Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sophia Charlotta (16 Nisan 1689) 16 Nisan 1689'da Berlin Dom Kilisesi'nde vaftiz edilen Türk kızı Sophia Charlotta’nın yaşamı, başarı öyküsü olarak literatüre geçmiştir. Sophia'nın vaftiz babası ve aynı zamanda ilk "sahibi”, onu Türk savaşları sırasında ganimet olarak elde eden ve vaftizden sonra Bayan Elektöre teslim eden Süvari Yüzbaşısı Grothe'dir. Prenses yakınında bulunan kişilerin zeki, becerikli ve güzel olmasına önem verirdi. Sophia Charlotta’nın da çevresini güzelliği ve zekâsı ile etkilediği varsayılır. Adını Prensesten (Elektör eşi) esinlenerek alan Sophia Charlotta, saray için Fransızca öğrenerek bu dile vâkıf olurken, katekümen dersleri için de Almanca öğrenir. Sarayda, saray eczacısı Johann Adam Possart ile tanışır, sahibesi tarafından serbest bırakılır ve aynı zamanda evlilik için izin alır. Bu evlilikten, 1698 yılındaki vaftiz töreninde Carl Friedrich adını alan tek oğlu dünyaya gelir. Prenses (Elektör eşi), saray ressamı Gedeon Romandon'dan Sophia Charlotta’nın portresini yapmasını ister. Bu portre sayesinde onun optik olarak bıraktığı etkinin yanı sıra Prenses (Elektör eşi) ile olan yakınlığı da belgelenmiş olur. Prenses (Elektör eşi) zaten Türk saray personelinden hoşnut kalmasıyla ve çevresinde Türk saray personeli görmek ve sarayda düzenlenen eğlencelerde göstermek istemesiyle bilinir. “Türk modası" kapsamında düzenlenen bu eğlencelerde, esas olan Türklere dair özelliklerin gösterilmesi veya bunların tanıtılması değildi. Esas olan Batılının algısında, yabancıya yönelik yer alan bakış açısının sergilenmesiydi. Bu nedenle Türk kıyafet ve modasına yönelik sergilenen her şey, Batılıların Türklere mal ettiği "şarka dair" tipik özelliklerdir. Koyu ten rengi de, özellikle saraylarda insanların sınıflandırılmasına yönelik son derece önemli rol oynamaktaydı. Çünkü saraylarda, insanların ten rengi ne kadar koyu ise, o kadar şarkîdir algısı hâkimdi. Özellikle de açık-koyu tezatı sayesinde sınıfsal ayrımların belirgin bir biçimde altı çizilebilmekteydi. Yine de bu sayede “koyu ten rengine sahip Türk, Tatar, Asya veya Afrikalıların” birbirinden ayırt edilebilmesi pek mümkün değildi. Çünkü “açık ten rengi” Avrupalılara göre medeniyet ve hükümdarlığın göstergesiyken, “koyu ten rengi” esaret ve ehlileştirme çabalarına işaret etmekteydi. Türk kadınlarının “neredeyse” Avrupalı gibi görünmeleri, onlara kimi zaman önemli bir avantaj sağlamıştır. “Çok koyu” ile “açık ten” rengi arasında bir ara ten rengine sahip olan Osmanlı kadınları, bu özellikleri nedeniyle en azından dış görünümleri itibariyle dikkat çekmeden bir yaşam sürebilmişler ve örneğin zenci kadınlara göre, toplumsal-sosyal yaşama daha çabuk entegre olmuş veya olmalarına izin verilmiştir. Avrupalılara göre dış görünümleri itibariyle çok daha egzotik olan zenci kadınların sosyal ve toplumsal yaşantıya adapte olmaları veya toplumda dikkat çekmeden yaşamlarını sürdürmeleri, o dönemin koşullarına göre çok daha zor görünmekteydi.
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.