor. Gerçekten Stalin milyonları katletti mi, veya katı bir diktatör müydü? Bunlara uzunca cevap verilebilir. Örneğin, 20 milyonu katlettiği fikri aklımıza yerleşse de bu koskocaman bir yalandır. İdama giden oldu mu, oldu. Aralarında masum var mıydı, elbette vardı. Ancak Stalin keyfine göre “Bugün şunu asayım, öbür gün şunu keseyim” diyen bir lider asla değildi. Eğer tarihi bağlamından kopuk değerlendirirseniz, Stalin’i eli kanlı bir diktatör olarak görebilirsiniz. Stalin döneminde idam edilen kişi sayısı 680.000’di. Sovyetler’in bir sosyalist ülke olarak, yüz binlerce kapitalist devlet ajanıyla dolu olduğunu düşünürsek, bunu ellerinde çiçeklerle karşılayacaklarını safça buluruz. Bir de Holodomor'da Ukraynalıları suni kıtlıkla öldürdüğü iddiası var. Bu konuda çok detaya girmeye gerek yok, ancak Ukrayna kesinlikle suni kıtlığa bırakılmadı. Sovyetler'in tasfiyesiyle çok uğraştığı kulaklar (zengin köylü sınıfı) milyonlarca insana yetecek tahılları yağmaladılar, yaktılar. Bu aşamada bir de sürgün edilen Ahıska Türklerine değinmesek olmaz. Bu konuda detaylı bir yazı tarihçi Candan Badem'in köşe yazısında yazıldı. Ama uydurmalarla değil, belgelerle. Sürgün edilen Ahıska Türklerinde tarihsel bir Rus-Sovyet düşmanlığı vardı, asker kaçaklığı yaygındı. Bu bölgenin tarihsel ırkçılık anlayışından dolayı, Goebbels'in propaganda birlikleri burayı etkili kullandı. Birlikler oluşturdu, silah, mühimmat sağladı. Türkiye de o sırada SSCB ile imzalanmış olan dostluk antlaşmasını ihlal ediyor, Nazi Almanyasına krom gönderiyor, Alman gemi ve denizaltılarının boğazdan geçmesine izin veriyordu. Bunlar Sovyetler Birliği'ni tedirgin etti. Sonuçta Ahıska Türklerinin de ırktaşlarının yanında alması, Rus-Sovyet birliklerinin yanında yer almasından daha olasıydı. Sürgünler her zaman üzücü olsa da, Sovyetler Birliği bu hamleyi yapmak zorundaydı. Bu sürgünde ölen kişi sayısı bahsedildiği gibi on binler, yüz binler değil; antikomünist tarihçi Nikolay Bugay'ın arşivden çıkardığı belgelere göre 457'ydi. Tekrar Stalin'in kişiliğine dönersek, "sert miydi" sorusuna ise kesinlikle cevabı verilebilir. Ve bu sert tavrını korumasaydı, Sovyetler Birliği daha savaş başlamadan içten çökertilirdi. Bunun sonucunda ise faşist Almanya’ya dur diyecek bir ülke olmazdı. Evet, bugün faşistler bizim ülkemizi de işgal etmediyse, bunu Stalin ve savaşta hayatını kaybetmiş 25 milyon Sovyetler Birliği yurttaşına borçluyuz. Hemingway’in dediği gibi: “Özgürlüğü seven herkesin Kızıl Ordu'ya ödeyemeyeceği bir borcu var.” Kitap oldukça objektif yazılıyor. Stalin’i yer yer eleştirdiği yerler de var. Ancak bu “katliamcıydı, diktatördü” eleştirileri değil. Daha ipe sapa gelir eleştiriler. Stalin zaten oldukça saldırı altında olduğu için bu incelemede eleştirilerine yer vermedim. Bu da ona kıyağım olsun. Bu eleştirilere kitapta erişebilirsiniz. Objektif bir inceleme yaptığımı düşünmüyorum, kesinlikle Stalin’in tarafındayım; ama yalan, yanlış bir inceleme yapmadığıma eminim. Stalin’i savunmak birini radikal, terörist, aşırı yapmaz. Aksine, tarihi incelerken burjuva propagandalarından arındırılmış bir bakış açısıyla bakıldığını gösterir. Stalin’in bu uzun yaşamında kendisi hakkında yazabileceğimiz daha çok şey var. Ancak bu hâli bile oldukça uzun olduğu için belki de onu başka incelemelere saklarız. Engels’in Marx için kullandığı şu tabirleri Stalin için kullanmak istiyorum: Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da! Kaynakça ve tavsiye:
Stalin'i Anlamak
Stalin'i Anlamak
,
Kemal Okuyan
Kemal Okuyan
Stalin Dönemi
Stalin Dönemi
,
Anna Louise Strong
Anna Louise Strong
haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilc... haber.sol.org.tr/yazar/kapitaliz... youtube.com/watch?v=DTN9LND... youtube.com/watch?v=xlkQAZW...
Stalin Dönemi
Stalin DönemiAnna Louise Strong · Onur Yayınları · 198816 okunma
··
2.536 görüntüleme
Emir okurunun profil resmi
İnceleme oldukça uzun olduğu için şu iki konuyu da yorum kısmına ekleyeyim. Birincisi Sovyet insanlarının açlıktan süründüğüne dair iddialara cevap olabilecek nitelikte bir CIA belgesi. Evet Amerikan ajanlarının iddiasına göre Sovyet insanları günde 3300 kalori alırken ABD insanları 3500 kalori alıyordu. Halk açmış, yersen. cia.gov/readingroom/doc... İkinci belge de Stalin'in diktatörlüğü hakkında. CIA ajanlarına göre "Stalin'in zamanında bile kolektif önderlik vardı. Batı'da oluşan 'komünist sistemdeki diktatörlük' fikri abartılıyor." Evet, kabul etseniz de etmeseniz de, SSCB'de kolektif yönetilen bir örgüt yapısı vardı. Stalin'in karakteri baskındı -bir lider olarak çok doğal- ancak gözü dönmüş bir diktatör değildi. Mareşal Jukov bunu şöyle açıklıyor: "Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim ki, Stalin hiç de ortaya ko­yuşlara hoş görüsü olmayan, kendisiyle tartışılmaya gelmeyen, önünde insanın kendi görüşünü çekinmeden, ısrarla savunamadığı bir adam değildi. Bunun tersini savunana, doğrudan yanıldığını söyleyebilirim." cia.gov/readingroom/doc...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.