Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İttihat ve Terakki hükûmetlerine karşı Meclis-i Mebusan`da ve millet fertleri arasında takım takım muhalif fırkalar vücuda gelmişti. Bunların hiç biri muhalefetten istenilen vazifeyi yapamıyordu. Başından beri bu fırkaları bir bayrak altında toplamak, büyük, yekpare bir kitle ile etkili bir darbe indirmek fikrini görüyor, telkinler yapıyor, girişimlerde bulunuyordum. Sonunda bütün fikirler bu noktada toplanmıştı. Bu yoldaki mesaimize yeni bir faaliyet vermiştik. İttihad ve Terakkî Cemiyeti'nin içinde Miralay Sadık Bey isminde bir zât muhalif bir tavır almış, her ne kadar beceriksizlik ve rehavet göstererek sonucunu devşirememiş ise de, bazı zâtların ve bilhassa Mebus Mecdi Efendi; ve merhum Zeki Bey'in gayret ve yardımlarıyla o esnada Hizib meselesini çıkarmış ve herkesin gözünde çok gayretli ve özellikle orduda zabitler arasında pek çok taraftar ve yaranı olduğu hakkında herkese bir zan ve güven vermişti. Fikirler ve ahval bu merkezde iken beraber çalıştığımız Kemal Midhat Bey Sadık Bey'le görüşmüş ve yanıma gelip yeni yapılacak İttihad muhalifleri fırkasına Sadık Bey'in de teşrifini teklif etmişti. Kemal Midhat Bey, muhaliflerin bir kitle halinde toplanması fikriyle çalıştığımızdan beri Sadık Bey‘in de bize iştiraki fikri peşinde koşmuş, sonunda arkadaşlardan birkaçı, Sîret ve Mahir Said Beyleri ve nihayet beni dahi Sadık Bey'le görüştürmüştü. Kemal Midhat Bey bu maksadının sebebini izah sadedinde, Sadık Bey'in orduda pek çok taraftarı olduğunu söylüyordu. Gerçi İttihatçılar daima asker kuvvetine dayanmakta olduğundan muhalefetin onlarla uğraşabilmesi için onun da orduda taraftarları olması -esasen zararlı bir şey olmakla beraber- lâzım ve zorunlu idi. İttihadcıların tavır ve hareketine nazaran başka türlü galebenin ihtimali yoktu. İşte Sadık Bey'in kurulacak fırkada bulunması ile bu maksat hâsıl olacaktı. Bu şekilde arkadaşlar arasında Sadık Bey'in vücuduna pek ehemmiyet verilmekte idi. Sonunda bizler aramızda müzakere yaparak kurulacak fırkaya Sadık Bey'in katılmasına karar verdik; o da fırkamıza girmeğe karar verdi. Hemen faaliyetimizi arttırdık. Fırkanın programını ve dahilî nizamnamesini yazması için arkadaşlardan Mahir Said Bey'i mazbata muharriri tayin ettik. Beyoğlu'ndaki evimde müzakeresine başladık. Beğenmedik, terk ettik. Bu vazife Dahiliye Nazırlığı’nda bulunan Reşid Bey'e havale olundu. O bir program kaleme aldı. Yine benim evimde toplandık. Güzeldi, müzakeresine başladık. Üç defa evimde ve sonra iki müzakere de Damad Salih Paşal`nın sarayında yapılarak bazı değişikliklerle program ve dahil nizamnameyi vücuda getirdik. Bir taraftan da muhalif Mebusların rey ve birleşmelerini istihsal ettik. Bağımsız Mebuslar ile ekseriyetle Araplardan oluşan “Mutedil Hürriyetperverân” ve hocalardan oluşan “Ahali Fırkası" Mebuslarını, Rum ve sair grupları yaklaşık yüz kişilik bir kuvvet halinde topladık. Sadık Bey bu işlere tamamıyla yabancı bir halde durdu. Zaten onun evinden çıktığı bile görülmüyordu. Bu harekâtı tamamıyla gizli bir şekilde yaptık; çünkü İttihatçılar böyle bir teşkilâttan haberdar olurlarsa “cemiyet-i hafile/gizli cemiyet" teşkil etmek suçlamasıyla bizi perişan ederlerdi. Programı ruhsat almak için hükûmete götürünceye kadar hükûmet ve İttihatçıların böyle bir teşebbüs ve hareketten haberleri olmadı. Programı benimle beraber iki kişi imzaladık. Sadik Bey program ve dahilî nizamnameyi ne okudu ve ne de müzakeresinde bulundu, sadece o da bir imza attı. Mahir Said, Kemal Midhat, Sîret Beyler ve ben program ve nizamnamenin birer sûretini İstanbul Valisi'ne götürdük, ruhsat istedik. İttihadcı olan Emin Bey ismindeki bu zât talebimizi işitir işitmez benzi mumya gibi sararıp telaş etmeğe ve ruhsat vermemek için yalan vesileler uydurmaya başladı. Her ne dediyse biz cevabını verdik ve bu husustaki kanun gereğince bize talebimize dair sadece bir makbuz ilmühaberi vermesini, bu husustaki mecburiyetini, bunun da her şeye kâfi olduğunu söyledik. Vali çaresiz kalmış, üzülüyordu. Biz ise keyifli ve neşeli idik, onun haline gülüyorduk. Yakalanıp bir felâkete girmeden artık ruhsatı almış bulunuyorduk. Oradan Dahiliye Nezaretine gittik ve muameleyi tamamladık. Mebusları bu fırkanın bayrağı altına toplamak için anılmağa değer bir zorluğa tesadüf etmiştik: Gümülcineli İsmail Bey karşımıza, yolumuza durmuştu. Ahali Fırkasi ndan Hoca Vasfi, Hoca Mustafa Sabri, Hoca Küçük Hamdi Efendiler ve bunlarla beraber Fırka bize katılıyordu; gerçi bu fırkanın ilim ve hitabet ve güzel ahlâk cihetiyle en tanınmış siması bu üç zât ise de, Fırka üyeleri üzerine nüfuz cihetiyle birinci mevkide olan, güzel ahlâk cihetiyle kendisini sevdirmiş bulunan, azminde sebatkâr, metin, meramını kabul ettirmede inatçı ve uğraşıcı olan Konya Mebusu Zeynelabidin Efendiyi Gümülcineli İsmail Bey kandırmış, kendi tarafına çekmişti. Bu zât fırkaya katılmaktan çekiniyor ve on yedi kişiden ibaret olan Ahali Fırkası`nın beş, on Mebusunu kendisi ile tutuyordu. İsmail Bey'in şu hareketinin sebebi de onu Fırkaya almak istemediğimiz idi. Bu da benim fikrim idi ve arkadaşlarım tarafından da uygun görülmüştü. Zira İsmail Bey'in şöhret hırsı, bu uğurda her şeyi tepelemesi, her türlü mukaddesatı ayaklar altına alması, bulunduğu bir işte hemen başa geçmek, herkesi kendi maksadına, arzusuna -hattâ fena ve zararlı bir maksat dahi olsa- âlet etmek ve başa geçmeyi, keyfine alet ve oyuncak edemediği takdirde o teşkilâta fesad sürüp dağıtmak, perişan etmek tabiatı ve ahlâkı delilleriyle biliniyordu. Halbuki İsmail Bey ikna edici konuşabilen, becerikli, özellikle diyanet kisvesine bürünmüş ve dini maksadına alet eder bir adam olduğundan dindarlık göstererek mütedeyyin olan Zeynelabidin Efendi'yi kendisine kuvvetli şekilde bağlamıştı. İlk hamlede beş, on Mebus kaybetmekten ise Gümülcineli'yi de almayı -daha sonra çaresine bakmak üzere ehven-i şer ve zorunlu görmüştük. Ahali Fırkası bir toplantı yaparak yeni kurulan Fırkanın vekili sıfatıyla benimle müzakere etmiş ve Vasfi ve Mustafa Sabri Efendiler aracılığıyla Gümülcineli de alınmak üzere işe sonuç verilmişti. İsmail Bey hükûmetten izin alınıp gazeteler Fırkadan bahsedinceye kadar hiç bir şeyden haberdar edilmemişti. Bundan dolayı program ve dahilî nizamnameye bir kelimelik bile görüşü karışmamış, beyan edilen sebep yüzünden kerhen Fırka'ya alınmış, o da Sadik Bey gibi kendisine yabancı ve başka fikirlerin mahsulü olan program altına, kurulmasında bir karınca kadar hizmeti geçmediği bir bina içine girmişti. Ruhsat alınmasının ertesi günü gazeteler bu teşekkülü yazmış ve bu haber İttihadcıların kulağında bir top gibi patlamıştı. Telâşlı ve müteessir idiler. Hiç selâmlaşmadığımız halde o gün Meclis-i Mebusan'da Hüseyin Cahid Bey yanıma gelip oturmuş, yüzü kalbindeki helecanın şiddetini isbat eder bir sarılık ile samana dönmüş olduğu halde, benden Fırka'nın ne olduğunu ve maksadını sormuştu. Aramızda şu konuşma geçmişti: Rıza Nur-Siz çok ileri gittiniz. Biz de bütün muhalefet kuvvetlerini bir yere topladık. Size müthiş bir helâk darbesi indireceğiz. Maksadımız sizi iktidar mevkiînden atmaktır. Hüseyin Cahid- İyi amma içinizde mutaassıp, dindar, hoca, Hristiyan, cahil, alim ve çeşitli siyasî fikirde adamlar var. Nasıl olur? Hani sen bizi "Meclis-i Mebusanda Fırkalar" adındaki eserinde türdeş olmayan bir amalgama (karşım diye vasıflandırıyor, bizden dürüst bir iş çıkmayacağını iddia ediyordun. Ya bu sizinki? Rıza Nur- Evet hakkın var. fakat sizi devirmek için şimdi ne bulursak topladık. Ardını siz düşünün. O gün bu fırkayı dağıtacağız... Böyle fırkalar zaten dağılmaya mahkûmdur. Bu söz üzerine Cahid Bey hemen kalkıp gitmişti. Bir gün sonra yolda Selánik Mebusu Rahmi Beyle rast gelmiştim. Rahmi Bey'in zekâsını, cesaretini, arkadaşlıktaki vefası gibi meziyetlerini takdiri eder, kendisini severdim. Özellikle Cemiyeti Hafiye işinde bana ettiği hakperestane yardımından dolayı minnettár idim. Firkanın kurulması bahis konusu olmuş ve aramızda şöyle bir konuşma geçmişti: Rıza Nur- Rahmi, görüyorsun ya, artık kuvvetlendik, pek yakında çoğunluğu teşkil edeceğiz. E.... Artık sizi devireceğiz. Rahmi- Doktor, bu dediklerin doğru. Görüyorum ki, kuvvetlendiniz. Ekseriyeti de alırsınız, fakat sana bir şey söyleyeyim, bunu unutma. Sizin içinizde Gümülcineli var mı, yok mu? O size kâfidir. Bize hiç ihtiyaç yok. Bir gün sizi dağıtır. Onu biz biliriz. Tavuk gibi bastığı yerde ot bitmez. Bizim içimizden gittiğine biz çok memnunuz. Sizin içinizde olmasına tabiî daha fazla... Sizi içerden yıkacak. Onun hırsının önüne duracak bir şey yoktur. Bu sözlerden sonra herkes anlar ki, Fırkanın asıl kurucuları birinci takım olarak Kemal Midhat, Mahir Said, Hüseyin Sîret ve benim. İkinci takım Amasya Mebusu İsmail Hakkı Paşa, Damad Salih Paşa, Vasfi Efendi, Mustafa Sabri Efendi'dir. Sadık Bey de dahil olduğu halde Gümülcineli'nin bu arada hiç bir katkısı ve mevkiî yoktur. Sadık Bey'in faaliyeti, Fırka resmen kurulup kendisi İkinci Reis olduktan sonradır. Ve o faaliyet ileride görülecektir. Evvelden kuruluş işlerine bir hizmeti dokunmamıştır. Hattâ aksine biz Fırkayı kurmak ve programı yazmak ile meşgul iken Sadık Bey İttihadcılarla uyuşmak müzakeresi yapıyordu. Talat Bey ve arkadaşları Sadık Bey'in evine gelip gidiyorlardı.
·
200 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.