Okunmalı mı? Okunmamalı mı?Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği uzun zamandır çok satanlarda gördüğüm daha önemlisi felsefe kitap önerilerinde karşıma çıkıp durduğu için alıp okumak istediğim bir kitaptı, kısmet bugüneymiş. Milan Kundera'dan okuduğum ilk kitap oldu, aslında Kundera okumaya Gülüşün ve unutuşun kitabı ile başlıcaktım çünkü o kitabı yüzünden Çekoslovak vatandaşlığından çıkartılmış, ancak o kitabını bulamadığım için ilk ve son kitabı olarak Varolmanın dayanılmaz hafifliğini okudum. Neden ilk ve son kitabı diyorum incelememin sonlarına doğru anlatıcam, hem bir yandan da koyduğum başlığa bir yanıt arayalım.
Kitaba başlarken açıkçası isminden ve girişteki Ağırlık ve Hafiflik bölüm başlığından da anlaşılacağı üzere Camus ya da Sartre gibi varoluşun temelleri ile hikayeyi kucaklayacağımı sanmıştım ancak yanılmam uzun sürmedi çünkü çok sade bir dil ile yazılmış, felsefe olaraksa hikayeden bağımsız yazarın görüşlerini okuyoruz. Yani diyalektik, analitik ya da bir fenomoloji beklememekte fayda var.
Kitap 1980 yılında yazılıp 1982 yılında tamamlanıyor ve 1984 yılında Fransızca olarak ilk defa basılıyor. Kitap tüm dünyayı kasıp kavurduğu için hemen 1986 yılında Türkçe çevirisi yapılıyor ve 87 yılında sinemaya uyarlanıyor. Nasıl, hemen kitabı alıp okuma arzusu oluştu değil mi herkeste? Ancak işler sandığımız gibi gitmeyecek.
Karakterlere ve hikayeye geçmeden önce kitap 1968 yılında Prag baharı adı altında Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgal etmesi ve bu savaşın gölgesinde 4 karakterin hikayesini okuyoruz. Rusya, tarihi boyunca hep toprak uğruna soykırım yapmış bir millet, burada da kendi ırkından, kültüründen olan insanları nasıl katlettiklerini okuyoruz.
Kitap da sürekli bir Beethoven ritimi söz konusu, şöyle ki ana karakterlerden Tomas ve Tereza arasında ki ilişki adımlarını yazar Beethoven'in son dörtlüsünün son muvmanı olan "Muss ess sein?" ve "Es muss sein?" yani "Olmalı mı?" "Olmalı!" ritmleri üzerinden ele almış ki bu saydığım muss es sein ve es muss sein kitap sonuna kadar birbirleri ile iletişim halinde. Müzik farklı bir boyut katmış hikayeye ben sürekli Beethoven ne alaka derken biraz araştırınca sebebini öğrendim. Yazarın babası Ludvík Kundera (1891-1971), 1948-1961 yılları arasında Brno Müzik Akademisi müdürlüğü yapmış olan, ünlü müzikolojist ve piyanist Leos Janacek'in öğrencisiydi. Hali ile müzik kaçınılmaz olmuş sanatında. Başlığı da bu kelimeleri değiştirerek oluşturdum zaten "Okunmalı mı?" "Okunmamalı mı!"
Buraya kadar okunmalı dediğinizi duyar gibiyim ancak şimdi neden "Bence" okunmamalı olduğunu izin verin anlatayım.
Öncelikle 4 ana karakterimizden bahsedelim, isimleri Tomas, Tereza, Franz, Sabina.
Tomas; 2 sene evli kalıp boşanmış 1 çocuk sahibi ve eşi ile çocuğunu reddederek kendisini "Erotik dostluk" adını verdiği bir ideolojiye adamış. Nedir bu erotik dostluk derseniz şöyle izah edeyim; tek eşliliğe karşı bir terim bu. Yani her gün farklı bir kadınla birlikte oluyor bunlardan birisi Tereza (uzun süreli birliktelikten sonra evleniyorlar) ve ressam sevgilisi Sabina.
Tereza; Anne baba sevgisi görmemiş, hep dışlanmış, sürekli kötü rüyalar gören hatta kitabın yarısına kadar üzüldüğüm tek karakter. Ancak daha sonra ne yapıyor, Tomas'ın kendisini aldattığının bilinciyle o da gidiyor bar da tanıştığı başka bir erkekle birlikte oluyor.
Franz; Sevmediği bir kadın olan Marie Claude ile evlenmek zorunda kalan bir bilim adamı. Kadın onu bırakırsa intihar edeceğini söyleyerek evlenmeye ikna ediyor. Franz ne yapıyor? Gidiyor bir tane de evliliğinden kızı olmasına rağmen ressam Sabina ile aşk yaşıyor( ne Sabina'ymış be!). Sabina'da kendisini aldatınca Franz genç kız öğrencisi ile birlikte oluyor.
Sabina; Resim yapmayı seviyor, sürekli erkeklerle birlikte olmaktan başka ve arada bir erkeklerle ilişkilerini mantık çerçevesine sokarak depresif ve yalnız haline bağlayan sanat ya da edebiyat adı altında kadınların cinsel obje olarak gösterilmesinin en büyük örneği.
Gördüğünüz gibi Mahşerin 4 atlısı gibi karakterler, yaşama amaçları; eşlerini aldatmak, yalan söylemek, sevişmek, sevişmek, sevişmek, çokeşlilik paradoksu.
Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Gelin kitabın 214. sayfasında geçen şu paragrafı hep birlikte okuyalım;
"Arkadaşları şimdiye kadar kaç kadınla yattığını sorduklarında, soruyu geçiştirmeye çalışır, eğer çok sıkıştırırlarsa, "Eh, aşağı yukarı iki yüz," diye cevap verirdi. Aralarında kıskanç olanları onu abartmakla suçlarlardı. "Bu o kadar da çok değil" derdi kendini savunmak üzere. "Yirmi beş yıldır içli dışlıyım kadınlarla, iki yüzü yirmi beşe bölün, yılda sekiz kadın felan çıkar. Bu o kadar da çok sayılmaz, öyle değil mi?" Can yayınları sayfa 214, isteyen bakabilir.
Bu kitap çok satanlar listesinde ve ne zaman bir kitapçıya gitsem karşıma çıkıyor, işin kötü tarafı genç nesil de bu kitapları okuyor. Kitabı okumak isteyenler için bu inceleme umarım bir işe yarar diye umut ediyorum. Umarım başlık hakkında bir cevabınız olmuştur. Ve son olarak;
Şimdi kitabı okumuş bazı arkadaşlardan kitaptan sadece bu sonucu mu çıkardın gibi tepkiler alabilirim. Cevap olaraksa şunu yazıyorum; "Kadınları cinsel obje olarak gösteren ve daha kötüsü Tanrı'nın kadınları erkeklerin cinsel açlığını doyurması için yaratıldığına inanan bir görüşün, ahlaksızlığın bu kadar normalleştirilerek anlatıldığı bir kitap da alt mesaj olarak evrenin sırları anlatılsa kaç yazar?"