Veronica Ölmek İstiyor
Yaşamak;.. ne derin, ne soluksuz; aynı zamanda ne kadar da acı, nefes kesici bir kelime ...
Doyasıya ağlayarak, gülerek, düşüp düşüp kalkarak, dolu dolu kahkahalarla, deliksiz, delice yaşamak...
Ama bazılarımız yaşamı böyle düşünmez. Yaşam onlar için kâbustur, acıdır, ağlamak, ağlamak ve ölmektir...
Evet, yaşam onlar için ölüm anlamı taşır. Veronica da onlardan biri. Veronica için yaşamın bir ifadesi yoktur, bu yüzden bir öğlen ilaç içerek intihar girişiminde bulunur fakat başarısız olur. Uyandığında kendini Villet adında bir akıl hastanesinde bulur. Hastanede ölümüne birkaç gün kaldığını öğrenir. Çünkü içtiği ilaçlar kalbine etki etmiştir ve bir süre sonra kalbi duracaktır.
Veronica hayatı boyunca her istediği erkeğe sahip olan, her istediğinin elinin altında olup ailesiyle ilişkisi çok iyi olan bir kızdır. Fakat -küçük mü büyük mü bilmem- bir sorunu vardır; o "mutsuzdur". Annesi onun için çok çabalamış, çalışmış, onu sanat okullarına göndermiştir. Ama gene de mutsuzmuş. Belki de babası annesinden ayrılmak istediği için böyle mutsuz olmuştur. Ama böyle değil. Veronica hastanede kaldığı günlerde piyano çalmaya başlar geceleri. Birkaç arkadaşı olur. O gecenin bir saatinde piyano çalarken yalnızca bir dinleyicisi vardır, "Bir şizofren": Eduard. Onunla geçen son gecelerinde, son günlerinde aslında hayatın yaşamaya değer olduğunu, yaşamak, doyasıya, az bir zaman kalsa bile hayatın yaşamaya değer olduğunu anlar. O hastanede geçirdiği kalp krizleriyle ölüm korkusunu tatmış ve hayatının değerini biraz daha anlamıştır. Veronica "kendisi" olması, mutlu olması, ağlaması, gülmesi, düşmesi ve kalkması gerektiğini anlamıştır. Ve oradaki, her gece onu dinleyen şizofrene aşık olur. (Öleceği son günde) Eduard ile hastaneden kaçarlar.
Eduard ise "fazla sevgiden" mutsuzdur. Ailesinin fazla sevgisi onu mahvetmiştir... Bu iki deli(!) aslında birbirlerinde kendilerini bulmuşlardır. Eduard uyandığında sokakta, kızı yanı başında ölü olarak görür. Fakat bir mucize gerçekleşir, Veronica uyanır.
Hayatı sevin, yaşamayı; soluksuz, derin derin ağlamayı, kahkahalar atmayı, gülmeyi eksiltmeyin hayatınızdan. Ama önce kendiniz olun, insanın önce kendini, asıl kendini sevmesi gerekir. Sonra etrafındakileri; anneyi, babayı, ağacı, kuşu, toprağı, gökyüzünü sevmeli. Sonra pencereden bakmalı, dışarı çıkmalı, derin, çok derin nefes alıp kocaman gülümsemeli. Sonra aşık olmalı insan; ağaca, gökyüzüne, belki bir çiçeğe, belki bir insana...
Ve insan sevmeli, doyasıya, çokça sevmeli...
- Şimdi bırak her şeyi, çık dışarıya, başını uzat gökyüzüne, derin bir nefes al. Yaşamının ne kadar, senin ne kadar değerli olduğunu hatırlat kendine. Zaman asla geri gelmez. Hayatı anlamalı insan, doyasıya yaşamalı, ve insan, çokça sevmeli...
İnsan çokça sevmeli...
Kitapla kal güzel insan. Unutma, sevdiğin kadar sevilirsin, ve bir kitabı anladığımız kadardır belki yaşam. Biraz ağlamaktır belki de...