Padişahım Çok Yaşa:)Bu kitabı bir oturuşta okuyacak kadar zamanım olduğu için şanslıydım tamam. Ama işini şansa bırakmıyor ki bu Milanku. Kendisiyle ne zaman hemhal olsam aklıma gelen cümle şudur zira: Padişahım çok yaşa..
Bu, en sevdiğim Kundera kitabı olmadı. Ama bir Kundera kitabını çok sevmememden anlaşılan şey 10 üzerinden 9,87 falan olduğundan, kıymetlimize laf yok.
Geceyi otele dönüştürülmüş bir Şato’da geçirmek isteyen çift, 18. yüzyıldan bir Şovalye, 20. yüzyıldan birtakım adamlar..Zaman bolluğuna buyrunuz. Tüm bu dönemlerin insan ilişkilerini, aşklarını, bir yerlerde denk gelip okuduğu hikayelerin içinde eritip, üstüne biraz haz, biraz yavaşlık, biraz hız, azıcık da raks ekeleyip yazıyor, defteri dürüp koltuğunuzun altına veriyor usta.
Yavaşlığa azıcık methiye dizip onun elini ‘anımsama’ya uzatıyor. Hızı biraz deşeleyip onun kolunu ‘unutma’nın omzuna atıyor. Çağımızda her şeyin nasıl hızla yaşandığını düşünürken, o bize aslında hiç de kafa yormadığımız bir ayrıntıyı fark ettiriyor. Hızı seviyoruz, çünkü unutmak istiyoruz. Hızı seviyoruz, çünkü o bizi geçmişten ve gelecekten kopmuş bir zaman parçasına bağlıyor, uçuruyor. Daha cesur, daha hafif, dahayız.
Bir de dansçı tiplemesi vardı ki, bayıldım. Eh, hepimiz ucundan kıyısından öğrendik bir şeyler, dans etmeye dair. Kıvırmaya ve bunu izletmeye dair. Hatta bazılarımız öyle güzel kıvırıyor ki, baktığınızda teşhircilik değil, sanat falan görüyoruz. Ama Kundera bu kardeşim, yer mi? Eğilip bakıyor eteklerine, “kendini pazarlama’nızı düşürmüşsünüz efendim” diye sesleniveriyor. Ve gösteriyor, ‘ün tenekesi’nin arkalarından nasıl şangır şungur sürüklendiğini..Şen olasın Milanku.
Hal böyle böyle..Okuyun inşallah.