Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bu vakte kadar Avrupa'da bulunmakta olan Prens Sabahaddin İstanbul'a dönmüştü. Kendilerinin ilim ve irfanlarından, hoş sohbetlerinden lezzet alır, bundan dolayı kendileriyle görüşürdüm. Ara sıra kendilerini ziyarete devam ediyordum. Bir gün yine Ortaköy'deki yalısında idim. Arkadaşlardan Kemal Midhat Bey ve diğer üç, beş zât da mevcuttu. Konuşuluyordu. Konu Hürriyet ve İtilaf Fırkasına ve dolayısıyla Sadık Bey'e intikal etmişti. Prens lâf arasında onun için “Ahlâkça zayıfça” demişti. Halbuki Prens gayet centilmen olup kimse hakkında hiç fena tabir kullandığını veya birini çekiştirdiğini o âna kadar görmemiştim. Onun bu kadarcık hafif bir tabir kullanması her halde büyük bir itham manasına sahip olacağını biliyordum. Bu sebeple meseleyi açıklığa kavuşturmak lüzumunu hissettim ve “Prens! dedim, biz bu adamın bu güne kadar iktidarsızlığını bilfiil gördük, bu bizce meydana çıktı. Ancak namusuna, ahlâkına güvenimiz vardır. Bu sözünüz ispata muhtaçtır. Vukûata dayanmadıkça bu fikrinize katılmaktan özürlüyüm”. Diğerleri de ayni fikirde bulunmuşlardı. Orada Prens'e karşı şu bizlere düşmanlık nazarıyla bakan Sadık Bey'in ahlâkının savunucusu kesilmiştik. Prens- Amma maddî delil var. Rıza Nur-Nasıl? Prens- Fırka kurulduktan çok az zaman sonra Sadık Bey'in akrabalarından İsmail Hakkı Efendi isminde birisi Paris'e geldi. Sadık Bey tarafından Fırka`nın mührü bulunan bir güven mektubu ile bana müracaat etti ve Sadık Bey`in lisanından şunları bildirdi: “- Ben kuvvetli bir fırka teşkil ettim. Gerçi içinde İsmail Hakkı Paşa, Rıza Nur, Lütfi Fikri, Rıza Tevfik, Siret, Mahir Said, Kemal Midhat gibi ahlâksız kimseler varsa da ilk firsatta onları atacağım. Bir komplo yapıyorum, hükûmeti devireceğim. Para lâzım, para veriniz. Yirmi günde İttihadcıları devirmezsem parayı iade edeceğim”. Bunun üzerine kendisine beşyüz lira verdim. Aynı müracaatı Şerif Paşa'ya da yapmış. O da benim delâletim ile bin lira verdi. O vakitten beri yirmi gün değil, yirmi hafta, aylar geçti; ne hükûmeti devirdi, ne parayı iade ettiği var. Şimdi ne dersiniz? Prens- Hakikat böyle! Biz bu beyanattan şaşırmış kalmış, güzel niyetimizle nelere alet olduğumuzu, bizim çalışmalarımız sayesinde kurulan bir fırkada alttan alta neler olduğunu, o sayede şöhret ve mevkiî kat kat artan bir adamın paralar aldığını, sonra Mustafa Arif Bey dediğini yapmadığını, yapmayınca paraları iade etmediğini, hem de paraları Fırka'nın veznesine teslim etmediğini, paralardan Merkez Heyetine haber vermediğini son derece hayretle ve elim bir şekilde öğrenmiştik. Aynı zamanda işin bir beğenilmeyen ciheti de vardı ki, Sadık Bey güzel niyet ve gayretlerini böyle suistimallere alet ettiği bizlerin aleyhinde de bulunuyor ve ilk cümlede topumuzu tepelemeye niyet ediyordu. Böyle beğenilmeyecek bir iş yapıyor, zekâsının sınırlılığından dolayı bu niyetini kendilerini seven bir zâta da ifşa etmek gafletinde bulunuyordu. Bu iş pek vahim idi, alçaklıklar, kötülükler ve hıyanetlerle dolu idi. Fırka da zaten bize karşı takınılan tavırlardan dolup durmakta idik. Artık işlere bir açıklık kazandırmak, suistimallere bir gem vurmak zamanı gelmişti. Hemen oradan kalktım, Genel Merkez'e gittim, Sadık Bey ise bir müddettir sokağa çıkmak, ziyaretçiler ile görüşmek değil harem dairesinden Genel Merkez‘in toplandığı müzakere salonuna bile gelmiyor, müzakerelerde bile bulunmuyordu. Onu görmek mümkün değildi. Aranırken bir kapıyı açıyordum. Açarken Şaban Efendi karşıma çıktı. Son derece kızgınlıkla dedim ki: Şaban Efendi ! Bu ne iştir? Fırka adına dolandırıcılık yapılıyor. Prensden, Şerif Paşa'dan bin beşyüz lira almışsınız. Bunu Genel Merkez'e haber vermediniz, vezneye kayıt etmediniz, bu muameleyi yapmadan nasıl para alırsınız? Bu hırsızlık. Yok inkılâb yapılacakmış, yapılamazsa paranız verilecekmiş, hani ne yaptınız? Yapılamayınca neden geri vermediniz? Hem de Sadık Bey'e, Şerif Paşa dan para alalım dediğim zaman “Öyle heriften para almak mı? Allah esirgesin, bütün namusum gider” tarzında bir sürü şeyler demiş iken onun parasını nasıl almış? Şimdi bu iş halledilecek, yoksa fena olacak. Ben söylendikçe Şaban Efendi alıklaşıyor, yere düşecek gibi oluyor, “Haberim yok” diyor, “Haberim yok” deyince ben de daha çok kızıyordum. Çünkü bence Şaban Efendi'nin muhakkak haberi olması lâzımdı. Çünkü Sadık Bey, o benim gölgemdir, aynamdır diyordu. Şimdi Şaban Efendi: Biraz bekle, aman Doktor bir şey yapma. Sadık Bey'i görüp şimdi gelirim” diyerek içeri gitmiş ve biraz sonra tekrar ve bu sefer kabahatli ve müteessir bir tavırla gelmiş: “- Doktor vallahi haberim yoktu. Hakikaten para alınmış, fakat Sadık Bey derhal Prens'e ve ondan sonra Şerif Paşa'ya paraları iade edecek. Paralar duruyormuş. Ayağını öpeyim sakın bunu ifşa etme, Fırka mahvolur. Günahtır, bu kadar emek birden gider”, dedi. Ben evvelce Şaban Efendi`nin haberi olduğuna kani iken onun da haberi olmadığını öğrenince ve sonraki araştırmalar ile bu doğrulanınca Sadık Bey hakkındaki kötü zannım büsbütün artmış idi. Ve hal böyle iken meseleyi sırf Firka' nin selâmetini düşünerek ifşa etmemiş idim. Bir gün sonra beş yüz lirayı Mahir Said Bey vasıtasıyla Prens'e iade etmesi ve Şerif Paşa'ya da iade ettiklerini beyan eylemesi de bu ifşaatın yapılmamasına hizmet etmişti. Artık evvelce Sadık Bey'i yalnız yetersizlikle tanır iken şimdi ahlâkına da güvenimiz kalmamıştı. Fırka dan istifaya kalkmış ve arkadaşların israr ve zorlaması ile vaz geçmiştim. Fakat artık Fırka'dan soğumuş, müzakerelere gitmiyordum. Bu devamsızlık hali münevverân takımının diğer üyelerine de sirayet etmiş bulunuyordu. Meclis'deki kuvvetimiz artık hükûmet aleyhine şiddetli hücumlar yapmamıza müsait bir hale gelmişti. On beş kadar Mebus her birimiz kendi nâmımıza bir çok gazete imtiyazları almıştık. Bu gazetelerde hükûmetin kötülüklerine, hatalarına dair şiddetli makaleler yayınlıyorduk. Bunların biri kapandıkça diğerini çıkarıyorduk. Lütfi Fikri Bey'in idarehanesinde bu gazeteler idare ediliyor ve bilhassa Mustafa Sabri Efendi, Lütfi Fikri, Rıza Tevfik Beyler ve benim yazdığım makaleler bu açıktan mücadeleyi sevk ve idare ediyordu. Hücumun önemli bir kısmı Mahmud Şevket Paşa aleyhine sevkediliyordu. Mahmud Şevket Paşa, Lütfi Bey'i tevkif etmek istemiş, tevkif vukû bulmadan evvel biz işi ayrıntısıyla haber almıştık. Asıl haberi alan Mahir Said Bey di. Hemen Ayastefanos(Yeşilköy) da oturan Lütfi Bey'e haber gönderildi. Lütfi Fikri Bey Meclis-i Mebusana sığınarak tutuklanmaktan kurtulmuş ve Harbiye Nazın Meclis'e çağırılmış, kendisi gelmeyip gönderdiği vekili meseleye -tevkife teşebbüs ettiği halde bunu inkâr etmesi ile- nihayet verilmişti. Artık hükümet iyice kanaat etmişti ki, bir müddet daha devam ederse muhalefet ekseriyeti alıp Hükümeti devirecek. Buna çare olmak üzere Talat Bey Padişaha kuvvet vermek gibi bir aleti bulmuş, bunu Sadrazam Said Paşa vasıtasıyla(1) Meclis e teklif ettiriyor ve bununla Meclis i fesh etmeye gayret ediyordu. Bu maksat ve garaz Kanun-i Esasî(Anayasa) nin meşhur 35. maddesi şeklinde Meclis-i Mebusan`a geliyordu. Tal`at Bey Kanun-ı Esasî'nin bu maddesi elinde dolaşıyor ve aylardan beri bu meseleye bir hal şekli vermeye uğraşıyordu. Hakikaten bu, öyle bir aletti ki, bizi her halde mahv ve perişan edecekti. Bu madde ile biz âdeta bataklığa düşmüş ve kurtulayım diye çabaladıkça daha çok batan bir adam gibi olmuştuk. Düşünüyorduk. Benim aklıma bir çare gelmişti. O da Avrupa meclislerinde tatbik edilen ve obstrüksiyon denilen şeydi; fakat bu şimdiye kadar bizde ne tatbik edilmiş ve ne de kimsenin bildiği bir şeydi. Hemen Meclis'in kütüphanesine koştum ve orada bulunan Fransız Grand Ansiklopedisi adındaki ansiklopedinin bu bahsini okudum. İkdam gazetesi kütüphanesinde bu bahse dair bir, iki eser buldum. Bu incelemeler neticesinde bizim için tek kurtuluş çaresi bulunduğunu gördüm. Bunun çeşitlerini, usûllerini, tatbik tarzını iyice okuyup tıkaç ve insidad-ı müzakere(müzakereyi tıkama) diye de tercüme ettim. Böyle ismlendirmenin sebebi de tabâbette bağırsak tıkanması hastalığına “insidad-ı emâ” derler ve Türkçeye insidad-ı emâ şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercümeye bakarak insidad-ı müzakere ve sonra sırf Türkçesi için tikaç diye tercüme etmiştim. Fırkamızın ilk celsesinde insidadi müzakerenin ne olduğunu, çeşitlerini, Avrupa milletlerinin çeşitli meclis-i Mebusanlarında ve hangi tarihlerde ne türlü yapıldığını, nasıl başarılar verdiğini söyleyip, bizim de tek çaremizin bu olduğunu, kabul ve tatbikini teklif ettim. Takdir edilerek teklifim kabul edildi. Hemen uygulama şekli kararlaştırılıp o şekilde tatbik edildi. Hükûmet bu tedbir karşısında tamamıyla aciz kalmıştı. Artık Meclis'i feshetmek imkânı yoktu; fakat onların azimleri kesin ve zorunlu olduğundan insidad-ı müzakere sebebiyle müzakere etmek imkânını bulamayınca, Said Paşa insidad-ı müzakereyi indî ve keyfî olarak bir celse, bir müzakere ve kabul edilmemiş telâkki etmişti. Bununla artık Hükûmet'in kanunları filan çiğneyerek gıcırı bükme Meclis'i fesh edeceği anlaşılmıştı. Buna karşı ise artık kanunî, meşru bir çare kalmamış. Ancak zora karşı zor kullanma zorunluluğu hâsıl olmuştu. İşte bu kez meselenin halli Sadık Bey'in ihtisasına, himmetine,timiz kuvvetine kalmıştı. Arkadaşlarıma: “-Artık kanuna, kitaba, nutka, makaleye, mantığa, hakka yer kalmadı. Hükûmet'le vaziyet şu haldedir: Biz bir köyden bir köye giden insanlarız. Hükûmet bizim önümüze çıkan silahlı bir eşkiya çetesidir. Eşkiya silahı göğsümüze dayamış “Soyunun" diyor. Biz de onlara son derece saflıkla ve boşuna Kitab-ı İlâhî'yi, Şer'-i şerifi, devlet kanunlarını gösteriyoruz, o dinlemiyor. Kanun ve kitap silahı kırmaz, silah ise kitabı deler, parçalar. Silaha silah lâzımdır. İş buraya dayandı”, dedim. Hamiş: Firkanın dahilî nizamnamesini Mustafa Arif Bey yapmışdı. Mükemmeliyeti cihetiyle hemen hiç tatile uğramadan kabul edilmişdir. Bu nokta mahalline nasılsa dizilmeyip unutulmuştur. 102 Hürriyet ve I'tilaf Nasıl Doğdu Nasıl Oldü -5KAVI EVHAMLAR - BOŞ TEŞEBBÜSLER Bütün ümitler artık Sadık Bey'e yönelmişti. Son ve zorunlu bir çare olarak Sadık Bey'e zâbitlerini toplayıp Meclis-i Mebusan`a sevk ve İttihadci Mebusları tehdid ederek feshin önünü alması teklif edildi. İşte bu zaman idi ki, Sadik Bey tam aczini, onun zâbit ve asker kuvveti hakkındaki umumî zannın çürüklüğünü göstermiş ve bizler aylardan beri önemli bir dayanak ve müjdelenmiş başarılar gibi sevincimizi hareket ettiren kuvvetin hiçliğini ve lâftan ibaret olduğunu öğrenip hayretler içinde kalmıştık. Sadık Bey bu işi görmek için bir zâbit, iki er bile bulamamıştı. Ve sonunda bizim sorumuza cevabı: “- Ne yapayım, ben de orduda benim kuvvetim var zannediyordum, meğerse beni aldatmışlar!” olmuştu. Bu esnada Sadik Bey bir tedbir bulacak, bir çare arayacak iken, o İngiliz Sefarethanesi`ne iltica edebilmek için Kâmil Paşa'dan tavsiye mektubu almakla meşgul oluyordu. Bunun için Şaban Efendi' yi Kâmil Paşa'ya yolluyor, fakat başarılı olamıyordu. Sonunda Sadık Bey'in bir cinnet geçirebilecek derecede olan rahatsızlığını gidermek için Sîret Bey, Kâmil Paşa'ya gidip kendisine istediği tavsiye mektubunu getirmişti. Artık Sadık Bey'in her türlü mahiyeti bir çok olaylarla zan ve şüpheye yer olmayacak şekilde meydana çıkmıştı. Şimdi onun mevcudiyeti bir sürü kalabalık, bir bostan korkuluğundan ibaret olmuştu. Buna bir de kötü idare ve para meseleleri ekleniyordu. Artık böyle bir adamdan nice müddettir kuru ümitler beslediğimize, ona olan hürmetlerimize, Fırka`mizin başkanlığına geçirdiğimize acıyor, bunca emeklerimize, özellikle saf kalpliliğimize yanıyorduk. olmayan fesih halka çok Meclis fesh olunmuştu. Bu meşru fena etki yapmıştı. Kamuoyu tamamiyle bizim tarafa çevrilmişti. Halkın bir kısmı korku ve suskunluğa düşmüş ise de, bir 1 103 NIT Siret Bey Siyasî Risaleler kısmında da hiddet ve galeyan ortaya çıkmıştı. Bu arada muhterem şair Tevfik Fikret Bey'in “Doksanbeşe Doğru33” başlıklı parlak şiiri de bir bomba gibi patlamıştı. Fesihten sonra Sadık Bey'in o vakte kadar malûmumuz olmayan bir sanatı daha meydana çıkmıştı. Sadık Bey giriştiği işlere göre pek cesur, fedakâr bir adam olması lâzım gelirken meğerse pek korkak bir adammış. Bizler Meclis'in feshinden sonra her şeye rağmen gece, gündüz sokakta geziyorduk. Hattâ Bâbıâli caddesinde bir İttihadci zâbiti bana saldırmıştı. Bu tertipli tecavüze diğer bir iki kişi daha uğramıştı. Halbuki Sadık Bey evinden çıkmak değil haremden bile kımıldayamaz, hiç kimseye görünmez olmuştu. Onun eskiden sokağa çıkmadığını korkaklığa hükmetmez, akıllıca bir tedbir kabul ederdik; fakat şimdi iş değişmişti. Şimdi Sadık Bey kapıya bir bekçi koymuş haremden kımıldamıyor, en güvenilir adamlarla bile görüşmüyordu. Geceleri yattığı odanın kapısı önünde tabancalı ve biri kaynı Aziz Efendi olmak üzere iki kişi yatırıyor, kendisini zehirlerler korkusuyla yemeğini hanımına pişirtiyordu. Bir gün Genel Merkez de Sadık Bey'i bir odada görmek müyesser olmuştu. Sadik Bey elinde bir tabanca duruyordu. Gayr-i ihtiyari “Bu ne hal Sadık Bey?” demiştim. O da “Ne yaparsın, nişan talimi yapıyorum, kendimi silah kullanmaya alıştırıyorum!” demişti. Şu koca askerin bu haline, korkusuna ve bilhassa silah kullanmaya başlamasına hayretler içinde kalmıştım. Sadık Bey'in zoru yalnız bu değilmiş, zavallının daha dertleri varmış. Sadık Bey hemen bana mütehassis sıfatıyla şunu sormuş ve aramızda şöyle bir konuşma geçmişti: Sadık- Yeni bir zehir icad olunmuş, zarfa sürülüyormuş, insan açarken zehirlenip ölüyormuş, ne dersin? 104 ve I'tilâf Nasıl Doğdu Nasıl Oldü Hürriyet Bu sual beni pek elim duygularla incitmiş, bir taraftan güldürmüştü. Rıza Nur-Sadik Bey, bu dediğin asla yoktur. Henüz böyle bir zehir icad olunmadı. Sadık- Hayır varmış. Rıza Nur-Yoktur, emin ol. Ben hekimim, sanatım. Olsa bilirim. Sadık- Hayır varmış. Avrupa icad etmediyse bile Hindistan'da varmış . Rıza Nur-Yoktur. Bu boş şeyleri at. Sana kuruntu, merak gelmiş. Sadık- Hayır varmış. Bu hususta Sadık Bey'in kanaati sarsılmaz bir halde idi. Bununla anlaşılıyordu ki, bu adam merak hastalığına mübtelâ bir zavallı hastadan başka bir şey değildi. Bundan bir iş ummak hurafelere inanmak kabilinden idi. Zavallı artık zarflarda dinamit vardır, yırtarken patlar kuruntusuyla senelerce titremiş olan Hakan İkinci Abdülhamid Han gibi gülünç derekelere düşmüştü. Said Paşa Meclis'i fesh ettikten sonra yeni seçimlere başlamıştı. Bu esnada ben yine Fırka `dan çekilmeye teşebbüs etmiş ve yine arkadaşların zorlamasıyla vazgeçmiştim. Sadık Bey işleri elinde topluyor ve yine akraba ve ahbablarıyla işleri görüyordu. Bize artık hiç bir şeyden haber verilmiyor, her yere Sadık takımı koşuyordu. Fırka Merkezi´nde Sadık Bey, Gümülcineli, Damad Salih Paşa, Şaban Efendi, Hoca Mustafa Sabri Efendi ve diğer bir kaç hocadan heyet teşkil etmiş, her şeyi onlar yapıyor, her şeyi onlar görüyor, herkes onlara müracaat ediyor, seçim işini de onlar idare ediyor ve her yerde seçilecek Mebusların mahallî şubeler kararıyla seçimi bizim resmî programımız gereğinden iken, onlar kendi kendilerine seçiyor ve şubelere o yolda emirler veriyorlar, gelir ve giderlerin de eskisi gibi hesabı görülmüyordu. Evvelce Salih Paşa resmen kurucu Genel Merkez üyesi olmayı kabul etmediği halde, şimdi gayr-i resmî ve hiç bir sıfata sahip olmaksızın her işe karışıyor ve istediği gibi işleri tertip ediyordu. Bundan başka vilâyetlere giden 105 Siyasî Risâleler memurlara ve şubelere Genel Merkez'deki münevverân takımının Mebus seçilmemesi için gizlice talimat veriyorlar ve bu yolda tedbir alıyorlardı. Sinob`da bile benim aleyhimde propaganda yapılmış, fakat ahaliden red görünce beni yerimde durdurmaya ve Sinob Mebusunun ikincisinin seçimini de ahalinin benim görüşüme havale ettiğini anlayınca bana müracaata mecbur olmuşlardı. Bu zâtlar tarafından aleyhimizde yapılan dinsizlik ithamları ve sair hareketler ve iftiralar da artık açığa vurulmuştu. Fırka'nın böyle bir bunalımlı zamanında, önümüzde canimiza kasd eden hükûmet gibi bir düşmanı varken bu zâtların bizimle uğraşmalarını, Fırka`nın zaafini arttıracak hareketlerini vasıflandıracak kelime bulamıyorduk. Artık pek dolmuştum. Bu esnada seçim bitmiş, bizi seçtirmek istemeyen bu adamlar kendi adamlarını da seçtirememişlerdi. Artık fırkamız ve muhalefet türlü felâketlere, dayaklara, hapislere uğramış, girmiş, büsbütün mağlup ve perişan olmuştu. Artık her savunma vasıtası elimizden, yapılan zulümlerden şikâyet de dilimizden çekilip alınmıştı. İş büsbütün silah kuvvetinin müdahalesine gelmiş, dayanmıştı. Benim artık Sadik'la büsbütün aram açıktı. Yüzyüze geldiğimiz bile yoktu. Bir gün Sadık Bey, Şaban Efendi, Sîret Bey ve Mahir Said Bey on kişi silahlandırıp bir akşam üzeri Bâbiali yi basarak vekilleri tevkif etmek suretiyle Hükûmet i düşürmeye teşebbüs ederler ve bundan Mahir Said Bey ve diğer arkadaşlarını da haberdar ederler. Ben Sadık Bey'in böyle bir iş yapamayacağına kani olduğumdan işe ehemmiyet bile vermedim ve karışmadım. Bu esnada Gümülcineli İsmail Bey askerlikten çıkıp İstanbul'a döner. Evvelce bu işin kimseye söylenmemesi aralarında kararlaştırılmış iken, Sadık Bey Gümülcineli'ye de söyler. Gümülcineli önce uygun görür ve bir gün sonra, başarıdan sonra, kendi tabiriyle “Ortalığı iyice temizlemek için !" kendisinin Dahiliye Nazırı yapılmasını söyler. Sadık Bey bunu uygun bulmadığından diğer komplo üyelerine Gümülcineli`nin hırsından şikayette bulunur, onlar da Sadık Bey'in fikrine iştirak ederler. Gümülcineli muvafık bir cevap alamayınca bu sefer komplonun icra edilmemesi tarafını iltizam eder. Sadık 106 Hürriyet ve t'tilâf Nasıl Doğdu Nasıl Oldü Bey, Gümülcineli'nin bu iki yüzlü hareketinden, kaypaklığından korkup “Şimdi bu adam Dahiliye Nazırı olamıyacağını anladı. Bu işi yapacak olursak bizi haber vermesi umulur, feragat edelim” der ve zaten diğerleri de bu fikirde olduğundan bu şekilde Bâbıâli'yi basmak teşebbüsünden feragat edilir; fakat Sadik Bey'de hiç bir ümit olmadığını düşünerek Sîret Bey de Firka dan istifa ve Fırka'ya bir zarar vermemesi için istifasını gazetelerle ilân etmemesini Sadik Bey rica ve o da kabul etti. 107 Siya si Risâleler -6“KARABATAK - NE SEN SOR, NE BEN SÖYLİYEYİM” arFırka müşkilâta düştüğü, perişan olmaya başladığı, Fırka mensuplarını tehlike kavradığı anda Ferid Paşa Firka'yı da, kadaşlarını da terkedip Firka dan istifa etmişti. Ferid Paşa iyi gün dostu imiş. Ve yine anlaşıldı ki, bu zât kuvvete itibar ediyor. Kuvvet gidince o da adamı bırakıyormuş. Felâkette ortak olma gibi bir mertliği yokmuş. Demek onun dostluktan maksadi dostlarını bir şey elde etmek için alet etmekten ibaretmiş. İşte bu işler de Ferid Paşa ahlâkının zayıf kısımlarından bir takımini meydana çıkarmıştı. Yerine Müşir Fuad Paşa34 reis seçildi. Fuad Paşa böyle zamanlarda reisliği kabulden çekinmedi, Ferid Paşa`nın aksine bir ahlâk gösterdi. Bu istifa meselesi Fırka'ya darbe olmuştu. İttihadcılar bunu dillerine dolaştırdı. İstifa seçime Anadolu'da pek fena tesir yapıyordu. Bu sebeple Fırka ca hiç olmazsa Ferid Paşa'nın Fuad Paşa’yı reisliğinden dolayı tebrik etmesi ve bu tebriklerin gazetelerle ilân edilmesi kötü tesirin giderilmesi için uygun görüldü ve icra edildi. Firka genel kongresinin programda açıkça belirtilen zamani gelmiş, vilâyetlerden delegeler gelmiş, kongre toplanmıştı. Hoca ve derviş takımı, münevverân takımını atmak, onların iti - raz ve tenkidlerinden kurtulmak ve istedikleri gibi suistimaller yapmak için onlardan kurtulmaya kongreyi alet ediyorlardı. Ümitleri hep bunda idi. Çünki Genel Merkez üyeleri ve reisleri yeniden kongre üyleri tarafından seçilmesi lâzımdı. Onlar tedbirlerini yapıyorlar, bizim aleyhimizde delegeler arasında şiddetli propagandalarini icra ediyorlardı. Halbuki bizler kayıtsız ve uzakta duruyor, hiç bir şey yapmiyorduk. Hattâ ben kongreye gitmemeğe karar miş, 108 Hürriyet ve i'rilâf Nasıl Doğdu Nasıl öldü ancak arkadaşların israrıyla yine gitmiştim. Kongrede delegelerle beraber bütün kurucular, bütün İdare Heyeti üyeleri, İstanbul'daki şubelerin reisleri ve efraddan bazısı, bir çok dinleyiciler vardı. Bu kez de hoca ve derviş takımının kendi aralarında geçen müzakerede, kongre müzakerelerinin güzel idaresini temin ve münevverân hakkındaki kararlarını icra edebilmek için, yine tabirince enerjik bir adamın lâzım olduğunu ileri süren Gümülcineli, kendisinin kongreye reis seçilmesini talep etmiş, SaBey ve arkadaşları da bunu uygun bulmuştu. için dik Delegeler arasında Gümülcineli'nin reisliğe seçilmesi propaganda yapılıyordu. Fuad Paşa34 gibi savaşlarda yararlık göstermiş müşirler, İsmail Hakkı Paşa gibi namusuyla hürmet Fuad Paşa 109 Mahir Said Bey Siyasî Risâleler ler kazanmış ve Meclis-i Mebusan'da Fırka`nın Mebuslarınin reisi olan paşalar ve buna benzer rütbe ve şeref sahibi ve yaşlı zâtlar varken Gümülcineli'nin bu mevkiye seçilmesi münevver takıminca münasip görülmemiş ve itiraz edilmişken başarılı olunamayıp Gümülcineli reis olmuştu. Artık Gümülcineli -Sadık Bey'i alet ederek- daima baş olmak ve her şeyi keyif ve meramı üzere müstebidâne icra etmek hırs ve arzusuna muvaffak oluyordu. Sadık takımı buna muvaffak olmuşlarsa da bizi Genel Merkez üyeliğinden düşürme yolundaki propagandalarında asla başarılı olamamışlardı. Hattâ delegeleri yoklayıp oların bunu engelleme fikrini öğrenince, bizim için onlar delegeliği istemiyorlar diye iki yüzlülükle bir haber yaymaya tevessül işler ve bu sefer delegelerden “Fırka'nın onlara ihtiyacı vardır, rica ile kabul ettirilmesi lâzımdır” cevabını almışlar, artık çareleri kalmamıştı. Bunla11 biz de haber alıyorduk. Görüşmeler başlamış, Gümülcineliºnin reislik mevkiînde istibdadı, haksız muamelesi, kararlarda heyetin çoğunluğunun oylarını dikkate almayıp muhakkak kendi fikir ve arzusunu karar suretinde kabul ettirmek hususundaki gayreti heyetçe açıktan açığa görülüyor, anlaşılıyordu. O istemediği kararda ekseriyet varsa herkesin gözü önünde, yok; isteğinde ekseriyet yoksa, var diyordu. Kendi arzusunu kabul ettirmek için birincide kabul edilmezse meseleyi tekrar başka kaliba koyup oylamaya koyuyor, yine olmadığı takdirde yine başka kalıba koyup teklif ediyor, hattâ yine olmazsa kararı yazdırırken kendi görüşü üzere yazdırması gibi mantıksız ve sahte işler yapiyor, tahrifata cesaret ediyordu. Bir taraftan da kötü muamelesi ile delegeleri kırmış ve sabır ve tahammülü bozmuştu. Yine bir reyi birinci oy birliği derecesinde çoğunluğun kararına mazhar olduğu halde arzusunu yürütebilmek için tekrar tekrar oylamaya koydurunca hemen söz alıp kalkmış ve şu sözlerimi söyliyerek istifa etmiştim: 110 Hürriyet ve I'tilâf Nasıl Doğdu Nasıl Oldü Efendiler, Firkamız pek güzel niyet ile kuruldu; fakat biraz sonra içimizde rekabetler, hasedler, birbiri aleyhine hareketler, yekdiğerine iftiralar, istibdad, yolsuz muameleler, haksızlıklar, partiyi zorla ele geçirmek ve bu yüzden Fırka merkez üyeleri arasında soğukluk ve ayrılık ortaya çıktı. Ben artık tahammül edemiyorum. Bu fırka da İttihad Firkası, yok ondan pek çok fena oluyor. Burada şu reisin halini görüyorsunuz. Gözünüzün önünde türlü hilekârlık, türlü müstebidâne muameleler yapıyor. Ben Merkez Heyeti üyeliğinden, hem de Firka dan istifa ediyorum !...” türlü gü Bu sözler üzerine delegeler kitlesi çalkalanmış, rültüler, galeyanlar meydana gelmiş ve sonunda delegelerin çoğunluğu etrafıma üşüşmüş: “- Hakkınız var, bu böyle olmaz. Eğer siz çıkarsanız biz de şubelerimiz heyetleriyle beraber istifa ederiz. Sonra bu fırka dağılır. Bu kadar emeklere -şu zamanda-yazık olur, yapmayınız!” tarzında çok rica ve pek ısrar ettiklerinden, bu kez artık kesin olan kararımdan tekrar beni caydırmışlardı. Ne ise şu işlerin hiç olmazsa Gümülcineli'nin biraz burnunu kırmak ve pek açıktan ileri gidememesi gibi bir faydasi olmuştu. Fırka`nın hesaplarının incelenmesine sıra geldiği vakit delegeler arasından: “-Buna lüzum yok, bizim Sadık Bey'e itimadimiz var” diye bir kaç ses işitilmiş ve Gümülcineli süratle “Pek âlâ” deyip bu müzakereyi kapatmıştı. Böylece bu mesele de diğer delegeler ve münevverân takımının hayretleri arasına iki dakikada kapanivermişti. Hesap meselesi ortaya gelince ben gözlerimi Sadık Beyºe dikmiş, onun yüzünün durumunu inceliyordum. O vakte kadar endişeli bir sima ile bekleme halinde duran Sadık Bey'in, lüzum yok sesleri yükseldiği ve Gümülcineli de bahsi kapattığı zaman birden yüzünde bir ferahlık neşesi belirmiş ve Sadık Bey sıkıntılı bir yükten kurtulmuş bir kimse tavriyla oradan kalkıp keyifli keyifli müzakere mahalli olan bahçeden eve gidip artık kaybolmuştu. Meğerse müzakereden evvel: “-Hesap incelemesi Sadik Bey'in izzet-i nefsine ağır gelir bir harekettir. Bu zâta herkesin güveni var. Onun gibi namuslu adam var mı? Yoktur. Fedakârlık ve hizmetine karşılık bunu 111 Siyasî Risaleler yapmamalı!" diye delegeler arasında propaganda yapılıp mesele hazırlanmışmış . Fakat şurasını kimse düşünmüyordu ki, her ne kadar namuslu olursa olsun fırka gibi umumî müesselerin işlerinde, bu hesabın bir santime kadar görülmesi zorunludur. Hesap incelenmesi namusa saldırı değil, aksine namusu isbat ve teyid olduğunu ve bunu namuslu kimselerin muhakkak ve bizzat kendisi isteyeceği hatıra gelmiyordu. Sadık Bey'in böyle propaganda yaptıracağına, propagandayı bırak, heyet kendi kendine hesabın görülmesini istemese bile kendisi bizzat israr edip hesabı gördürmesi lâzım gelirdi ve ancak bu şekilde namusunu ikmal ederdi. Hesabın görülmesi bir beraatti. O, onu yapmadı. Zanlı vaziyette kaldı ve tabiî iyi düşünenler indinde Sadik Bey ilelebed şüphe altında kalacaktır. Halbuki işin garabetinden âni hasıl olan hayret çok geçmeyip zail olunca münevverân takımından bir kıyamettir koptu. Hesap görülsün dendi. Bu arada kongre kâtibi ve Amasya delegesi Rodoslu Şevket Bey: “- Bizim güvenimiz vardır, fakat bu hesabın görülmesi, hesaba memur olan zâtların daha ziyade namuslarının doğrulanmasına vesile olacağını bildiğimden,sırf onların menfaati adına hesabın görülmesini istiyoruz." dedi. Çoğunluk Şevket Bey'i tasvib ettiğinden hesabın görülmesi zorunlu karar altına alındı ve bu işe eski İşkodra Valisi Safiyyeddin Bey'le Edhem Bey ve Damad Salih Paşa memur oldu. Bir saat sonra bu zâtlar gelip heyete şu tebliğde bulundular: “-Hesabı gördük. Masraf gelirden fazladır. Bu açığı Sadık Bey kendi hamiyet cebinden ödeyecek.” Bu şekilde mesele kapandı. Halbuki hesapta suistimaller çoktu. Bu zâtlar âleme karşı Fırka`yı korumak için bu şekilde beyanatta bulundular. Kendileriyle özel görüşüldüğü zaman suistimallerin müthiş olduğunu ve hesap denecek hiç bir şey bulunmadığını yana yakıla söylüyorlardı. Ezcümle Safiyyeddin Bey bu meseleyi parmağına takmış olan Şevket Bey'e şöyle söylenmiştir: “- Biz adam olmayız. Bu hesap değil bir karabatak... Ne sen sor, ne ben söyliyeyim!". Bu işi adı geçenden ben de bu tarzda işittim. Zaten bu kadar hesap bir saatte görülebilir mi? 112 Hürriyer ve i tilâf Nasıl Doğdu Nasıl öldü eskisi gibi ikinci reyor, Kongre Fuad Paşa'yı reis, Sadık Bey'i is seçip dağılmıştı. Meclis-i Mebusan fesh olunduktan sonra Divan-ı Harb Fırka'ya musallat olmuştu. Devamlı olarak bahaneler buluyor, Fırka'yı ve üyelerini rahatsız ediyordu. Fırka lehine yazarı bilinmeyen bir risale yayınlanmıştı. Bu sefer de Divan-i Harb anılan risaleyi bahane tutarak Fırka Merkez Heyetinden üç kişinin Divan-ı Harb'e gelmesini istemişti. Divan-1 Harb risalenin yazarını arıyordu. Risalenin muharriri ise Hoca Asim Efendi35 idi. Fakat Asım Hoca isminin verilmemesi hususunda çok israrlıydı. Nihayet Firka mensuplarından fedakâr bir genç risalenin yazarı olmayı kabul edip, o sifatla Divan-ı Harb'e gitmişti. Ancak İdare Heyeti üyelerinden istenilen üç zâtin seçimi hususunda zorluk çıkmıştı. Bu gibi hususlarda Fırka Reisi sıfatıyla Sadık Bey'in bizzat gitmesi münasipti ve görüşler o merkezde idi. Ancak keyifli, gururlu, şerefli işleri, hattâ kimseye bile söylemeden, danışmadan bizzat yapan ve para işlerini avucunda tutan Sadık Bey bu işte bir türlü cesaret edemiŞaban Efendi yi vekil sıfatıyla göndermek istiyordu. Hal Asim Hoca 113 Siyasi Risâleler buki Şaban Efendi de gitmek istemiyordu ve aralarında bir dil mücadelesi olmuştu. Sonunda Sadik Bey -güya ihtiyat diyeFırka`dan gidip bir hafta kadar başka yerlerde saklanmış ve onun yerine Sîret, Mahir Said Beyler ve Şaban Efendi Divan-ı Harb'e gönderilmişti. Divan-ı Harb'de Şaban Efendi`nin hali de müthiş olmuştu. O daireye girer girmez ona bir baş ağrısı gelmiş ve devamlı olarak başını orada bulunan destiden su döker olmuştur. Benzi kireç gibi olmuş, bayılma eserleri göstermeğe başlamıştır. Nihayet sorgulamadan sonra bu üç zât DivanHarbºden çıkmışlar, ne ise Şaban Efendi`nin baş ağrısı bıçak keser gibi geçmiş, hiç kimseye bir şey yapılmamış, Sadık Bey'in de korkusu yanında kalmıştı. Firka dan artık ümit yoktu. Münevverân takımı Fırka`nın semtine bile uğramıyordu. Diğer bir takım da yağı bitmiş bir kandil gibi donuk donuk yanarak sönmeğe doğru, her dakika yok olmaya doğru ilerliyordu. 114 Hürriyer ve i'lilâf Nasıl Doğdu Nasıl öldü -7HALÂSKÂR MESELESİ
1.056 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.