(Yunus Kalbi ya da ikinci Doğum)
Bu grubun esaslarını ve niyetle ilgilenmelerinin nedenini, bu ilgilenmenin
onlar için dinî bir emir olduğunu, bu meselede onlara ait sır
ve ilimleri belirttikten sonra, onların makamlarını ve sahip oldukları sırları
öğrenmelisin:
Söz konusu grup, Yunus’un kalbi üzerindedir. Çünkü Yunus,
‘Öfkelenerek gittiğinde’ Allah’ın kendisine rahmetinin genişliği hakkındaki
taahhüdü nedeniyle darlık vermeyeceğini zannetmişti. Rahman isminden
kaynaklanan bu ilahi genişliğin başkası hakkında olup söz konusu
kişinin ümmetinin o genişliğe ulaşacağını düşünmemiş, onu kendisine
sınırlamıştı. Öfke, kalbin karanlığıdır. Bu karanlık, mertebesinin
yüceliği nedeniyle, dışına da etki etmiştir. Bu nedenle Yunus, Allah’ın
dilediği süre balığın karnının karanlığında bırakılmış, Allah onun dikkatini
anasının karnında bir cenin iken kendisini kimin yönettiğine çekmek
istemiştir. Ayrıca dikkatini şuna da çekti: O mekânda, onun kızması
veya ona kızılması düşünülebilir mi? Böyle bir şey olamaz, çünkü
orada Allah’ın korumasındaydı ve Rabbinden başkasını bilmiyordu.
Böylece kendisine söz ile değil, fiil vasıtasıyla öğretmek için Yunus’u
balığın karnında bu hale döndürdü.
‘K a ra n lık la r içerisinde ‘S enden başka ilah y o k tu r ’ d iye nida etti.’191 Bu
ifade, bu tevhidde ümmeti adına mazeret belirtmektir. Yani, Allah’ım
sen, dilediğini yapar ve rahmetini dilediğine yayarsın. ‘Seni tenzih ede158
Fütûhât-ı Mekkiyye 2
rim. Ben zalimlerden oldum.’'92 Zalim, zaleme (karanlık oldu) kelimesinden
türemiştir. Yani, benim karanlığım kendime dönmüştür, yoksa sen
beni karanlığa atmış değilsin. İçimde olan şey, dışıma nüfûz etmiş, ışık
içime geçmiş ve derûnum aydınlanmış, öfkenin karanlığı kaybolmuş,
tevhidin nuru ona yayılmış ve rahmet nüfûz etmiştir. Böylece bu nur,
öfkenin karanlığı gibi, onun dışına nüfûz etmiştir.
‘Rabbi duasını kabul etti ve onu sıkıntıdan kurtardı’193. Balık, ‘selim fıtrat
üzere doğmuş olarak’ onu karnından çıkarttı. Yunus’un dışında
Ademoğullarından hiç kimse, ild kez doğmadı. Yunus ise, tıpkı bir çocuk
gibi zayıf olarak (balığın karnından) dışarı çıktı. Nitekim Allah
‘hasta idi’194 buyurdu. Allah, onu kabak yapraklarıyla sarmaladı. Kabak
yaprağı yayvandı ve üzerine sinek konmasını engelliyordu. Çünkü çocuk,
zayıflığı nedeniyle, sinekleri kendisinden uzaklaştıramaz. Bu nedenle
Allah, Yunus’u yapraklarının yayvanlığı nedeniyle sineklerin yaklaşamayacağı
bir biriciyle örttü. Kabağın yaprağı, yumuşaklıkta bütün
diğer bitkilerden farldı olarak, pamuğa benzer. Diğer biriciler ise, serttir.
Böylece, Allah Yunus’u yeniden inşa etti. Bu grup Yunus’a gelen şeyin
bâtınında bulunan bir nitelikten ve amacından dolayı kendisine geldiğini
gördüklerinde, kendilerini niyetlerini ve hareketlerindeki amacı
saflaştırmaya vermişlerdir. Böylece, sadece Allah’ın niyet etmelerini ve
amaç edinmelerini emrettiği şeyleri amaç ve niyet edinirler. İşte bu, Allah
ehlinin yapabildiği şeyin zirvesidir. .
Allah adamları içinde bu grup azdır. Çünkü o, son derece dar bir
makamdır ve sahibi süreldi huzura (bilinç hali) muhtaçtır. Bu makamda
bulunanların en büyüğü, Ebû Bekir’di. Bu nedenle Hz. Ömer, Yemâme
savaşında şöyle demiştir: ‘Gördüm ki, Allah Ebû Bekir’in gönlünü savaşmak
için açmış ve onun haklı olduğunu anladım.’ Çünkü Hz. Ömer,
Hz. Ebû Bekir’in süreldi içiyle ilgilendiğini biliyordu.
Bu makam sahibinin zâhirinde bir hareket meydana geldiğinde, bu
hareket sadece illin’den meydana gelir ki, bu durumun gerçeldeşmesi
zordur. Bu nedenle makamları anlayan Ehl-i Kitap’tan kimseler ‘A llah’ın
peygamberi şöyle şöyle söylüyor’ denildiğinde ya da bunu duyduklarında,
şöyle derlerdi: ‘Bu ancak illin’den ortaya çıkacak bir sözdür.’
Başka bir ifadeyle o, yaratılmışın sözü değil, ilahi kelamdır. İlmin ne
On Dokuzuncu Kısım 1 5 9
güzel oİduğuna, bu grubun hangi makamda bulunduğuna ve hangi ilkeye
sarıldığına bakınız!
Allah bizi de onlardan etsin!
Söz konusu grubun amellerinin büyük kısmı, bâtındadır. Bu grup
içinden seyahat edenlerin meskenleri, vadiler ve mağaralar; şehirlerdeki
meskenleri ise, Allah’ın kullarından başkalarının yaptığı binalardır. Onlar,
taş üstüne taş koymazlar. Nitekim Hz. Peygamber de, Rabbine göçünceye
kadar, kendisi için ev yapmamıştır.
Bunun nedeni, onların dünyayı büyük bir nehir üzerine konulmuş
ahşap bir köprü saymalarıdır. Onlar, bu köprüde yürür, ondan geçerler.
Siz hiç ahşap köprü üzerinde ev yapanı gördünüz mü? Hayır! Yemin
olsun ki, görülmemiştir. Bilhassa, yağmurların yağacağını, nehrin gelen
akıntılarla büyüyeceğini ve köprülerin yıkılacağını bilen kimse, o köprüde
ev yapmaz. Köprü üzerinde ev yapan bir insan telef olur.
Allah dünyayı imar edenlerin basirederini açıp dünyanın bir köprü
olduğunu görseler ve üzerine bu köprünün kurulduğu nehrin büyük bir
tehlike teşkil ettiğini anlasalardı, onun üzerine yaptıkları güçlü sarayları
kesinlikle inşa etmezlerdi. Onlar, dünyanın büyük ve hızla akan bir nehir
üzerinde kurulmuş ahşap bir köprü olduğunu görecelderi gözlere
sahip değildir. Onlar, Allah’ın kendisine vahyettiği ‘dünya bir köprüdür’
ifadesini bilen peygamberin sözünü duymalarını sağlayacak bir kulağa
sahip değillerdir. Dolayısıyla amel edecelderi bir imanları olmadığı
gibi görüş ve keşfe de sahip değillerdir. Onlar, haklarında Allah’ın şöyle
söylediği kimselere benzer: ‘Onlar fitn e olmayacağım sanmış, böylece kör
ve sağır olmuşlardır. Sonra Allah tövbelerini kabul etmiştir.’'95 Sağırlık,
‘Dünya bir köprüdür’ gibi şeyleri söyleyen peygamberi dinlemede söz
konusudur. Allah tövbelerini kabul etmiştir. Yani, artık nefislerinizi
dünyayı imar etmek ve ona dalmakla meşgul etmeyiniz. Hz. Peygamber
sözünü bitirir bitirmez, Müslüman ve Mümin olmalarıyla birlikte
büyük kısmı körlük ve sağırlıklarına geri döner. Bunun üzerine Allah,
peygamberine şunu bildirmiştir: ‘Sonra kör ve sağır olm u ş la rd ır .’'96 Yani,
tövbeden sonra büyüle bir kısmı, kör ve sağır olmuştur. Başka bir ifadeyle,
peygamberin sözü onlara fayda vermemiştir.