Tüketim toplumunun gelişmesiyle birlikte “mutluluk” reklamların başat unsuru olarak odağa yerleşir. Bütün sınıflı toplumlarda sistemin yeniden üretilmesinde önemli bir rol oynayan aile de özü korunarak yeniden kutsanır. Reklamlardaki “mutlu kadın” simgesi, x marka deodoranı, y marka şampuanı, z marka aletle sahip olduğu pürüzsüz bacakları, “light” ürünler sayesinde elde ettiği ince vücudu ve bunu teşhir eden markalı giysileriyle “doğru erkeği” önce baştan çıkarır ve sonra da filan deterjan sayesinde bembeyaz yaptığı çamaşırlarıyla, falan yağları kullandığı, güzel yemekleriyle iyi bir eş ve anne olarak mutluluğa kavuşur. “Kariyer de yapar, çocuk da” her şeye birden sahip olabilir. “Güzelliği” sayesinde mutlu olmayı hak eder.
Öte yandan, erkeğin mutluluğunun anahtarı, iş dünyasında kıyasıya rekabetle gücünü ispat etmesi sonucunda elde edilen “başarı”dır. Zengin/mutlu erkek bir yandan son model arabasıyla seyahat edip özgürlüğünü yaşarken, övünebileceği güzellikteki bir kadını da eş olarak sahiplenmiştir.
Sistemin ezdiği ve dışladığı bireyler, yeterli paraları olmasada, hafta sonlarında büyük alışveriş merkezlerini gezmeyi alışkanlık haline getirirler. Vitrinlerde sunulan, elleriyle tutabilecekleri kadar yakın ve bir o kadar da uzak olan bu hayaller âleminde dolaşarak, birgün bütün bunlara sahip olmanın düşüyle ya hırsları bilenir ya da tatlı bir uyuşukluğa kapılarak “eğlenirler”.Orta sınıf, kredi kartlarıyla 30 taksitle ucundan tadabildiği tüketim cennetinin meyvelerine, gitgide daha bağımlı hale gelir. İşte hayalleri medya tarafından biçimlendiriliş, karnı tok olsa bile ruhu aç ve gözü doymamış bu insanların en duymak istediği şey ne olabilir? “Mutluluğun anahtarı tümüüyle sizin elinizde, yeter ki isteyin ve pozitif düşünün.”