Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Denebilir ki, Tanrı'nın yasak ettiği, özel bir kişinin başkasını öldürmesidir, yasaları uygulayan yargıcın öldürmesini değil. Evet, ama insanların Tanrı buyruklarına aykırı yasalar çıkarmasını, ırza geçmeyi, zinayı, yalan yere yemin etmeyi kitaba uydurmalarını kim önleyebilir? Nasıl önler? Tanrı bize yalnız başkasını değil, kendimizi öldürmeyi bile yasak etmiş. Oysa biz yasaların gölgesine sığınarak birbirimizi boğazlayabilyoruz! Bu korkunç adalet anlayışı yargıç ve cellatları Tanrı buyruğunun üstüne çıkarabilecek, onlara yasanın öldür dediğine öldürme hakkını verecek! Bundan şu olmayacak sonuç da çıkarılabilir ki, Tanrı adaletinin insan adaletine uydurulması , insanların isteğine yasalaşması gerekir ve Tanrı'nın buyruklarına ne zaman uyulup ne zaman uyulmayabileceğini hangi durumda olursa olsun insanlar kararlaştırabilecektir. Musa'nın yasası bile, köleler ve katı yürekliler için konmuş olan bu korkutma ve öç alma yasası bile bir şey çalmayı ölümle cezalandırmıyor. Bizde Tanrı'yı baba sayan, rahmete, merhamete dayanan İsa yasası altında daha az insanca davranmak, dilediğimiz zaman insan kardeşlerimizin kanına girmek hakkını nasıl verebiliriz kendimize? İşte bu düşüncelerle çalana ve öldürene aynı cezanın verilmesini haksız buluyorum. Çakmakla öldürmenin aynı cezayı aldığını gören ne yapar? Soymakla yetinebileceği adamı öldürür, kendi kellesini korumak için öldürür. Kendini ele verecek olanı ortadan kaldırmış, suçunun bilinmesini daha kolayca önlemiş olur. Neye yaradı yasanın sertliği? Hırsızı darağacıyla korkutarak katil de yapmış olduk. Şimdi, üstünde çok durulan bu sorunun çözümüne geliyorum: En iyi cezalandırma yolu hangisidir? Bana kalırsa en iyi yolu bulmak, en kötüsünü bulmaktan kolaydır. İnsanları yönetmekte pek ileri gitmiş Romalıların ceza sistemini bilirsiniz. Onlar ağır suçları süresiz köleliğe, taş ocaklarında, madenlerde zorla çalışmaya mahkum ederdi. Bu ceza yolu adaletle halkın yararını uzlaştırmış oluyor. Ama bana sorarsanız, bu konuda İran'a bağlı bir ulus olan Polyleritlerde gördüklerimi başka hiçbir sisteme değişmem. Polylertlerin yurdu bir hayli uygar ve birçok kurumları pek akıllıcadır. İran kralına her yıl ödedikleri vergi dışında özgür yaşar ve kendi kendilerini yönetirler. Denizlerden uzakta, dağlarla çevrili bereketli bir toprağın ürünleriyle yetinirler. Kendileri yabancı memleketlere binde bir gider, yabancılar da onların memleketine pek gelmezler. Sınırlarını genişletme hevesleri yoktur, hiçbir dış tehlike onları kaygılandırmaz. Krala verdikleri para, yurtlarını istiladan korur. Bolluk içinde rahat rahat yaşarlar; ne orduları var, ne aristokratları. Boşuna şan şeref peşinde koşmadan mutluluklarını sağlamakla uğraşırlar. Varlıklarını komşularından başka bilen yoktur çünkü dünyada. İşte bu memlekette bir kimsenin hırsızlık ettiği ortaya çıkarsa çaldığı şeyi sahibine ( başka yerlerde olduğu gibi krala değil) geri vermesi sağlanır. Çaldığı şey bozulmuş ya da yok olmuşsa, hırsızın mallarına el koyup o şeyin değerinin karşılığı alınır, üst tarafı karısına ve çocuklarına bırakılır. Suçlu ise halkın hizmetinde çalıştırılır. Hırsızlığın ağırlaştırıcı nedenleri yoksa, suçlu ne zindana atılır, ne zincire vurulur; serbest olarak çalıştırılır. Tembellik edeni ya da ayak direyeni dövmekle yetinirler. İşlerini gereğince yapanlara hiçbir kötülük edilmez. Akşam yoklama yapılır ve mahkûmlar işyerindeki kulübelerde geceyi geçirirler. Katlandıkları ceza sadece durmadan çalışmaktır. Yaşamaları için gerekli her şey verilir kendilerine. Toplumun yararına çalıştıkları için toplum da onları besler. Bu besleme işinde töreler yer yer değişir. Bazı yerlerde mahkumların yiyeceği halkın sadaka ve yardımlarıyla sağlanır. Bu yol sakat sakat gibi görünse de halkın insanlığı sayesinde en bereketli olandır. Başka yerlerde bu iş devlet parasıyla görülür ya da belli kişilere bu ödevi yüklemenin yolu bulunur. Bazı yerlerde mahkûmlar halk hizmetlerine verilmez. İşçiye ihtiyacı olan her yurttaş, bir gün için, ücret karşılığı birkaç mahkum tutar. Onlara serbest işçilerden daha az para verir. Tembellerini dövmek hakkı da vardır mahkûm kiralayanların, böylece mahkûmlar hiç işsiz kalmaz, yiyeceklerini, giyeceklerini kendi emekleriyle kazanır, her gün hazineye de bir gelir sağlarlar. Bütün mahkûmlar giydikleri bir örnek elbisenin rengiyle tanınırlar. Saçları toptan değil, kulaklarının biraz üstünden traş edilir. Kulaklarından biri de ucundan kesilir. Dostları onlara yiyecek, içecek ve mahkûm giyeceği getirebilir. Ama para getiren de, para alan da ölüm cezası giyer. Özgür bir yurttaş hiçbir nedenle köle sayılan mahkûmdan para alamaz. Hiçbir mahkûm silah taşıyamaz. Bu iki suçun cezası ölümdür. Her il kendi mahkûmlarına belli bir damga vurur. Bu damgayı silmek, ilin sınırlarını aşmak ve başka ilin köleleriyle konuşmak da ölümle cezalandırılır. Kaçmayı tasarlamak, kaçmak kadar tehlikelidir. Böyle bir tasarıya katılan köle hayatını, hür insan özgürlüğünü kaybeder. Yada, bu tasarıyı haber vereni ödüllendirir: özgürce para, köleyse özgürlük verir ona. Haber veren suç ortağı da olsa ceza görmez ve böylece kötü yola sapan, kurtuluş yok diye sonuna kadar gitmeyip suçunu açıklayabilir. Polyleritlerde ceza sistemi budur. Hem büyük bir insanlık, hem de büyük bir yarar var bu sistemde. Ya da vuruyor, ama insanı değil, suçu öldürmek için vuruyor. Mahkûma karşı o kadar insaflı davranıyor ki, onu namuslu olmaya, topluma ettiği kötülüğü yaşayacağı yıllarda ödemeye zorluyor. Onun için mahkûmların eski hayatlarına döndükleri hemen hiç görülmez. Polylertlerin bundan yana korkuları yoktur ve çokları yola çıkarken rehberlerini bu mahkûm köleler arasından seçer ve her ilde yenileriyle değiştirirler. Gerçekten de niçin korksunlar? Yasa değil hırsızlığı, hırsızlığı düşünmeyi bile kölenin elinden alıyor: Elinde silah yok, para ise ölümün ta kendisi onun için. Yakalandı mı her şey bitecek, kaçmak da imkânsız. O kılıkla nereye saklanabilir. Çıplak dolaşamaz ya? Başka kılığa girebilse, o zaman da kesik kulağı ele verecek kendisini. Kölelerin birleşip devlete karşı gelmeleri de olacak şey değildir. Böyle bir işi başarabilmek için elebaşılarının başka illerdeki köleleri de kazanmaları gerekir. Oysa bu yol da iyice kapalıdır. Toplanmaları, konuşmaları, hatta selâmlaşmaları ölüm cezası getirecek insanlar nasıl söz birliği edebilirler bütün yurtta? Düşüncelerini arkadaşlarına bile açmaktan korkarlar; çünkü bilip de susmak ölüm getiriyor, ele vermek ise çok kazançlı. Öte yandan hepsinin içinde şu umut var: Cezalarına boyun eğip ileride dürüst bir insan olabilecekleri inancını yaratabilirlerse, günün birinde özgürlüklerine kavuşacaklardır. Çünkü her yıl birçok köle aklı başına gelmiş yurttaş olarak serbest bırakılır. Niçin İngiltere'de de böyle bir ceza sistemi uygulanmasın?
Sayfa 21 - Kültür Yayınları Hasan Ali Yücel klasikleri dizisi. Thomas More (1478-1535) yargıçlığı boyunca dürüstlüğü ve haktanırlığıyla sivrilen ve Sokrates gibi bir anlamda bu yüzden ölüme mahkûm edilen bir 16. yüzyıl yazarıdır.Kitabı okudu
·
498 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.