Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

128 syf.
·
Puan vermedi
·
14 günde okudu
Mezarlara ve büyük sözcüklerin ölü duvarlarının ardına bir yolculuk.
Tezer Özlü
Tezer Özlü
'nün ilk olarak 1982 yılında Almanca olarak ‘Auf dem spur eines selbsmords (bir intiharın izinde)’ adıyla yayımlanan ve 1983 Marburg edebiyat ödülünü kazanan bu kitabı, daha sonra 1984 yılında '
Yaşamın Ucuna Yolculuk
Yaşamın Ucuna Yolculuk
' adıyla ada yayınları tarafından dilimizde yayımlanmıştır. Bu kitap gerçek anlamda varoluşçu yazarlardan alıştığımız anlatı tarzının iyi örneklerinden biridir benim fikrimce. Fakat inkar edemem okuması biraz zor bir kitaptır. Bunun sebebi ağır betimlemeler ya da inanılmaz olay akışı gibi faktörler değil. Görünürde bir konu yoktur, heyecan verici tasvirler, detaylı anlatımlar yoktur. Bunun yerine okuyanı kendi varoluşunu sorgulamaya, esas sihrin varoluşun kendisi olduğu farkındalığını vermeye yarayan iç burkan bir atmosfer vardır. Yazarın varoluşu sorgulaması, nihilizmin sularından kolay kolay çıkmaması ve her satırına sinen pesimistliği, eserin bir solukta okunamamasının en önemli etkenlerindendir bana kalırsa. Biraz derinlemesine inceleyecek olursak; Bir kadın ki kelimeleri de yolculuğu kadar ağır. Baş ağrıları bulaşıcı, tespitleri çarpıcı, hayal kırıklıkları gerçekçi. Bir kadın ki yol alıyor, sadece gitmek için; bir otel odasından diğerine, bir trenden bir otobüse, bir şehirden bir kasaba’ya. “gitmek, her şey‘dir” diyor ve ekliyor; “yaşamı, gitmek olarak algılıyorum”. Ve gidiyor. Bir kadın ki bir bavulla birlikte; içinde ne olduğunu bilmiyoruz, ne giyiyor bilmiyoruz, neye benzer bilmiyoruz, ne yer ne içer bilmiyoruz, neleri sever, neleri sevmez bilmiyoruz. Bildiğimiz 83 yılının 9. Eylül gününde, doğum gününde, kendisiyle aynı gün doğmuş olan
Cesare Pavese
Cesare Pavese
'ye doğru yolculuğuna giriştiği. Fakat ona giderken, yolluk niyetine;
Franz Kafka
Franz Kafka
'ya ve
Italo Svevo
Italo Svevo
'ya da uğradığıdır. Ve mezarlarını, yaşadıkları yerleri, yaşasalardı eğer yaşayabilmeleri muhtemel olayları ve yaşamamalarına rağmen onları yaşatma çabasına doğru yol almasıdır. Yazar ilk olarak Kafka’nın mezarını ziyaret eder. Daha sonra özgürlüğünün simgesi trenler onu İtalya'ya, Trieste'ye getirdiğindeyse, bizi Svevo'nun evine, kızı Letizia ile buluşmaya götürür. Bu buluşmada da James Joyce'dan Goethe'ye, Schiller'den Schopenhauer'a, Hölderlin'den Rilke'e kadar sayısız şair ve yazarın dünyasına yine kısa ama tarifi uzun bir yolculuğa çıkarır yazar bizi. Yolculuğu boyunca hiç ayrılmadığı tek şey diş ağrısı olan ve sigarayı azaltmayı düşünen Özlü'nün yalnızlığıyla da başı derttedir. Kadınlığın, kadın olmanın, özgürce yaşama isteğinin, erkek egemen topluma bağlı kalmak istememenin, herkese rağmen tatminkar olmayan bir bağlamda sevişmenin, karşılıksız sevmenin psikozuyla yaşayan (ki bu noktada id-ego-süperego çatışması devreye giriyor bunu yazının ilerisinde açıklamaya çalışacağım) bu karamsar kadın, aynı zamanda yazarlığının da bir parçası olarak yitip gitmeyi kabul etmemektedir. Fakat bütün bu yaşamak için şart faktörlere rağmen intiharı ve intiharın da ruhunda bulunan çekip gitmenin albenisini de onu ölümsüz bir istekle bağlı olduğu Pavese'ye gitmekten alıkoyamaz. Nitekim Trieste'ye, ona doğru yol alırken sanki yaşamın sonuna doğru yolculuk etmektedir. Santa Stefano Belbo'ya vardığındaysa Pavese'nin ruhu onu tam bir kuşatma altına alır. Pavese'nin ölmeden önce sık sık buluştuğu dostu Nuto ile bir süre arkadaşlık edip, onun hakkında bilgiler alır ve Pavese'nin intihar ettiği otele gidip, orada kalır. Pavese'nin intihar etmeden önceki ruh halini anlamaya, uzatmalı sevgilisinin gitme isteğini anlamlandırma çabasına girişerek, bir bakıma onunla aynı duyguları paylaşmaya çalışır. Pavese ile ilgili gözlemleri, genellikle kadınsal açıdan yapılan çıkarımlardan ve onun hayatına dair atıfta bulunduğu tespitlerle olay örgüsüne dahil eder. Pavese üzerinden yaptığı mutsuzluk, yalnızlık ve ara sıra zamansızlık isteğine karşı bunalımlı eğilimler onu salt bir intihar duygusundan uzak tutmaya çalışsa da kendisi ile olan savaşı yaşamın ucuna yolculuğunun son demleridir. Yazar için varoluşu sorguladığını söylemiştik bu bağlamda kaleme aldığı bu eserle Türk edebiyatında gelenekselliği kıran isimlerden biri olan Tezer Özlü, lirizmi varoluşçu kimliğiyle buluşturmuştur. Çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde yaşadığı buhranının ürünü olan bu eserde; içinde bulunduğu dünyayı, yalnızlığı, toplumsal kurumlarla olan arasındaki bağın kopukluğunu, ruhsal çatışmaları gözler önüne sermiştir. Kendini gerçekleştirmesini ve varoluş kaygılarının bilinç yüzeyine çıkmasını sağlayan, otobiyografik özellikler de gösteren bu anlatım yukarıda bahsettiğim gibi psikanalitik değerlendirmeye de çok uygundur bence. Yapılan yolculuklar ve ziyaret edilen mekânlar, yazar için arınmanın, boşalmanın ve temizlenmenin simgesidir. Ruhsal ve zihinsel temelli yolculuğun bir eser haline geldiği bu sanatsal yaratımda id-ego-süperego çatışması sıkça hissedilir. Romanda “id”den gelen yasak cinsellik vardır. Yazar kişilerin ve toplumun ondan beklediği yaşam biçimine “id” dâhilinde karşı çıkar. Haz tarafından denetim altına alınan id, yazar toplumdaki evli veya bekâr kadının sorumluluklarını reddedip dilediğini yapmasıyla kendinin gösterir. Yazar için cinselliği yaşamak evli veya bekârların yaşayacağı bir olgu olmaktan çıkmıştır. Kişinin kendi içsel dürtülerini doyurması gereken olgudur cinsellik. Yazar bu ilkel hazzı doyurmak ister ve evli bir kadınken yasak cinselliğin içinde olmaktan çekinmez: “Beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Kimsenin beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Belki bencillik ediyorum ama, artık bir yerde, ancak benim, kendimin herkesi ve her olguyu nasıl karşıladığım ilgilendiriyor beni. Hiç değilse böyle davranmayı hak ettiğimi sanıyorum. Bu hakkı kendi kendime verdim, en genç yaşlarımda istediğimle yatmak hakkını kendi kendime verdiğim gibi. Varoluşumuzun en güzel inceliğini, bir başka insanın teniyle birlikte olma isteğimizi kimseye kısıtlandırmadım."(s.71) Yazarın gençliğinden bu yana yaşadığı ilişkiler “süperegonun” denetimi altına girmemiştir. Yazar “id”den gelen ilkel dürtülerle ilişkilerine yön vermiş, kişilerin ve toplumun öğretileri onun ruhsal mekanizmasını yönetmemiştir. Sonraki paragraflarda ise yazar geriye giderek bilinç dışına atılmış dürtülerini ego hizmetinde bilinç yüzeyine çıkarır, yaşadıklarını şöyle değerlendirir. “Otelden çıkmadan önce ayna önünde yorgun yüzümü çevreleyen saçlarımı tararken, Gerede’de beyaz okul yakalarını ve tafta kurdelelerini kolalayan çocuğu, bayram günlerinde kahramanlık şiirleri bağıran öğrenciyi, kentten kente koşan, dünyayı arayan genç kızı, yorgun bir ev kadınını, iki kocanın hem sevdiği, hem hırpaladığı, iki kocayı, hem seveni hem hırpalayan, iki koca tarafından hem aldatılan, hem seven iki kocayı aldatan kadını, bütün direncini kendi kaynağından alan kadını, hiçbir zaman yaşamın dışına atılmamış bir insanı düşünüyorum. Onu itebilecek tek kişi, gene kendisi. Kendine yaşamın sonunu başlangıç yaptın, diyorum…"(s.71) Burada yazarın çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde kabul edemeyip ego hizmetiyle bastırdığı duyguların zamanla “id”in kontrolünde ortaya çıkışını görüyoruz. Çocukluk döneminde aile, okul gibi otoriter kurumların dayattığı roller süperegonun yazardaki izleridir. Çocuklukta bastırılanlar ise gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde süperegonun engeline takılmadan tecrübe edilen deneyimlere dönüşür. Yazar dış dünyayı yeniden keşfeder adeta. Kısacası yazarın içsel yolculuğunun anlatıldığı bu eserde sevdiği yazarlardan alıntılar, gençlik, yetişkinlik ve evlilik dönemlerinde yaşadığı ruhsal sıkıntı ve zorlu süreçler kısa fakat yoğun bir anlatımla bize verilir. Yaptığı yolculuklar sırasında içsel dünyasına da seyahat etme fırsatı bulan Özlü, bir nevi ruhunu temize çıkarmıştır. Yolculuk sırasında sık sık ölüm, yaşam, yalnızlık, varoluşunu engelleyen problemler gibi bilinç dışına ittiği sorunları bilinç düzeyine çıkarmış ve ruhen boşalma yaşamıştır. Onun ekseninden yaşama yeniden bakacak ve değerleri tekrar değerlendirecek olanlar için yazarın sözü çoktur ama az konuşur; “İnsan çoğu kez son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil, bir insan ömrü…”
Yaşamın Ucuna Yolculuk
Yaşamın Ucuna YolculukTezer Özlü · Yapı Kredi Yayınları · 202112bin okunma
·
2.672 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.