Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

136 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
"Başkaldırıyorum öyleyse varım"
Albert Camus, 1957 Yılında Edebiyat alanında Nobel ödülü kazanmıştır. Felsefe ve Edebiyatın organik bağlarından faydalanan Camus, Fransızcada “absürde” Türkçede ise “uyumsuz” olarak dilimize geçen kendi felsefesini, yazmış olduğu eserlerle okuyucularla buluşturmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda, Camus’un yazdığı Caligula (1938), Sisifos Söyleni (1942) ve Başkaldırı (1951) eserleri uyumsuz felsefesinin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Camus’un felsefesini ele almadan önce Camus'un içinde yaşadığı dönemin incelenmesi onun anlatmak istediklerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Buna göre, 21.yüzyılın ilk yarısında insanlığın deneyimlediği savaşlar, ekonomik krizler, soykırımlar, açlık sorunları, hastalıklar, nükleer bombaların yıkıcı etkisi, bireyin yalnızlaşması, insan hayatının önemsizleşmesi ve bu gibi sorunlar neticesinde deneyimlenen huzursuzluk, mutsuzluk ve hayatın anlamsızlaşması; insanoğlunun kendi varoluş amacını sorgulamasına neden olmuştur. Birçok filozof gibi Camus da karşı karşıya kalınan varoluşsal kriz problemine yanıt aramaya çalışmış ve ulaştığı sonuçları kimi zaman bir roman kimi zamansa bir oyun ile bizlere aktarmaya çalışmıştır. Camus’a göre, modern insan varoluşsal bir krizle karşı karşıyadır. Bu krizin aşılması içinse hayata dair umut ve anlam arayışı içinde olan insanoğlunun içinde bulunduğu durumu çözümleyebilmesi adına yaşamın içerisindeki en büyük gerçeklikle yani ölüm düşüncesiyle (uyumsuz) karşı karşıya gelmesi gerekmektedir. Camus’un felsefesinde yaşam anlamsızdır çünkü isteklerimiz ve içinde bulunduğumuz dünyamız farklı bir anlayışla hareket etmektedir. Ölüm gerçeğiyle karşılaştığımız durumlar sonrasında her ne kadar ölümsüzlüğü istesek de evrenin kanunu böyle çalışmamaktadır. Saçma bir düzen içerisinde varlığını sürdüren insan, bu anlamsızlıkla-saçmayla (ölümle) karşılaşıp onu kabul edip ölüm gerçekliğinin farkındalığıyla yaşamaya devam ettiğinde hayatın anlamsızlığından bir anlam çıkartabilmektedir. Bu doğrultuda, uyumsuz felsefesine yöneltilen “Saçma, ölümü dikte eder mi?” sorusuna Camus, “Hayır” yanıtını vererek “Saçmanın bilincine vararak saçma deneyime uygun bir şekilde yaşanılması gerektiğini” vurgulamaktadır. Ona göre uyumsuzun çözüme varmaması gerekmektedir fakat intihar, uyumsuzu çözüme vardırmakta ve saçmaya boyun eğiş olarak açıklanmaktadır. İşte bu noktada saçma bilinciyle yaşayarak ölüme karşı gelmek ve onu kabul ederek ona baş kaldırmak gerekmektedir ki bireyi varoluş krizinden çıkartan uyumsuzun bilinciyle yaşamak ve ona başkaldırmaktır. Bu yüzdendir ki varoluş tartışmalarıyla ilgili olarak Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım” tezine karşı Camus, “Je me révolte, donc je suis” ifadelerini kullanmaktadır. Yani, “Başkaldırıyorum öyleyse varım.” anlayışını ileri sürmektedir. Toplumun bilinçlenmesi için bir araca ihtiyaç duyulduğunun farkına varan dünyanın farklı bölgelerinden birçok oyun yazarı (Samuel Beckett, John Osborne, Arthur Miller ve Albert Camus vb.) içinde bulunulan çağın saçmalığına sessiz kalamamış ve tiyatroyu bir silah gibi kullanarak toplumun içinde deneyimlediği sorunları tiyatro aracılığıyla çözmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda Albert Camus’un ilk olarak 1938 Yılında yayımlanan ve Nazi tehdidi sebebiyle 1945 yılına kadar sahnelenemeyen Caligula oyunu, uyumsuz felsefesinin ve yazıldığı dönemin siyasi-toplumsal yapısının anlaşılmasının yanı sıra hayatın anlamsızlığı sorununa karşı sunmuş olduğu çözüm sebebiyle edebi okumalar yapanların zihinlerinde kendisine önemli bir yer edinmiştir. Camus, yazmış olduğu oyunda ana karakter olarak tarihsel bir figür olan diktatör Gaius Julius Caesar Germanicus yani takma adıyla Caligula’yı tercih etmiştir. M.S. 37 ve M.S. 41 yılları arasında ülkesini yöneten Caligula, iktidara geldiği ilk dönemlerde adaletli bir yönetim anlayışı benimserken sevgilisi ve kız kardeşi Drusilla’nın ölümünden sonra hayata bakış açısı değişmiş ve tarihe zalim bir lider olarak yazılmasını sağlayacak olan uygulamalara imza atmıştır. Camus’un eserlerinin birçoğunda olduğu gibi bu eserde de ölüm teması karşımıza çıkmaktadır. Drusilla’nın ölümünden önce ölüm gerçeğinin farkında olmayan Caligula, en sevdiği insanın hayatını kaybetmesiyle birlikte ölümle yani Camus’un hakikatiyle karşılaşmıştır. Bu bağlamda ölüm hakikati ile yüzleşmenin çarpıcı gerçekliği Caligula tarafından şöyle açıklanır: “Sana yemin olsun, umrumda değil ölümü, bir işaretten ibaret benim için, gözümü açtı beni aya mecbur bırakan hakikate. Apaçık ortadaymış oysa, görmemek aptallıkmış.” Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere Caligula, ölüm gerçeğiyle karşılaşmanın Drusilla’nın ölümünden daha önemli olduğunu vurgulamış ve ölümü bir hakikat olarak görmeye başlamıştır. Başlangıçta; ölümle uyumlu, sonrasında bilinçli en sonunda ise uyumsuz olarak yaşamını devam ettirmeye çalışan Caligula, Camus’un uyumsuz felsefesini içselleştirmiş, ölüme karşı uyumsuz olmanın insanları özgürleştirdiğine kanaat getirmiş ve halkının da bu hakikatle karşılaşmaları için bir dizi çabalar içerisine girmiştir. Çünkü, Caligula’ya göre özgür olmanın tek şartı hakikatle yüzleşmektir ve bu hakikati kabullenemeyen özgürlüğüne kavuşamamaktadır. Bu nedenledir ki Caligula kendisine öğretmen rolü atfederek halkını ölüm gerçeğiyle karşılaştırmak istemektedir. Onun bu arzusu Helicon’a söylediği şu sözlerden anlaşılmaktadır: “Ben hakikati görsün istiyorum bu insanlar, Hakikati yaşasınlar! Buna Gücüm yeter Helicon, cahil bu insanlar Helicon ve bir hocaya ne söylediğini bilen bir hocaya ihtiyaçlar var.” Fakat Caligula, hakikati halkına göstermek için yanlış yöntemleri seçmiştir. Bu yöntemler doğrultusunda birçok kişinin canına acımasızca kast ederek ve kendi ölümüne tepkisiz kalarak insan hayatının değersizliğini göstermek istemiştir. Aslında, bu cinayetlerin altında Caligula’nın kendi hayatını anlamlandırması, özgürleşmesi ve etrafındakilerin dünyayı anlamlandırması için onlara ders verme düşüncesinin olduğu kabul edilmektedir. Caligula’nın ölüm eylemi sonucunda bireyin veya bireylerin özgürleştirilmesi fikri Dostoyevski’nin Ecinniler eserindeki Kirilov’un düşüncesiyle benzerlik göstermektedir. Fakat Kirilov’un öldürme eyleminde diğer bireyleri özgürleştirme amacı olduğu gözlemlenirken Caligula’nın öldürme eyleminde kişinin kendisini ve halkını özgürleştirme, yalnızlığını giderme ve diğerlerine ibret olma amacı taşıdığı görülmektedir. Bu sebepledir ki Caligula “Öldürmediğim zaman kendimi yalnız buluyorum. Evreni kaplamaya, can sıkıntısını gidermeye canlılar yetmiyor. Tümünüz ötede oldunuz mu, bana bakamadığım ölçüsüz bir boşluğu duyuruyorsunuz. Ancak ölülerimin arasında iyiyim.” İfadelerini kullanmaktadır. Hayatın anlamsızlığından dolayı ölecek insanların sırasının da önemli olmadığı Caligula tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Kim önce, kim sonra öldürülecek sırası hiç mühim değil esasında. Zira her idamın kıymeti aynıdır ve bu da demektir ki hiçbir idamın bir kıymeti yoktur. Hem suçlu arıyorsak, hepsi birbirinden suçlu bunların.” Bu anlamsızlığı neden olan durumun kaynağında ise büyük dünya savaşları ve dünyanın içinde bulunduğu zorlu koşullar sebebiyle bireyin hayatının kıymetini kaybetmiş olduğu düşünülmektedir. Yazıldığı dönemin sosyo-ekonomik yapısının da yansıtıldığı bu eserde; modern yaşamla birlikte bireyin toplum içindeki önemini kaybetmesi, endüstriyel yapının neden olduğu mekanik yaşam tarzı ve ekonomik kaygılar; insan hayatına verilen değerin geri plana atılmasına neden olmuş ve bu durum da Camus tarafından eleştirilmiştir. Bu doğrultuda İdareci ve Caligula arasında geçen şu diyalog bu eleştiriyi çarpıcı bir şekilde okuyuculara göstermiştir: -İdareci: Kaygımız hazineden yanadır Caesar, takdirini bekleyen mevzular var, biliyorsun geciktirmeye gelmez. -Caligula: Madem hazine her şeyden önemli insan hayatının en ufak kıymeti yok demektir. Paraya her şeyden çok kıymet verdiğinize göre ne kendi hayatınız ne de başkasının hayatı umurunuzda olsa gerek. Bununla birlikte dönemin devletlerinin yolsuzluklarını da eleştirmek isteyen Camus, bu eleştirisini vergi sistemi üzerinden getirmek istemiştir. Caligula’nın “Yurttaşların parasını cebinden çalmak, muhtaç oldukları yiyeceklere vergi üstüne vergi koyup işi dolandırmaktan daha erdemli bir davranıştır. Devlet idare etmek, malumunuz, çalmak demektir. Fakat asıl mesele neyin nasıl çalındığıdır.” ifadeleri devletlerin işleyişi üzerine getirilen önemli bir kritik olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok açıdan değerlendirilebilecek olan bu eser Camus’un baş yapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Sadece bir kralın kendisine ve ülkesindeki insanlara karşı gerçekleştirdiği eylemler açısından değerlendirilmesinin haksızlık olacağını düşündüğümden dolayı yaptığım incelememde birden fazla detayı vurgulamaya çalıştım. Herkese iyi okumalar dilerim.
Albert Camus
Albert Camus
Caligula
Caligula
Caligula
CaligulaAlbert Camus · Can Yayınları · 20181,086 okunma
·
466 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.