1873 yılı, İstanbul’da bir ev…
İçinde tarihin başlangıcından beri varolan tüm yazılı metinlere haiz, adeta matruşka 🪆 bebekleri gibi sırrını sonraya saklayan labirentimsi bir kütüphane var.
Üstelik sadece maziye dair değil içindeki metinler.
Gelecekte yazılacak kitapların da mahfuzluğunu yapıyor bu yer.
En az kendisi kadar gizemli bir nigahdârı var bu kütüphanenin.
Bir de evin sırrına vakıf olmaya çalışan iki ayrı zaman diliminden iki kişi …
Yazar insanlık tarihinin, var oluş dilemmasının ve görece zaman kavramlarının muhteşem bir tartımını yaparken okuruna da metaforlar aracılığıyla aklında kıvılcımlanan onlarca muhakeme bırakıyor.
Yazılmış olanı yaşamak kader midir ?
Karl Jung’un dediği gibi: “Her kaosta bir sistem, her düzensizlikte gizli bir düzen vardır.”
️Bu noktada metinler arası diyalektik ile hoş geldin “Tehafütü’t-Tehafüt” diyorum.
Gazzâlî, XI. yüzyılda kaleme aldığı “Filozofların Tutarsızlığı” isimli çalışmasının hemen başında yer alan “Maksadü’l Felâsife” bölümünde felsefenin, hakikati temsil etme yetisine sahip olamayacağını vurgulayarak İbn Sînâ’nın İslam felsefesine ağır eleştiriler getirir. İbn Rüşd de bu tartışma zincirine Tehafütü’t-Tehafüt yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” isimli kitabıyla eklemlenir.