Gönderi

Patika
Uzaktan deniz görünüyor. Hafta içi olması nedeniyle birkaç tur otobüsünün haricinde ortalık tenha. Asfalt yolun bittiği yerde başlayan dar patikalardan birinin ucundan tutarak yürümeye başlıyorum. Gelirken yolda bir tilki çıktı arabanın önüne. Kemikleri sayılıyordu, gözlerini devirdi, kaçacak sandım, yerinden bile kıpırdamadı. Tuhaf bir his. Buraların tilkisi olmak da zor diye geçirdim içimden. Nasıl geçer bu tilkinin bir günü? Albayrak Sırtında ormana yakın bir zeytin ağacının gölgesine oturdum buraya gelmeden önce, ayaklarımı uzattım, sırtımı ağacın gövdesine yasladım gözlerimi kapattım. Kendimce yaşadığımız bu dünyadan uzaklaşmaya çalışıyor, bir taraftan da dinliyorum. Neyi, kimi duyacaksam artık. Uyusam burada, gözlerimi bir açsam aradan yüzyıl geçmemiş mi! Hani öyle bir tercih yapma şansımız olsa. Sorsalar yüz yıl ileriye mi, yüzyıl geriye mi gitmek istersin? Ciddi ciddi sorulmuş gibi ne cevap vereceğimi düşünüyorum. Yeşilliğin ortasında bitivermiş renkli çiçeklere takılıyor gözüm. Kim koymuş bu çiçeklerin isimlerini? Şu sarılara karahindiba diyelim mi? Radika da dersek olur. Ortası sarı, beyazlar? Papatya. Şu morlar? Sığırdili. Amma yaptın. Sığırdili diye çiçek ismi mi olurmuş? Olsun yahu ne olacak? Kırmızılara da gelincik dersin sen şimdi… Ağaç dalları kapatıyor denize kadar indiğini tahmin ettiğim dar patikayı. Varacağım yeri biliyormuş gibi hızlı hızlı iniyorum. Kaybolursam? Kaybolduğunu bilmek de mesele. Yittiğinin bile farkında olmadan savrulmak daha korkutucu, neyi neden yaptığını bilmeden soluk alıp verme hali. Başkaları gibi olmaya, birine benzemeye yahut birine kendini sevdirmeye çalışırken hoppala bir de bakmışsın gölgen yok! Gölgeyi kaybetmek her ne kadar sıkıntılı olsa da gölgeye dönüşmek? Gölgesi gibi yaşamak! Ne karşılığı? Bazen küçücük bir tebessüm, bazen olmadık bir zamanda sırtın sıvazlanması, yeme, içme, krediyle alınmış bir apartman dairesi, yılda bir hafta tatil ve bitmeyen borçlar. İnsanlar değişmek zorunda kaldıkları zaman geçmişten iz kalmasın diye ilk önce gölgelerini siler oysa. Gel de Diyojen’i anma şimdi. Hani Büyük İskender filozofa bir dileği olup olmadığını sormuş ya, o da “gölge etme başka ihsan istemem” demiş. Efkarlıyım Abiler filminin kahramanı Gönlü bol Arif bu sahneye şahit olsaydı, “Hey yavrum hey” derdi herhalde. “Duruşa bak.” Büyük bir kuş dönüyor mavi gökyüzünde. Yükseklerde, yalnız. Kartal olur mu buralarda? Çehov’un silahını hatırlıyorum. “Eğer birinci perde açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa takip eden sahnede tüfek patlamalı.” Sıska tilki bezmiş gibi arabanın önüne çıktı, kaçmadı da. Kartal da gökyüzünde uçuyor. Sen gel arkadaş, onca ağacın, yeşilliğin arasından kartal tilkiyi kap! Olur mu? “Keşke hayat romanlara ve öykülere benzeseydi” diye mırıldanıyorum. Öyle de olabilir hani. Yirmi sayfa önce herkes yaşıyorken baksana kahramanın başına neler geldi? Dönebilsek başa, ne olacağını bilmiyormuş gibi çevirsek sayfaları… Kozalakların, kurumuş çam iğnelerinin arasında alacalı bir güvercin ölmüş, sırt üstü düşmüş kalmış. Yarası beresi yok gibi, ayaklarını göğsüne doğru çekmiş son anda, en büyük düşmanını tekmelemek istermiş gibi. Parmağımın ucuyla dokunuyorum hala sıcak. Yaşlı güvercinler genç olanlardan nasıl ayırt edilir bilmiyorum ama kalp krizinden ölmüş gibi geldi bana, belki can sıkıntısından ölmüştür. Kartalı görünce ödü patlamış olmasın sakın? Gömsem mi güvercini? Sıska tilki, ölü güvercin. Saatin işlemesi, beklenenin olması için sadece uzaklaşmam gerekiyor. İlk defa yaşadığınız bir felakette nasıl oluyorsa her gün başınıza geliyormuş gibi davranırsınız ya. Siz fark etmezsiniz sonra söylerler “şaştık kaldık arkadaşım.” Çam ağacının dalları arasında çalı çırpıyla eğreti yapılmış yuvanın yanında başını yana eğmiş kumru çekiyor dikkatimi. Ölü güvercin kumrunun eşi olmasın sakın? Kumru da güvercingillerdendir fakat nikah masasına otururlar mı yan yana? O da kuş, o da başka bir kuş. Patika ormanın ortasında devedikenleriyle kaplı bir yeşilliğe çıkıyor. Kara bir sinek konuyor koluma, ısırınca anlıyorum. Kırmızı kocaman bir gemi geçiyor boğazdan. Mor saçlı deve dikeninin fotoğrafını çekmeye çalışırken, gelip bir kelebek konsa ya diye geçiriyorum içimden. Saatine denk düşüyor, kelebek geliyor. Şaşkınlığım tebessüme dönüşürken bir taraftan endişeleniyorum. Ya haklarım bittiyse? Sonra şarkının sözleri düşüyor aklıma “bazen hayat vermek ister aldıklarını, mucizeler hep böyle ansızın gelir.” Hayat senden ne alırsa yerine kelebek gönderir? Albayrak Sırtında ormana yakın bir zeytin ağacının gölgesine oturdum buraya gelmeden önce, ayaklarımı uzattım, sırtımı ağacın gövdesine yasladım gözlerimi kapattım, uyumuşum. Gökyüzünün daha mavi, balığın daha bol, denizlerin daha temiz olduğu bir zamana uyandım! Ali Gülcü 16 Mayıs 2022
·
225 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.