Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
NİHAL ATSIZ DELİ KURT AYRINTILI TAKRİZ
Karlı bir gece kağnılarıyla yol alan ve kağnı arabasında bir kadın bulunan iki kişi gecenin karanlığı içerisinde yol alıyorlardı. Kağnıyı süren kişi uykusuz ve yorgun olmasına rağmen dikkatini korumaya çalışıyor arada bir arkasına doğru bakıp tehlikeye karşı temkinli olmaya çalışıyordu. *** Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bayazıt Ankara savaşında esir düşüp canına kıyınca gelenek olduğu üzere oğulları beylik davasına düşmüşlerdi. Büyük şehzade Süleyman Bey Edirne’de, ortanca şehzade İsa Bey ise Bursa’daydı. Osmanlı Devletinin başına geçmek için iki kardeş savaşmak zorundaydı. Nitekim öyle de oldu. İsa Bey’in sipahileri az olduğu için çarpışma yenilgiyle bitti. İsa Bey kaçmak zorunda kalmıştı. Fakat o kaçmaktan çok karısı Bala Hatun ve birkaç ay sonra doğacak çocuğunu korumak istiyordu. Biliyordu ki çocuğu doğar doğmaz öldürülecekti. *** İsa Bey, karısını güvenli bir yere saklayacak birine ihtiyacı vardı. Aklında tek bir isim vardı; Çakır. Çakır girdiği bütün savaşlarda cesurca çarpışmış, İsa Bey’i defalarca ölümden kurtarmıştı. Bu zor işi de ancak Çakır başarırdı. Durumu Çakır’a anlattıktan sonra Çakır’ın emaneti müdafaası başlamıştı. Bala Hatun’u anasının köyüne götürecekti. Yola koyuldu. Fakat uzun yollar tekin değildi. Çakır ve İsa Bey’in ölüm fermanı çoktan yazılmıştı. Mehmet Bey’in sipahileri Çakır’ın yolunu çevirdiler. Kanlı çarpışmadan sonra Çakır derviş kılığındaki bu adamları öldürdü. Ölenlerin üstünü arayınca Çapanoğlu Çakır adındaki sipahinin koynunda bir mektup buldu. Bu mektupta Mehmet Bey tarafından Çapanoğlu Çakır’a her türlü yetkiyi verdiği yazıyordu. Çakır bu mektubu işine yarar düşüncesiyle yanına aldı ve yola koyuldu. *** 10 yıl sonra İsa Bey ölmüş, Çakır da Mehmet Bey’in birliğine katılmıştı. Çok hengâmeler atlatmasına rağmen evlenmiş Fatma ve Ayşe isimli iki de kızı olmuştu. Çakır’ın aklı süt anası Satı kadın ve yıllar önce emanet bıraktığı Bala Hatun’daydı. Onları görmek için yola koyuldu. Köye varınca anasının evinin kapısına vurdu. Kapı açıldı. Satı kadın 10 yıldır görmediği oğlunu görünce sevindi. İçeri girdiler. Çakır Bala Hatun’u sordu. Satı kadın anlatmaya başladı; “İsa Bey’in ölüm haberini aldıktan sonra Bala Hatun derde düştü. Çok geçmeden çocuğu doğdu. Ama o yemeden içmeden kesildi. Oğlu Murad’a süt ana getirdim. Bala Hatun çok geçmeden öldü. Murad ve Evren kardeş gibi büyüdüler. “ Çok geçmeden kapı çalındı. Satı kadın “Deli Kurt ve Evren geldi” dedi. Murad’a herkes Deli Kurt diyordu. O çevikliği ve cesareti ile bu ismi de hak ediyordu. Evren ve Deli Kurt, Çakır’ın elini öptüler. *** “Çakır, akşam yemeğini kederli bir sevinç içinde yedi. Yetişmiş, yarın birer yiğit olacak iki çocuğu gördükçe keyifleniyordu. Fakat Murad'a bakıp da aklına İsa Bey geldikçe yahut gözleri Bala Hatun'un oturduğu sedire değdikçe üzülüyordu. Talih başka türlü yürüseydi İsa Bey taht için can vermiş bir şehzade değil, tahtın üstünde oturan Osmanlı Bey'i olacaktı..” *** Çakır, Deli Kurt ve Evren’le yakından ilgileniyor onlara zaman zaman yarışmalar yaptırıyordu. Yine bir güreş yarışmasında Deli Kurt’a yanlışlıkla “Osmanoğlu” diye hitap etmiş yaptığı hatayı anlayınca hemen “Osman’ın oğlu” diye düzeltmişti. *** Deli Kurt ve Evren büyümüşler artık kocaman delikanlı olmuşlardı. Çakır her ikisini de kendi birliğine almış ve kısa süre sonra da savaşa katılmışlardı. Savaşta Deli Kurt’un cesareti ve düşmanlarının başını yakalaması ordu içinde hem dikkat çekmiş hem de büyük takdir toplamıştı. *** Tımarlara izin verileceği haberi duyulmuş Çakır da hemen Deli Kurt ve Evren’i yanına alarak bu izni değerlendirmek istemişti. Çoktan beri görmedikleri anaları Satı kadın’a gidecek hasret gidereceklerdi. Türkmen obasına vardıklarında analarının yanına vardılar. Oba bu üç yiğidi tanıdığı için çadırdan çadıra davet alıyorlar her gittikleri yerde ikramlar sunuluyordu. Çakır “Çatladık” deyince bir Türkmen “Bu obada çatlanmaz. Şu pınardan su için” deyince içtiler. Su hemen geri acıktırmıştı. Bunun üzerine Türkmen suyun hikâyesini anlatmaya başladı; “Vaktiyle, çok eski bir zamanda, bu obanın olduğu yerde bir yürük çadırı varmış. Kadını ile tek başına oturan yürüğün çocuğu olmaz, o da üzülüp tasalanırmış. Bir gün aksakallı, yorgun, perişan bir yolcu gelerek bir gece kendisini konuk etmelerini dilemiş. Etmişler. Bir kâse sütleri varmış, ona içirmişler, bir dilim ekmekleri varmış, ona yedirmişler. İki kişinin güç sığdığı çadırda onu yatırarak kendileri açıkta gecelemişler. Ertesi gün yaşlı konuk ayrılırken, onu tepenin eteğine kadar geçirip uğurlamışlar. O zaman bu gördüğün çam ormanı yokmuş. Toprak çorakmış. Bu pınar da yokmuş, her yer kurakmış. Yalnız tepenin eteğinde bodur bir yemişsiz ağaç varmış. O ağacın yanında durdukları zaman ihtiyar adam: 'Hakkınızı helal edin' demiş, etmişler. 'Sizin bir derdiniz var, nedir?' diye sormuş. Söylemişler. Yemişsiz ağacı göstererek 'Şu elmayı koparın' demiş. Şaşırmışlar. Hangi elmayı der gibi ağaca bakınca bir de ne görsünler? Yemişsiz, bodur ağacın bir dalında, ipiri, al yanaklı bir elma sallanmıyor mu? Koparmışlar. O adam, elmayı ikiye bölmüş. Yarısını yürüğe, yarısını karısına yedirmiş. 'Çocuğunuz olur' diyip sır olmuş. Meğer o adam Hızır'mış. Gel zaman git zaman bir kızları olmuş. Öyle güzelmiş ki, adını Gökçen koymuşlar. Gökçen bir yaşından beş yaşına, beş yaşından on yaşına, on yaşından on beş yaşına gelmiş. Dünya güzeli bir kız olmuş. Görenlerin aklı şaşar, güzelliğini işitenler görmek için yüce dağlar aşarmış. Kendisini çobanlar istemiş, razı olmamış, ağalar istemiş razı olmamış. Bir gün avlanan bir şehzade bir geyiğin ardından koşa koşa oraya gelmiş. Yürük, kendi çadırı önünde düşen yaralı geyiği şehzadeye verirken Gökçen gözükmüş. Genç şehzade o anda vurulmuş. Geri dönememiş. Otağını kurup günlerce orada kalmış. Padişah, oğlunu aratıp buldurmuş. Kaldırıp getirmiş. Meğer yürük kızına vurulan şehzade, nur topu gibi bir sultanla daha yeni evli imiş. Günler geçmiş, aylar geçmiş. Şehzade dayanamayıp Gökçen'in yanına gelmiş. Evlenelim demiş. Yürük kızının da onda gözü varmış ama iyi yürekli olduğundan, sultan üzülmesin diye kabul etmemiş. Gözü dünyayı görmeyen, kara sevdaya tutulan şehzade direndikçe direnmiş. Gökçen kız bakmış ki, iş sarpa sarıyor 'Benim şartım vardır' demiş. Nedir diye sormuş. Kız demiş ki: ‘Şu ovada seninle at yarıştırırız. Geçersen beni alırsın. Geçemezsen kısmetine razı olursun' Şehzade hemen razı olmuş. Bir kızı nasıl olsa geçerim diye düşünmüş. Oysaki, kız yaman binici imiş. Bir atı varmış ki şehzade değil hiç kimse onu geçemezmiş. Ovanın başına gelmişler. Şehzade küheylanına, Gökçen kız da yağız atına binmiş. Yarışmışlar. Kız, şehzadeyi bir at boyu geçerek yarışı kazanmış. Şehzade şaşırmış. 'Nasıl olur? Beni gafil avladın. Bir daha yarışalım' demiş. Yine yarışmışlar. Bu sefer kız, şehzadeyi iki at boyu geçmiş. Şehzade deliye dönmüş. 'Hak oyunu üçtür. Bir daha yarışalım ‘demiş. Üçüncü yarışta üç at boyu geçmiş. Şehzade gık diyememiş. Perişan bir halde ağlaya ağlaya gitmiş. O gidince kız da yaslanmış. Kederinden dağlara düşmüş. Kimseyle konuşmaz, geceleyin çadırına gelir gündüz kurtla kuşla söyleşirmiş. Bir gün Hızır yine gelmiş. Bodur ağacın altında Gökçen'le konuşmuş. 'Ağla da dertlerin erisin ‘demiş. Kız 'ağlayamıyorum' diye cevap vermiş. Hızır bodur ağacı göstererek 'Şu narı kopar' demiş. Koparmış. Narı ikiye bölmüş. Yarısını kıza yedirmiş. ‘Ağla ' Gözyaşın her şeyi eritecek ‘diye söylemiş. 'Bu yarısını da şehzadeye yedireceğim. Dertleriniz bitecek, kavuşacaksınız' diye müjdelemiş ama narın yarısını şehzadeye yedirememiş. Çünkü Hızır, şehzadeye vardığı zaman şehzade ölmüşmüş. Gökçen kız yarım narı yedikten sonra göz pınarları açılmış. Öyle ağlamış ki, bu çorak tepenin taşları erimiş, her yer yeşerip şu gördüğün orman olmuş. Gönüldeki derdini de eritmek üzere iken şehzadenin ölüm haberi gelmiş. O gece şu pınarın olduğu yerde sabaha kadar ağlayıp kendisi de sır olmuş. Bu her şeyi eriten pınar onun gözyaşlarından kaynamış. O günden bugüne çok zaman geçmiş. Güz olupta aşiret buradan kışlığa indiği zaman sevdalılar bu pınarın başına gelirler. Sabaha kadar dua edip dileklerinin olması için yalvarırlar.” Deli Kurt böyle bir masalı ilk defa işitiyordu. Can kulağı ile dinlemiş, âdeta ezberlemişti. Masal bittiği zaman, içinde bir boşluk duymuş, rüyadan uyanır gibi olmuştu. Obadan ayrılıp yola düşmüşlerdi. Çakır ve Evren dönüş yolunda mutlu olmalarına rağmen Deli Kurt düşünceli duruyordu. *** Piç İlyas’ın getirdiği bir haber üzerine Çakır telaşla Evren’e Deli Kurt’u getirmesini söyledi. O gün akşam Deli Kurt ve Evren birlikte geldiler. Çakır, Evren’e tımarın başında kalmasını kendilerinin İstanbul’a gideceğini söyledi. O gece Piç İlyas, Çakır ve Deli Kurt atlarla yola çıktılar. *** Hasan Çelebi, İsa Bey’in yakın adamlarından kazaskerlerinden biriydi. İsa Bey ölmeden önce ona doğumu olacak karısına verilmek üzere yüklü miktarda emanet para vermişti. Aradan geçen yıllara rağmen bir türlü verememişti. Çakır ve Deli Kurt’u işte bu yüzden İstanbul’a gizlice çağırmıştı. Yeni hanedanlık İsa Bey’in karısının hamile iken ortadan kaybolduğunu ve çocuğunun muhakkak doğmuşsa bir gün karşılarına çıkacağını bildiği için Hasan Çelebi hep hanedanlıktan kaçmaya ve bir gün sorgulanırım korkusuyla ortadan kaybolmaya devam ediyordu. Nitekim emaneti verdikten sonra da Kastamonu’ya gitmek zorunda olduğunu söylemişti. *** 10 yıl sonra Analarını özleyen sipahiler Satı kadına gitmek üzere yola koyuldular. Zaten çok kalmayacak hemen geri döneceklerdi. Satı kadın yıllardır görmediği çocuklarına hasretle sarıldı, onlara yemekler yaptı. Bolca yiyen misafirler bolca da susadı. Pınarın suyundan içenler yine acıktı yine yediler. Derken söz pınara geldi. Deli Kurt’un aklında Gökçen vardı sadece. Hep birlikte pınara gittiler. Tam o esnada Gökçen de pınara gelmişti. İnsanı deli eden gözlerine kimse bakamıyor sadece Murad bakıyordu. O da bakamadı…Bir an kör olmuş gibi gözleri karardı. Gökçen gittikten sonra Satı ana onlara Gökçen’in canavardan, cinlerden daha tehlikeli olduğunu, ona bakanın bir daha iflah olmayacağını söyledi. Söyledi ama Deli Kurt’un umurunda mı? O pınardan uzaklaşıp giden Gökçen’in ardından gittiği yola bakıp dalmıştı. Sabaha kadar yatamamış sabah erkenden Gökçen’in olduğu tepeye çıkmıştı. Gökçen oradaydı. Kaval çalıyor, Deli Kurt’un yüreğini titretiyordu. Yüzünü bile görmediği halde Deli Kurt onun yanına gitmek için yerinde duramıyordu. Nihayet Gökçen’e yaklaştı ve konuşmaya başladılar. *** Ertesi gün Deli Kurt Gökçen’in pınarına dua etmeye gitti. Evliydi, çocukları vardı ama Gökçen’in sevdasına tutulmuştu. Kopamıyordu. Sabahına obadan ayrılacaklardı. Gitmeden dua etmek istemişti. Dua ettikten sonra gecenin karanlığında birinin daha pınara geldiğini gördü. Kim olduğunu göremeyecek kadar karanlıktı. Nihayet bulutlar ayın önünü açınca bu dua edenin Oba beyinin oğlu olduğunu anladı. O da Gökçen’e sevdalanmıştı. *** Sefer emri gelince sipahiler yola koyuldular. Karamanoğlu ile Osmanlı çarpışıyordu. Kısa bir savaştan sonra Deli Kurt bir kalabalığa rast geldi. Bir sipahi esir ettiği birkaç Karamanoğlu köylülerinden haraç istiyordu. Bir de yaralıları vardı onu da öldüreceğini söylüyordu. Deli Kurt bu haksızlık karşısında kendi askerlerinden olan sipahi ile kavgaya tutuştu. Sipahiyi öldürdü ama sipahi de elindeki bıçakla Deli Kurt’u omzundan yaralamıştı. Köylüler Deli Kurt’u köylerine götürüp tedavisini yaptılar. Onlardan biri de Tümenoğlu adında biriydi ki o da Varsak boyundandı. Tümenoğlu, Deli Kurt’a köylerine götürme sözü vermişti. Deli Kurt ise Varsak boyunu duyunca yüreği sızlamıştı. Gökçen de o boydandı. Hiç ses çıkarmamış birkaç gün sonra iyileşince yola koyulmuşlardı. Şeytan Dağı’na yaklaşmışlardı. Tümenoğlu Şeytan dağının hikayesini anlattı; “Bu dağın bir masalı vardır. Şeytan, Varsak kızlarının güzelliğini kıskanarak onları baştan çıkarmaya karar vermiş. O zaman Varsak'ta hepsi birbirinden güzel yedi kız varmış. Şeytan, yakışıklı bir yiğit kılığına girerek aralarına sokulmuş. Elinde telleri gümüşten olan altın bir bağlama varmış. Öyle güzel çalıyormuş ki, dinleyip de vurulmamak kabil değilmiş. Her saz çalışta kızlara bir dizi inci veriyormuş. Bu inciler de büyülü imiş. Boynuna takan Şeytana aşık olurmuş. Kızlar birer birer gönül verip kendilerini öldürmüşler. Yedinci kıza bir şey olmamış. Şeytanın verdiği inciler onun boynunda bozarıp çakıl taşı olur, o da bunları geri verdikçe Şeytan deliye dönermiş. Bu böyle günlerce sürüp kıza bir şey olmayınca bu sefer Şeytan aşık olmuş. Yalvarıp yakarmaya başlamış. Kıza bir türlü tesir etmemiş. Bir gece bağlamasını çalarken telin biri kopmuş. Yenisini koyamamış. İkinci gece bir tel daha kopmuş. Yenisini koyamamış. Üçüncü gece tek telle o kadar yanık, o kadar güzel çalmış ki, bütün kurtlar kuşlar dinleyip ağlaşmışlar. Kıza yine bir şey olmamış. Bunu görüp de umutsuzluğa kapılan Şeytan tele öyle sert vurmuş ki, sonuncu tel de kopmuş. O da öfkeyle yere vurunca bağlamayı kırmış. Yedinci kız buna gülünce Şeytan büsbütün çileden çıkmış. Başını alınca bu dağa kaçmış. Şeytan o zamandan beri bu dağda ağlıyor. Geceleri ağlaması işitilir. Fakat ters huylu yaratık olduğu için ağlaması gülmek şeklindedir. Çok ağladığı zaman kahkahalar duyulur. Herkes, Şeytana yenilmeyen bu kızın tılsımını merak etmiş. Meğer kızın kalbi yokmuş.” Deli Kurt obaya geldiğinde Gökçen hakkında her şeyi daha iyi öğreneceği için heyecanlıydı. Obaya vardıklarında birçok gizemin çözülmesi gerçekleşmişti.Aslında olan Gökçen’in babası karısının (Esen Börü) Müslüman olmamasından dolayı kızını da alıp kaçmış. Esen Börü kocasının ve kızının olduğu yeri bulmuş ve kocası Esen Börü’nün gözlerine bakamadığı için öldüğü ortaya çıkmıştı. Tümenoğlu’nun da Gökçen’in babasının yeğeni olduğunu Deli Kurt yine burada öğrenmişti. Esen Börü’nün çadırına gelen Deli Kurt artık her şeyi öğrenmişti. Deli Kurt, Esen Börü’ye Gökçen’i çok sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemiş Gökçen’in annesi de Deli Kurt’un elini eline alarak bakmış ve şöyle demişti; Osmanlı !... Gökçen'in de sende gönlü var. İleride sevginin azalmayacağını bilsem bu iş şimdiden olsun derdim. Birbirinize denksiniz. O çok güzel ve yiğit olduğu gibi , sen de yakışıklı ve çok yiğit kişisin. O , çoban kılığı içinde yüce bir soydan geldiği gibi , sen de sipahi kılığı içinde büyük bir beğ soyundansın. Ama sonunuzu göremiyorum Sipahi... *** Sipahi anasının obasına dönmüş orada aklı fikri Gökçen’de olduğu için onun yanına gitmek için geceyi beklemişti. Yassı Tepeye vardığında her şeyden haberi olan Gökçen’le karşılaştı. Ona daha tam yaklaşmamıştı ki Oba Beyinin oğlu da çıka geldi. İki aşık bir kız için çarpışmaya başladılar ve ikisi de ağır yaralanıp yere düştüler. Gökçen sihirli bilgileriyle ikisini de tedavi etmiş ölümden kurtarmıştı. Oba beyinin oğlunu ata bindirip götürdü. Geri döndüğünde Deli Kurt’la ilgilenmeye başladı. Ona bu gece gözlerini görebileceğini söylemişti. Nihayet akşam olunca Deli Kurt Gökçen’e “evdeşim olur musun?” diye sordu. Yüreği iyilik dolu Gökçen ise Deli Kurt’un karısını düşündü ve “Ya o üzülmez mi? Diye sordu. Gökçen de Deli Kurt’u seviyordu. Nihayet Gökçen alıştıra alıştıra gözlerini Deli Kurt’a göstermişti. *** Deli Kurt nihayetinde bir askerdi. Ve Osmanlının düzenleyeceği bir sefere katılmak için birliğine döndü. Macarlarla yapılan bu savaşta Deli Kurt esir düşmüş üç sene boyunca esir kalmıştı. Deli Kurt’tan hiçbir haber alamayan Çakır ve Evren onun öldüğünü düşünmüşler analarına haber vermek için köye gitmişlerdi. Onun ölmediğini ise Gökçen söylemiş “O uzaklarda kaval çalıyor” demişti. Nihayet Macarlılar yine Türklere karşı savaş hazırlığında olduğu bir karmaşada Deli Kurt oradan kaçmış zorlu yollardan ve türlü belalardan kurtulmuş ve Yassı Tepeye kadar varmıştı. Gökçen’i görememiş ama onun bıraktığı ilaçları yanına almıştı. O sırada yine bir savaş haberinden dolayı birliğine gitmişti. Bu defaki savaş hepsinden beter hepsinden zordu. Yine Macarlarla savaşa girilmişti. Savaşın en çetin anlarında başına aldığı bir darbeyle bayılmıştı. Gözünü açtığında etrafının ölenlerle dolu olduğunu görmüştü. En acısı da ölenlerin içinde Çakır’ın ve Evren’in de olduğunu görmüştü. Yaralı kalan bir sipahiyi Gökçen’in ilacını sürerek kaldırmış ve Macarlara esir düşmemek için birliğini bulmak için oradan uzaklaşmışlardı. *** Deli Kurt ailesinin, çocuklarını yanına alıp Satı anasına gitmek için yola koyuldu. Karısı Melek Hatunun da zaten doğumu yakındı. Köye acı haberle gittiler. Anadolu’nun yiğit kadını Satı ana yüreğine taş basıp vatan için şehit olan evlatlarına sadece dua etti. Deli Kurt birkaç gün sonra Çakır’dan kalan eşyaları karıştırırken bazı mektuplar buldu. Bu mektuplar İsa Bey’in Çakır’a yazdığı mektuplardı. Deli Kurt her şeyi anlamıştı. O esnada çocuğu doğmuş Satı ana oğluna ne isim vereceksin demişti. Deli Kurt “İsa” deyince Satı ana artık gerçeğin ortaya çıktığını anlamıştı. *** Deli Kurt yine bir savaşa gidecekti. Gökçen’le buluşmuş onunla vedalaşmış ve onu ilk defa doya doya öpmüştü. Dizlerinde sabahladığında erkenden kalkıp yola düşmüştü. Yine bir savaşa gitmiş kıran kırana bir muharebeden sonra savaş zaferle neticelenmişti. Tekrar köyüne, çocuklarına, karısına ve Gökçen’ine dönmek üzere yollara düşmüştü. Köyüne gelip çadırının kapısını çaldığında kapıyı Piç İlyas’ın açması üzerine yüreğine bir sıkıntı girdi. *** Piç İlyas’a karısının ve çocuklarının nerede olduğunu söylemiş fakat cevap alamamıştı. Tam o sırada köyün imamı gelmiş her şeyi anlatmıştı. (Üzülerek neler olduğunu yazmayacağım. Bu güzel kitabın okunmasına katkı sunmak istiyorum) Deli Kurt pınarın başına gittiğinde bir çevre (yazma, eşarp) bulur. Bu Gökçen’in çevresidir. Ve üzerinde kanla yazılmış bir yazı vardır; “ Yine geleceğim” İçerikten “Hepimiz, kaderimizin götürdüğü yoldan kendi sonumuza doğru gideceğiz.” 'Yaptığın savaşları anlat' demek, 'yediğin yemekleri anlat' demeye benziyordu. “Biz insanları dinlerine göre değil, soylarına göre ayırırız...” Kitap içinde en sevdiğim cümle; - Müslüman değilim. - Nesin ? - Türküm dedim ya ... ARKA KAPAK «Deli Kurt», Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayazıd'dan sonra «Şehzadeler Kavgası» diye anılan devrin tarihi bir romanıdır. Bir bakıma göre de «Bozkurtlar»da başlayan Orta Asya'daki hayat kavgasının yeni vatan Anadolu'da devamıdır. Şehzadeler arasında süren ve tafsilâtı henüz yeterince aydınlanmamış bulunan çarpışmada Yıldırım'ın oğulları hayat ve taht mücadelesinin hem kahramanca, hem şairane, hem de sefihane bir örneğini vermişler ve birbiri ardınca hayata veda ederek meydanı içlerinden birisine bırakmışlardır. Bunlar arasında en talihsizi ve hayatı en az bilineni İsa Çelebi'dir. Deli Kurt, İsa Çelebi'nin meçhul bir oğlunun dramıdır. Bu dram daha sonraki asırlarda daha büyük bir şiddetle sürüp gidecek ve yüzlerce şehzadenin hayatına mal olacaktır. KISA BİR TAHLİL Nihal Atsız hiç şüphesiz Türkçülüğün önemli isimlerinden ve Türk edebiyatının önemli yazarlarındandır. Deli Kurt kitabında da Türklüğü ve edebiyatının üstünlüğünü yansıtmış ve benim defalarca okuduğum ender kitaplardan biri olmuştur. Yukarıda uzun uzadıya içerikten anlatımlar yapmış olsam da derinliği ancak okuyucular görecektir. Çakır’ı, Evren’i, Murad’ı tanımak onları kendinizden biri gibi bilmek bambaşka bir güzellik katacaktır. Ya Gökçen…Gökçen’in gözleri gözlerinizin önüne gelecek olmanın lezzeti sanırım sadece okuyuculara sunulan bir hediye olacaktır. Deli Kurt işte böyle bir kitaptır. Defalarca okumuş olsam ve Nihal Atsız’ı ne kadar sevsem de bazı konulara değinmem gerekiyor; Deli Kurt, Karamanoğullarıyla olan savaşta ağır yaralanmış Varsak obasına Tümenoğlu ile birlikte gitmiş ve aylarca orada kalmıştır. Geri döndüğünde Çakır onun nerelerde bunca zaman bulunduğunu merak etmiş ama ölüp ölmediğini düşünmemiştir. Yine aynı şekilde Macarlarla yapılan savaşta da aniden ortadan kaybolmuş ölüsüne dirisine rastlanılmadığı halde “öldü” kabul edilmişti. Gökçen, evet olağanüstü güzellikte, güçlere sahip ve Deli Kurt’u seven birisidir. Fakat yukarıda yazmadığım ve okuyucular tarafından bilinen son sahnesi Gökçen’e göre bir son sahne olmadığını da itiraf etmeliyim. Gökçen “Yine geleceğim” derken ne hayaller kurmuş ve hep gelecek ümidi ile beklerken Deli Kurt benden bile önce pes etmiş ve çekip gitmiştir. Oysa Gökçen geri gelebilirdi yada 2. Seri olarak devam edebilirdi… Son olarak Ötüken yayıncılığın kutlu hizmetlerinden dolayı da ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Deli Kurt
Deli KurtHüseyin Nihal Atsız · Ötüken Neşriyat · 202015,5bin okunma
·
799 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.