Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

AŞK Aşk, Sabahattin Ali’nin sık sık ele aldığı konulardan biridir. Aşağı yukarı hikâyelerinin dörtte biri aşkla ilgilidir. Nitelim, Değirmen'deki "Değirmen", "Viyolonsel", "Kırlangıçlar", " Kurtarılamayan Şaheser", "Bir Cinayetin Sebebi", "Komiki Şehir", "Sarhoş" ; Kağnı'daki "Arap Hayri", "Gramofon Avrat"; Ses'teki "Köstence Güzellik Kraliçesi"; Yeni Dünya'daki "Hanende Melek", "Selam", "Hasanboğuldu"; Sırça Köşk'teki "Bir Aşk Masalı" başlıklı hikâyeler genellikle aşk konusunu işlerler "Genellikle" diyorum, çünkü çoğu hikâyelerde aşkın yanı sıra ya da ona bağlı olarak başka konulara da değinilir, fakat ana eksen aşktır. Değirmen'dekiler son ikisi sayılmazsa romantik aşk hikâyeleridir. Sabahattin Ali'nin gençliğinde, 1926/1929 yılları arasında yazdığı ilk denemelerdir. Çokluk bir dramla sona ererler. Eylemin üstüne çıkan renkli (hatta yer yer gerçekçi) doğa tasvirlerine duygulu, süslü bir anlatım ve temizce bir dil eşlik eder. Halk hikâyelerinden bazı motifler taşımakla birlikte, o yılların magazin hikâyelerine özgü hayalci, masalsı, olağan dışı bir içerikleri vardır. Alman romantikleri ile Maksim Gorki, Knut Hamsun, E.T.A. Hoffmann, Bayron, Oscar Wilde, Guy da Maupassant, Edgar Poe gibi yazarlardan bazı etkiler taşırlar. Sözgelişi, "Değirmen" hikâyesiyle Gorki'nin "Makar Çudra" hikâyesi arasında birçok benzerlikler bulunur. Ayrıca, yazarın kendisi de bir mektubunda bunu açığa vurur: "Ben en çok ikinci kısımdaki yazıları beğenirdim. Gorki'yi pek fazla okumuş değilim, onun "Makarçodra' isimli bir hikâyesine benim 'Değirmen' hikâyesini benzetmişlerdi, varit gördüm, çünkü 'Değirmen' i yazmadan bir ay evvel okumuştum Gorki’ninkini. Diğer hikâyeler de sahih olarak Anadolu'dur. Basit ve küçük adamları mevzu almışlardır. Mevzularını aynı 'millieu'den seçen Gorki'ye benzeyebilir. Fakir ve küçük insanları yazmak ile o herkesin üstadıdır . . .'' Duygulu doğa tasvirleriyle bezenmiş gereksiz bir girişle başlayan "Değirmen"de bir çingene delikanlısının dramatik aşkı anlatılır. Kız sakattır, bir kolu yoktur, bu yüzden çingeneyle evlenmekten kaçınmaktadır. Bunun üzerine, delikanlı bir kolunu değirmendeki çarka kaptırarak keser. Çünkü, ona göre, "sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, yalnız bu sevmektir." Görüldüğü üzere bu, maddesel değil, duygusal bir aşktır. Katıksız bir aşk. Halk hikâyelerinde olduğu gibi, seven sevdiğine kavuşmak, onunla bir olabilmek tutkusuyla dayanılmaz acıları, büyük özverileri (fedakarlıkları) göze almaktadır. Bu göze alış, bazı hikâyelerde en aşırı, en olumsuz davranışlara yol açmaktadır. örneğin, içindeki renkli doğa tasvirleri, duygulu havası ve dramatik bitişiyle "Değirmen"i andıran "Kurtarılamayan Şaheser" böyle bir hikâyedir. Nitekim, şairane bir anlatımla yazılan hikâyede genç bir şair, sevgilisinin istediği şaheseri yazabilmek için "iki sene hiçbir insanın girmediği hudutsuz kum çöllerinde" dolaşır. Oralarda "maddi elemlerin en acılarını" tadar. "Birer kıvılcım olan kumlar derisini yırtarlar, güneşten su halinde akan alevler sırtını yalar ve ensesini delerek beynine kadar dökülürler." Romantik duyarlılığı, masalsı havası, süslü anlatımı, şairane tasvirleri, olağanüstü benzetmeleriyle "Kurtarılamayan Şaheser" Kenan Hulusi'nin Bir İçim Su'daki bazı hikâyeleri çağrıştırmakta ve Bayron'ın Childe Harold'undan bazı esintiler taşıdığı sanılmaktadır. Pertev Naili Boratav'ın açıkladığına göre, hikâye 1929 Haziranı'nda Templin'de (Berlin) yazılmıştır. "Bir Cinayetin Sebebi" hikâyesinde de Hüsamettin, kendisini önemsemeyen sevgilisinin ilgisini çekebilmek tutkusuyla suçsuz bir insanı, komisyoncu Nuri Efendi'yi öldürür. Fakat amacına ulaşamaz: Sevdiği kız onun mahkemesine bile gelmez... "Değirmen"de sevişenlerin birleşmesini başkaları (toplum, aile, öbür ilişki vb.) engellemez. Engel onların arasında, daha doğrusu içindedir: Kızın, sakatlığı dolayısıyla, benliğini kemiren aşağılık duygusu kendisini sevgilisinden uzaklaştırır. "Kurtarılamayan Şaheser" ile "Viyolonsel"de de buna benzer duygusal yorumlar ortaya konur. Elbette, aşk alanında gerçekte böylesi öznel durumlar yok değildir, ama onları çevreleyen ya da etkileyen nesnel durumlar da vardır. Fakat yazar ilk hikâyelerinde bu durumları hep bir yana atar, aşkı onların dışında, soyut ve kişisel bir biçimde ve hep duygusal yanıyla ele alır. Bu ele alış, hikâyelere olduğu kadar, yazara da romantik bir kimlik verir. Ancak "Kırlangıç"lar hikâyesinde gerçeğe biraz yaklaşır: Yazın, birbiriyle tanışan iki kırlangıç sevişmeye başlarlar. Fakat güz gelince ayrılmak zorunda kalırlar: "... Birbirlerinin gözlerine baktılar; artık yuva kurmak zamanının geçtiğini, sonbaharın geldiğini, ayrılacaklarını anladılar. İkisi de içini çekti. Tepelerden birçok kırlangıç geçti: Sıcak yerlere dönüyorlardı. Ayrıldılar... Ve bir daha birbirlerini görmediler... " içerdiği masalsı öğelere karşın "Kırlangıçlar"da sevişmek de, ayrılmak da doğal bir ortam içinde oluştu . Gerçek dışı ya da gerçeküstü bir durum görülmez. Sevgililerin ayrılmasına duygusal yahut düşsel bir öğe değil, doğal bir öğe, yani güzün gelişi yol açar. "Kırlangıçlar"la aynı yılda, 1933 'te yazdığı anlaşılan "Sarhoş"ta gerçeğe bağlı öğeler biraz daha artar. Yazar artık kişilerini "dar da olsa" bir çevre içinde canlandırmaya yönelmiştir. Romantik ya da düşsel oluşların yerini gerçek yaşamdan gelen oluşlar almaya başlamıştır: Kanunî Kamil, Hanende Muhsine'ye tutulur, fakat gazinocuyla karısı sevişmelerini önler, birtakım üzücü olaylardan sonra hikâye biter. "Kırlangıçlar"da olduğu gibi "Sarhoş"ta da ayrılışa yol açan, kişilerin içindeki bir duygu değil, dışarıdaki varlıklardır. Bu da, yazarın yavaş yavaş içten dışa, romantik çizgiden gerçekçi çizgiye yöneldiğini göstermektedir. Bu yöneliş "Komiki Şehir"de iyice su yüzüne çıkar. Gerçi bu hikâyede de romantik eğilimler büsbütün silinmez, ama onların yanında gerçekçi eğilimler de boy atmaya başlar. Olağanüstüden olağana, tasvirden eyleme, soyuttan somuta doğru bir kayış sezilir. Sabahattin Ali'nin açıkladığına göre, "Komiki Şehir"in konusu "Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Anadolu'da" geçer: Bir tiyatro topluluğu Anadolu'da bir kasabaya gelir. Topluluğun komiği Rahmi, oyuncu kızlardan Viktor'u sevmektedir: "... Rahmi onu bir dakika yanından ayırmıyordu... Öteki aktörlerle konuşmasına bile razı değildi... Kendisinden başkasının onun san saçlarına, güzel yüzüne bakmasına dayanamazdı. .. " Gel gelelim, tiyatroyu kabadayılar basar, orospu sandıkları Viktor'u ormana kaçırırlar. Rahmi beyninden vurulmuşa döner. Kaymakam da, jandarma komutanı da ona yardımcı olmazlar. Rahmi, tek başına, Viktor'u aramaya çıkar, onu ormanda bulur. İyice hırpalanmış ve kirletilmiştir. Birlikte kasabaya dönerler. Bu kez kıza kaymakam askıntı olur. Kız reddedince, onu geneleve attırır, Rahmi'yi de kasabadan çıkartır. Rahmi, köprüden geçerken atları ırmağa sürer. Arabadakiler, jandarmalarla sulara gömülürler. Viktor genelevde vereme tutulur, oradan hastaneye götürülür... Bu kısa özetlemeden de anlaşılacağı üzere, aşk konusu hikâyede günlük yaşama koşulları ve toplum çevresi içinde işlenmektedir. Aşkın bu koşullarla ve çevreyle çatıştığı yerler, kişisel dramın da kaynağı olmaktadır. Dolayısıyla, kişisel dramı hazırlayan veriler, aynı zamanda, toplumsal bozuklukların belirtilerini de ortaya çıkarmaktadır. Böylece, hem aşk olgusu soyutluktan kurtulmuş, hem de bireyin haliyle toplumun hali bir "bütün olarak" yansıtılmıştır. Bundan ötürü, hikâyelerinin kişileri daha bir canlılık kazanmıştır. Dolaylı olarak eleştirilen taşra bürokrasisi ile toplumsal çevre gibi doğal çevrenin de kuvvetle ve sadelikle tasvir edilmesi bu canlılığı pekiştirmiştir. Sabahattin Ali'nin ikinci kitabında, Kağnı'da aşkla ilgili iki hikâye bulunur: "Arap Hayri", "Gramafon Avrat". Hikâyelerden birincisinde bir boyacının Beyşehir'e gelen Sahir Süha tiyatro topluluğunun oyuncularından Adalet'e duyduğu sevgiyi dile getirilir. Bu; temiz, derin, katıksız bir aşktır.. . Hikâyeyi yazar arkadaşı Pertev Naili Boratav anlatmıştır. Fakat Sabahattin Ali olayın sonunu değiştirmiştir. Ayrıca, hikâyenin başına gereksizce uzayan bir de giriş eklemiştir. İkinci hikâye "Gramafon Avrat" konuca birinciyi andırır. Ama hem kuruluşça ondan daha yoğundur, hem de kişileri ondan daha belirgindir. Boyacı Hayri’nin yerini burada Arabacı Murat alır. Murat, Konya çevresinde Gramafon Avrat diye çağrılan bir oyuncu şarkıcı kadını derinden sever. Fakat bir türlü ona açılamaz. Bir oturak aleminde, kadın saldırıya uğrayınca, araya girerek onu kurtarır. Yaraladıklarından biri ölür. Bu yüzden hapse düşer. Kadın "her salı günü muhakkak hapishaneye gidip Murat'ı görür, ya birkaç kuruş para, yahut da yağ, bulgur, cigara gibi bir şey bırakırdı . Aralarında bir iki kelime bile konuşmadıkları halde kendi uğruna hiç düşünmeden adam vuran bu çocuğu, vücudunu satıp kazandığı paralarla besliyor, belki de artık yalnız bunun için çalışıyordı." "Gramofon Avrat" etini satarak yaşayan bir kadının gerçek sevgiye duyduğu büyük özlemi ve verdiği yüksek değeri göstermektedir. Kuşkusuz, bu özlem ve değerde toplumun "meta"ya dönüştürdüğü kadınların "insanca yaşama" isteği saklıdır. Yazar bu isteği dolaylı yoldan sergilerken kadına (ve insana) ancak mülkiyet açısından önem veren kapitalist düzeni de aynı yoldan eleştirmiş olmaktadır. Sabahattin Ali toplumun bozduğu, aşağıladığı, ezdiği düşkün kadınlara ilgi ve acıma, hatta sevgi ve saygı duyar. Gramafon Avrat buna bir örnektir. Böylesi kadınlara, en çok da oyuncu/şarkıcılara aşık olma konusu "Sarhoş", "Komiki Şehir", "Arap Hayri", "Gramafon Avrat" hikâyelerinden sonra "Hanende Melek", "Bir Mesleğin Başlangıcı", "Selam" hikâyelerinde de yeniden işlenir. Ses'te bir tek aşk hikâyesi vardır: "Köstence Güzellik Kraliçesi". Güzellik kraliçesi seçilen bir mağaza işçisi ile varlıklı bir ailenin öğrenci oğlu tanışıp sevişirler. Oğlan yüksek okula gideceğinden ayrılır. Kız yolunu bekler. Fakat ailesi evlenmelerine izin vermediğinden sevgilisi gelmez. Bunun üzerine küsüp memleketinden ayrılır. Barlarda çalışmaya başlar. Bir gün sevgilisiyle karşılaşır. Erkeğin aşkı yeniden alevlenir. Kadın derinden yaralanmıştır, hala sevmesine karşın, aldırmaz. Ama onu kovmaz da. Sevişmeksizin birlikte oturmaya razı olur. Kadının küskünlüğü, gerçekte, sevgisinin derinliğini gösterir. En büyük acılara katlanacak, yaşamını kendine zehredecek kadar temiz, soylu, onurlu bir sevgidir bu. Kağnı'daki Hayri'nin yahut Murat'ın sevgisi gibi katıksızdır, sessizdir, sınırsız bir özveri duygusuyla beslenmektedir. Her türlü gösteriş ve oyundan uzak, yalın ve doğaldır. Hikâyede bu sevginin iç ve dış belirtileri iyi sergilenir. Yazık ki, "Arap Hayri"de olduğu gibi, "Köstence Güzellik Kraliçesi"nde de yazarla ilgili olup boş yere uzayan bir giriş bölümü bu sergilemenin yarattığı etkiyi biraz dağıtır, konunun birlik ve yoğunluğunu biraz yaralar. Yeni Dünya'daki üç aşk hikâyesinden biri "Hanende Melek"tir. Kuruluşu sağlam ve dengeli, kişileri canlı ve gerçek, çevre tasvirleri güçlü ve ölçülü bir hikâyedir. Konu bakımından Değirmen'deki "Sarhoş"u andırır. Evli, üç çocuk babası, dava vekili Hüseyin Avni kasabaya gelen şarkıcı kadınlardan Hanende Melek'e tutulur. Her akşam gazinoya gider, gözlerini iştahla sahneye diker. Açtır, parasızdır, öyleyken karısının bileziklerini, küpelerini zorla alıp Melek’e hediye eder. Fakat kadın ondan hoşlanmaz, hatta tiksinir. Adam bir akşam iyice çamurlaşır, garsonlar dışarı atarak hırpalarlar. Bir çukura yuvarlanarak sızıp kalır. Çıkarken onu gören Melek acır, arabaya alarak evine götürür. Karısının hasta, yoksul, perişan halini görünce hediyeleri geri verir. Ayrıca, o günkü kazancını da kızının avucuna sıkıştırıp ayrılır. Hüseyin Avni'nin buradaki tutkunluğu sevgiden çok şehvete, esirgemezlikten çok bencilliğe dayanır; kirli ve onursuzdur. Bu yanıyla, şimdiye değin çözümlediğim öbür hikâyelerdeki aşklardan ayrılır. Yazarın da amacı herhalde böyle bir aşkı anlatmaktan çok, kadına satın alınacak "mal" gözüyle bakan taşralı kimi erkeklerin bencilliğini ve amacına ulaşamayınca nasıl yozlaştığını belirtmek, buna karşılık, kimi düşkün kadınların insancıllığını ve en kötü koşullarda bile onurunu nasıl koruduğunu göstermektedir. Bu yönden, "Hanende Melek" ile "Gramofon Avrat" ya da "Köstence Güzellik Kraliçesi" ve "Çilli" arasında büyük bir yakınlık görülür. "Selam" adlı ikinci hikâyede gene bir şarkıcı/oyuncu kızı seven birinden söz edilir: Bu, evli, üç çocuk babası berber Yusuftur. Bir tiyatro topluluğu İznik'e temsiller vermeye gelir. Oyuncu kızlar saçlarını Yusuf'a yaptırırlar. Kızlardan biri Yusufla ahbap olur. Dostlukları ilerledikçe Yusuf kızı sevdiğini anlar. Bir akşam iyice içer, kahveye giderek sevgisini ulu orta açığa vurur. Kız öfkelenir, kaşlarını çatar. Birkaç gün sonra da topluluk ilçeden ayrılır. Yusuf derin bir üzüntüye kapılır. Aradan epey zaman geçer. Gurbetten dönen bir arkadaşı kızdan selam getirir. Bunu duyan Yusuf dükkanını kapatır, ailesini bırakarak kızı aramaya çıkar. Ailesinin yükünü arkadaşı üstüne alır. Yazar hikâyeyi şöyle bitirir: "Dört elle sarıldığımız birçok kıymetlerin; uğrunda sahici bir insan gibi kalbimiz ve kafamızda yaşamaya feda ettiğimiz binlerce sözde mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini bana öğreten Yusuf! Benden sana selam olsun... " Yazarın bu sözleri aşka ne denli önem verdiğini, içtenliğe yaslanan davranışları nasıl kutsadığını gösteriyor. Gerçi Yusuf'un hareketinde ailesine karşı bir sorumsuzluk var, ama doğallığa aykırı kalıplara karşı bir başkaldırış da var. Herhalde yazar da yalnızca bu başkaldırışı alkışlamak istiyor. Eğer, Tahir Alangu'nun öne sürdüğü gibi"sorumsuzluk ve dengesizliği" övseydi, "Hanende Melek"teki Hüseyin Avni'nin içtenlikten ve sorumluluktan uzak kişiliğini o denli karartarak anlatmazdı. Onun olumsuz kişiliğinin karşısına Hanende Melek' in ve Gramafon Avrat'ın, Çilli Nigar'ın olumlu kişiliğini dikemezdi. Onlardaki insanca acıma ve sorumluluk duygusunu yücelterek ortaya koymaz ve bu duyguyu paylaştığını sezdirmezdi. Daha çok yazarla ilgili olup yine hikâyenin başında bulunan ve asıl konuya pamuk ipliğiyle bağlanan giriş bölümüne karşın, "Selam" anlatımındaki yalınlık ve içtenlikle, yarattığı etkileyici havayla tatlı bir hikâye . . . Ayşe Sıtkı'ya 6 Temmuz 1933'te yazdığı bir mektupta Sabahattin Ali bu şarkıcıdan söz eder: "Bu yazının sonunda muallim olarak Yozgat'a gittim. Oradaki hayalım ömrümün en can sıkıcı bir devridir. Anadolu'daki küçük şehir hayatına alışamadığım için orada boğulur gibi oldum. Eğlence namına bir kahvede icrai ahenk eden kötü bir saz heyeti vardı, bu heyetin hanendesi Melek isminde genç bir kızdı. Şehirdeki bütün zabitler, mütekait memurlar ve kasaplar bu kıza aşıktılar ve kızcağız bunların ısrarı ile gecede belki on defa kırıtarak: Bahçede haşlama Haşlamayı taşlama şarkısını söylerdi." "Selam"daki olaylar ve kişilerle ilgili araştırma yapan Orhangazili avukat ve yazar Ali Aksoy, Yusuf un arkadaşlarından kahya Eşref Durmuş'la konuşmuş. Bana gönderdiği mektupta yazdığına göre, hikayede anlatılanlar gerçektir. Yusuf sevdiği kızı İzmir'de bulur, tiyatro topluluğundan ayrılıp onunla evlenir. Eskişehir'in Çifteler ilçesine yerleşirler. 1960'lı yıllarda orada ölürler. Öte yandan, Yusuf un ailesini emanet ettiği arkadaşı da sonradan kaısıyla evlenir. "Hasanboğuldu" Sabahattin Ali’nin aşk hikâyelerinin en güzellerindendir, belki de en güzelidir. Temiz bir dili, duyarlıklı bir deyişi, güçlü tasvirleri, ince çözümlemeleri vardır. Halk şiir ve hikâyelerinin anlatım verilerinden çok iyi yararlanılmıştır. Hikâyenin konusu Edremit'in Kazdağı yaylasında geçer: Zeytinli'de bahçıvanlık yapan Hasan, pazarda yörük kızı Emine'yle tanışır. Birbirlerini severler. Hasan, Emine'yle evlenmek ister, fakat kızın ailesi önce razı olmaz, sonra ağır bir şart koşar: Kırk okka tuzu Zeytinli'den Yüksekoba'ya bir yerde dinlenmeden getirebilirse Emine'yi vereceklerdir. Hasan tuzları yüklenir, Gökbüvet denen yere gelince dizleri bükülür, daha fazla gidemez. Emine çuvalı sırtına vurup yürür. Hasan yalvarırsa da dinletemez. Kendini dereye atar, boğulur. Emine yaylaya varır, ama orada duramaz. Geri döner Hasan'ı arar, ancak suda çevresini bulur. Onunla kendini bir çınara asar... Sabahattin Ali'nin son hikâye kitabı olan Sırça Köşk'te bir tek aşk hikâyesi vardır: "Bir Aşk Masalı". Adından da anlaşılacağı gibi, hikâye masal biçiminde yazılmıştır. Biçimce olgundur: Duygulu, yoğun, duru bir anlatıma yaslanır. İçerikçe masalsı, anlayışça romantik olması ve sevgide özveriyi yüceltmesi dolayısıyla Değirmen'deki ilk hikâyeleri andırır. O da onlar gibi toplumsal koşulların dışında oluşmakta, gerçeküstü bazı özellikler taşımaktadır. Hikâyede halkın iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen genç, güzel, iyi kalpli bir sultana aşık olan dervişin serüveni anlatılmaktadır. Sultan bir gün dervişi katına çağırır. Derdini sorup öğrenir. Üzüntüyle, "Ne istediğini biliyorum, o da senin olacak!" der. Bunu duyan derviş sararıp kızarır. Yüreğinden derin bir ah çekerek düşüp ölür. Hikâye şu özdeyişle sona erer: "Asıl bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceği anda, saadetinin en yüksek noktasında bir 'ah ! ' diyerek düşüp ölebilendir." "Bir Aşk Masalı" şöyle yorumlanmıştır: "Bu masalda Anadolu halk kültüründen yansımalar vardır. Halk kültüründe, tam muradına ereceği sırada ölen ve böylece sonsuzluğa kavuşan birçok tip vardır: Kerem ile Aslı masalında Kerem'in yanarak ölmesi gibi. Tasavvuf edebiyatının aşktan yanıp kül olan 'fenafillah' aşamasına ulaşmış tipi 'Bir Aşk Masalı'nda derviş tipiyle verilmek istenmiştir." Yazıldığı dönem göz önünde tutularak, "Bir Aşk Masalı" ideolojik, politik bir yoruma da bağlanabilir: Çok sevilen ve uğrunda bir şey beklemeden ölünen o sultanın herhangi bir ülküyü, örneğin demokrasiyi, bağımsızlığı ya da sosyalizmi simgelediği düşünülebilir. SONUÇ Aşk hikâyelerinin konuca, kuruluşça ve içerikçe kısaca çözümlenmesi burada bitiyor. Bu çözümlemeden şu genel sonuçlar çıkarılabilir: Sabahattin Ali aşkı ilk hikâyelerinde toplumsal ortamın dışında, iki kişi arasında geçen romantik bir olgu gibi ele alır. Gerçekçi döneme geçince, aşkı toplumsal çevreye ve ekonomik koşullara bağlamak gereğini duyar Aşk, özveri ve içtenliğe dayanır. Sevenler arasında beden ve zeka, çevre ve sınıf bakımından ayrılık olmamalıdır. Bozuk toplum düzenleri, aykırı töre ve gelenekler aşkın oluşumunu baltalar. Nitekim, şimdiki düzen ve onun doğurduğu töreler insanların özgürce sevişmesini önlemektedir. Ayrıca, ekonomik koşullar ve ayrımlar da aşkın önüne aşılması güç engeller çıkarmaktadır. Bu yüzden, aşk olaylan çokluk dramla sonuçlanmaktadır.
·
1.012 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.