Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bir Yaylı Araba ile Yola Çıktık Millî Mücadele yıllarında Mehmet Âkif'in büyük bir gazâ telakki ettiği busavaşa nasıl iştirak ettiğini bugün benim kadar yakından bilen kimse yoktur;çünkü ben onun yegâne oğlu olduğum kadar, Yunan Harbi'nin cereyan ettiğizamanlarda, bidayetten nihayete yine onun yegâne can yoldaşı ve yol arkadaşıidim.İstanbul en hazin ve pek kara günlerini yaşıyor idi. Müttefikler bu güzel şehriişgal etmişlerdi. Boğaz; İngiliz, Amerikan, İtalyan, Fransız harp gemileriyle doluiken memleketin muhtelif semtlerinde işgal kuvvetlerinin ayrı ayrı karakolları vekuvvetleri vardı. O zamanları çok iyi hatırlarım; on iki yaşımda idim.Çengelköyü'nde büyük bir evde oturuyorduk.Bir mayıs sabahı babam bizzat beni pek erken uyandırdı; kalabalık olanevimizde bir fevkalâdelik, garip bir heyecan vardı. Annem gizlemek istediğigözyaşlarını saklayamıyor, herkes bana düşünceli görünüyor idi. Çabucakhazırlandık, Mehmet Âkif ile gün doğmadan Üsküdar'a müteveccihen yoladüzüldük...Safahat şairi o zamanlar çok zinde ve pek çevik bir adamdı. Ben de kanıkaynayan bir çocuktum. Çengelköyü ile Karacaahmet arasındaki mesafeyisüratle katettik. Henüz güneş doğar iken Üsküdar'ın büyük bir kısmını kaplayanKaracaahmet Mezarlığı'na vâsıl olmuştuk. Orada bizi bir payton arabasıbekliyordu. Merhum Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey oradaydı. Kısıklı üzerindenderhal hareket ettik. Payton ikindiye kadar bizi Alemdağı arkalarında bir çiftliğegötürdü. O günlerde bizim geçtiğimiz yollar pek tehlikeli idi. İşgal ordularınahizmet etmeyi kabul eden bazı hamiyetsiz vatansızlar yolları kesiyor, MillîMücadele'ye menfaat temin edebilecek herhangi bir teşebbüse mâni olmağaellerinden geldiği kadar gayret ediyorlar idi.Çiftlikte pürsilâh heybetli insanlar dikkatimi çekti. Bunların bazılarıgöğüslerine çapraz fişeklikler asmışlar, başlarına da İzmir zeybeklerininkinebenzeyen başlıklar dolamışlar idi. İşte bu kahramanlar o muazzam savaşın ilkgünlerinde düşmanlara karşı cephe tutan Kuvayi Milliye'nin serhad fedailerioluyorlardı. Orada az bir zaman istirahat ettik. Bize yol gösteren müsellâh bir süvariyi çiftlikten bindiğimiz atlar ile takip ettik. Geceyi o civar köylerin birindeköy muhtarının misafiri olarak geçirdik.Ertesi gün sabah erken hareket ettik. O gün bütün gün yol aldık. İzmit ileAdapazarı arasında bir köye geldik. Orada Kuvayi Milliye'ye cephane götürenkalabalık bir kafileye rast geldik ve onlara iltihak ettik. Atların taşıdığı cephanesandıklarının üzerinde şarka doğru gider iken cereyan eden ufak bir hâdiseyi kaydetmek istiyorum:Emsali arasında cesaret ve atılganlığı ile tanınmış bir çavuş kır atının üzerindeaşka gelerek mavzerini havaya bir iki el boşalttı. Bu vaziyetten cesaret alan efratonu taklide başladı. Kuvayi Milliye'ye cephane taşıyan, bu uğurda ölümü gözealan bu kafile, böyle bir hareketle hata ediyor, boş yere sayısız fişek yakıyor idi.Mehmet Âkif bu halin devamına dayanamadı, atını ileri sürerek şöyle bağırdı:«Arkadaşlar boşa attığınız her kurşun bir düşman öldürmeğe kâfi gelir. Bugünseelimizdeki kurşundan sandıklarımızdaki cephanelerden çok düşmanımız var, çokrica ederim atışa nihayet veriniz.» Bu sözler derhal tesir etti. Silah sesleri kesildi.O zamanlar Biga, Karabiga hattâ Geyve ve Adapazarı eteklerine kadar uzananbir Anzavur Ahmet Çetesi türemişti. İngilizlerin bir iki ay zarfında paşalıkunvanı ile taltif ettikleri Anzavur Ahmet Paşa aslen Çerkez, maiyeti de Abaza,Gürcü ve Türklerden mürekkep idi. İngilizler ve güya Halifeye çalışan birteşkilât reisi olan Anzavur, kara cahil bir adamdı.Kafilemiz Geyve Boğazı'na yaklaşır iken bir köyde konakladı. OradaKuşçubaşı'nın oğlu Eşref Bey'le birleştik. Bu zât Mehmet Âkif'in dostlarından vesevdiği arkadaşlarındandır. Harb-i Umumî'de Necid Çölleri'nde de develerüzerinde uzun boylu arkadaşlıkları vardır. Eşref Bey'le birlikte Enver Paşa'nınyaveri, o zamanlar binbaşı olan Yenibahçeli Şükrü Bey de var idi. Türkordusunda nişancılığı ile şöhret bulan Binbaşı Şükrü Bey'e de Mehmet Âkif'insevgisi pek fazla idi. Anzavur Ahmet Çetesi'nin Kuvayi Milliye'ye cephane sevkeden kafilemizi çevirmek gayesi ile üzerimize geldiğini duyduk. Ancak bunacesaret edemeyerek bize yol verdi.Tehlikeli mıntıka geçildikten sonra biz, yani Mehmet Âkif ve ben, Ali Şükrü Bey, Kuşçubaşı Eşref Bey, Binbaşı Şükrü Bey kafileden ayrıldık, tren yoluüzerinde dekovil ile Eskişehir'e kadar daha çabuk gittik. O zamanlar Yunanlılarİzmir'i işgal etmişler, Manisa, Aydın, Ödemiş üzerine ilerliyorlardı. Eskişehir'denAnkara'ya tren ile gittik. Atatürk Ankara'da idi. Millet Meclisi yeni teşekkületmişti. Gazi ile babamın ilk görüşmelerini bugünkü gibi hatırlarım. Tren öğleye doğru Ankara'ya vâsıl oldu. Ali Şükrü Bey, peder ve ben yaylı birarabadan Millet Meclisi'nin önünde indik. Babam bana sen buralarda oturdiyerek, Meclisin bahçesini gösteriyordu. İşte o sırada Gazi başındaki siyahkalpağı ile gözüktü. Yanında Erzurum Mebusu Gözübüyükzade Ziya Hoca varidi, daha tanımadığım iki üç kişi var idi. Evvelâ Ali Şükrü Bey'in elini sıkarakhoş geldiniz, diyen Atatürk oldu; bilâhare şaire iltifat etti: "Sizi bekliyordumefendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben sizegelirim" dedi.Onlar uzaklaşır iken biz de Ankara'da acıkan karnımızı doyuracak bir lokantaaradık.Mehmet Âkif'in Safahat adı altında kaleminden süzülen 7 ciltlik eserleriarasındaki altıncı kitap (Asım)'a verdiği emek çok fazla ve pek kıymetlidir.Ankara'da Tacettin Mahallesi'nde tamamladığı bu cilde Yunan Harbi başında başlamıştır. Diğer yazıları hakkında büyük bir tevazu gösteren şair, Asım'ı şaheser olarak kabul ederdi. Aruz vezninin Türk edebiyatında bu kitapta vasılolduğu tekâmülüne, zarafetine kendisi bile imreniyor, cidden sanatkârane işlediğimanzumeleriyle iftihar ediyor, gurur duyuyor idi. Ben o zamanlar on iki yaşındabir çocuktum. Babam beni çok sever, bana gönlünün en mahrem köşeleriniaçmakta, içini dökmekte teselli arardı. İstanbul'u işgal ordularının işgal edişizavallı babamı madden ve manen harap etmişti. Yazılarını itmam eylemesi içinzaman ve zemin hiç müsait değil idi. Bu yüzden üzüldüğünü, ağır bir yük altındaezildiğini söylüyordu. Ankara'da gayesine yükselebildi. Bu muvaffakiyet o karagünlerde onu bayağı sevindirmişti; bu başarısından doğan derin bir vecd içinde;ziyaretine gelen arkadaşlarının karşısında kendisine seccadelik vazifesini görenbir karaca derisinin, üzerinde diz çöker, heyecanlı bir ahenkle Asım'ı okur,dinleyenler yalçın ye muazzam kayalardan çağlayarak gürleyen bu berrakşelâlenin baş döndürücü nağmeleriyle mest olurlardı. Ben Asım'ı bu şekildeyaratıcısının ağzından işite işite baştan başa ezberlemiştim.Babam bazı hususlarda pek beceriksiz olduğunu daima itiraf eder, bu hâlineçok teessüf ederdi. İkimiz yalnız idik. Çamaşırımızı yıkayacak, söküğümüzüdikecek kimse bulamıyor, bu yüzden sıkıntı çekiyorduk.Bereket versin Erzurum Mebusu Gözübüyükzade Ziya hocam, Ankara'yaailesiyle yerleşmiş, Fatma isminde Erzurum'dan getirdiği hamarat ve gürbüz birevlâtlığını her gün muayyen saatlerde bizim de ufak tefek hizmetlerimizi görmeğe memur etmişti. Daha sonra komşumuz Ankara mebusu Bünyanlı Hoca, Balıkesir Mebusu Basri Bey, yine Balıkesir mebusu Abdülgafur Hoca bize büyük birmisafirperverlik ve insanlık göstermişlerdir. İşte o kara günlerde babamı pekderinden yaralayan, çileden çıkaran, hırsından ağlatan bir hâdiseyi kaydeylemekisterim: Çengelköyü'nde oturur iken her sabah kapımıza kadar zerzevat getirenİsmail Ağa isminde bir bahçıvanın yirmi yaşlarında genç bir oğlu var idi. BüyükMillet Meclisi'nin karşısındaki parkta bir gün babamı bekler iken Kemal ağabeydediğim bu delikanlıya rast geldim. Beni görünce cebinden kâğıt kalem çıkardı.Babama verilmek üzere elime bir pusula tutuşturdu. Herhangi bir sebeptendolayı birkaç saat caketimin cebinde unuttuğum bu mektubu gece evde babamaverdiğim zaman yalnız idik. Beş altı satırdan ibaret olan bu çirkin yazı şairintemiz mânalar ifade eden çehresinin azimkâr çizgilerinde korkunç tahavvüllerhusule getirdi. Kalınca ve mukavves kaşlarının altındaki biraz müstehziyane bakan kara gözlerinde şimşekler çaktı! Eskişehir'de Silahlı Kahramanlar Yolları Doldurmuştu Elindeki kâğıt parçasını parça parça ettikten sonra ‘Allah kahretsin' diyerekfırlattı, attı. Anladığıma yöre bir iki hafta evvel bu delikanlı babamla Ankara'dakarşılaşmış, İstanbul'dan Ankara'ya gelmesine sebep olarak mevhum vatanî birizzetinefis hâdisesini hikâye etmiş. Güya Türklüğe ve Müslümanlığa hakareteden bir Fransız subayını öldürdüğünü ve Cumhuriyet Türkiyesi'nin başşehrineiltica ettiğini ilâve eylemişti. Aslında hiç bir meziyeti olmayan vatanı ve millîhisleri uğrunda her şeyi göze alarak bir düşman zabitini yere sermek şehametinigöstermek kabiliyetinden pek uzakta olan bu genç, Mehmet Âkif'in tavassutu ilebir çete reisinin maiyetine girmiş, zoru görünce silâhını dahi atarak cephedenfirar etmişti. Bu yetişmiyormuş gibi hâlâ temiz kalpli şairi aldatmak hiç birzaman affedilmeyecek korkaklık ve küstahlığını hoş göstermek âdiliğinde ısrarediyordu.Anayurdunu zebunkeş ve nâmert düşman istilâsından korumak için ölümü;şerefin, şehametin en yüksek rütbesi telâkki eden kahramanlar; o pek karanlıkgünlerde Mehmet Âkif'e bir İstiklâl Marşı yazabilmek ilhamını aşılamıştır.Meclis'in önünde gördüğüm zaman bir memnuniyet hissettiğim, çünküİstanbul'da köylümüz idi; Kemal Ağabey gibi karakterinde alçaklık olanbedbahtlar bütün bir milletin dişili, erkekli, haksızlığa, zulme karşı isyan ederekkıyam ettiği anlarda utanmıyor, cepheden firar ediyor, bir de Âkif'ten muavenettalep ediyordu.Yunan orduları Kütahya, Simav ve Bilecik havalisini henüz işgal etmişlerdi.Ankara'dan ilk olarak Eskişehir'e hareket ettik. Mümtaz Bey isminde genç biryüzbaşı trende bize refakat ediyordu. Babam, ben, Yüzbaşı Mümtaz Bey üç kişiidik. Cephelerde harikulade yararlıklar gösteren Mümtaz Bey'e babam çokhürmet ediyordu. Cephede yaralanmış, Ankara'da tedavi görmüş tekrar cepheyeavdet ediyordu. Çok yakışıklı ve ağır bir gençti.Trenden Eskişehir'e inince yabancılık çekmedik. Bugün Ziraat Bakanlığı'ndasalahiyetli bir mevkii olan eski Pendik Bakteriyolojihane Müdürü Şefik Bey deotuz kırk çift sığır bir o kadar davar, at ve arabalarla mühim bir kalabalık veyekûn teşkil eden müessesesini düşman istilâsı karşısında Pendik'ten Bursa'ya,oradan da Eskişehir'e kaçırmıştı. Bu o zaman için nev'inde müstesna fevkalâde bir muvaffakıyet sayılıyordu.Eskişehir'de Şefik Bey'in henüz işgal ettiği bakteriyolojihanesinde misafiredildik. Bina geniş ve güzel, hayvanları kâmilen alabilecek ahırlar muntazamdı.İstanbul'dan Ankara'ya gelirken Geyve Boğazı'nı çeteci Eşref Bey'e cephanegötüren yine onun tayfasından bir kafile ile geçmiştik. Eskişehir'de Kuşçubaşı'nın oğlu çeteci Eşref Bey babamın ziyaretine geldiği zaman pek zinde ve pürsilah bir adam idi. Bir doksan boyunda çok geniş omuzlu 110 kiloluk birinsandı. Benim o zamanlar ata öyle dehşetli bir iptilam bir merakım vardı ki buhalimi hissedince bana bir kısrak hediye etti. Hayatımda hiç bir hediye beni buderece sevindirmemiştir!Babam vaziyeti görünce; İyi amma oğlum, biz başımızı sokacak bir yer buldukda atımıza mı bir ahır temin etmek kalmıştı? Ne yapalım Allah onu da versin!Eskişehir'de yirmi gün kaldık. Geceleri Şefik Bey'in evinde kalıyorduk. EşrefBey'in bana bağışladığı kısraktan akşamları ayrılmak en büyük üzüntümü teşkilediyordu. Çocuk idim. Harpten düşmandan çokluk bir şey anlamıyordum. Her anher dakika karşılaştığım çakı gibi zabitler çevik, atik süvariler, pürsilâh çetelerhiç bunlar dururken korkak düşman bu yerlere gelebilir miydi?Babam da bir hayvan tedarik ediyor. Bazen Eskişehir eşrafından Osman Beynamında bir zatın şehirden birkaç saat uzaktaki çiftliğine gidiyor idik. OrasıKuvayi Milliye'ye yeni iltihak edenlerin bir talimhanesi haline getirilmişti.Çeteci Eşref Bey, Sami Bey, Binbaşı Şükrü Bey nereden tedarik edildiğinibilmediğim bazı ağır ve hafif makineli tüfekler ile ateş ediyorlar. Daha ileridesüvariler muhtelif, manevralar yapıyorlardı. Eskişehir'den bir bayram günüAnkara'ya hareket ettiğimizi hatırlarım. Babam bu şehirden daha neş'eli, dahaümitvar olarak ayrılıyordu. Safahat şairinin en büyük kusurlarından biri dehislerini gizleyememesidir, kırıldığı zaman imkânı yok belli eder, kaşları gayriihtiyarî çatılır, geniş alnı gerilir. Daha garip parlamağa başlar, bütün hal etvarıiğbirarını izhar eder. Aksi takdirde sevindiği zamanlar, sürurunu gizleyemez.Gözlerinin içi güler. Ben tabiatını bildiğim için halinden anlıyordum. Babamİstanbul'dan ayrılır iken bu kadar nikbin değildi. Her halde onun gönül ferahınınsebepleri, hem de çok mühim sebepleri vardı.Evinde misafir kaldığımız Osman Bey çok zengin bir vatandaştı. Kuvayi Milliye'ye maddî müzaherette bulunmak istiyordu. Lâkin kayınpederini bunaikna edememişti. Aslen Tatar ve gayet sofu olan bu ihtiyara babam derhal tesir etti. Bu harbin bir cihat hem de çok kıymetli bir gaza olduğuna onu ikna etti.İki akşam eylerinde misafir kalmıştık. İhtiyar halinde bahçe kapısına kadarbabamı teşyi eden Hacı Tahir Ağa babama titrek elini uzatırken ağlıyor.Gözyaşları arasında bizi selametliyordu.Mehmet Âkif Burdur, Biga Mebusu seçilmişti. Biga maalesef düşman istilâsıaltında kalmıştı, Burdur'a pederi davet ediyorlardı. Ankara'da on beş yirmi günkadar kaldıktan sonra cenuba doğru hareket ettik. Seyahatimiz yaylı bir araba ilebaşladı. Bu seferimizde bize Antalya Mebusu Süleyman Efendi refikası ilebirlikte iştirak ediyordu. Günlerce muayyen mevkilerde mola vererek yol aldık.Burdura vasıl olduğumuz zaman bu uzun araba yolculuğu hepimizi epeyceyormuştu. Lâkin orada gördüğümüz iyi kabul bize bütün acıları unutturdu.Mehmet Âkif'i Burdur eşrafı aralarında taksim edemiyorlardı. Her akşam biryerde ağırlanıyor. Şerefimize ziyafetler, hususî toplantılar tertip ediliyordu.İngilizlerin o günlerde bize şimdi olduğu gibi müttefik olduklarını kendileridahi iddia edemezler. Millî Mücadele başlayınca; İngilizler OsmanlıHanedanı'ndan politika bakımından da faydalanmağa kalktılar.İşte Mehmet Âkif'in kat'iyyen mürteci bir softa olmadığına Anadolu'nun çokderinlerine kadar zehirli filizler salan bu propagandaları milletin kalbindensöküp atması delâlet eder.Mehmet Âkif Millî Mücadele'nin muazzam bir cihat olduğuna halkı o kadaryakından ikna etmişti ki; bu vadide öyle mahirane bir üslûp, öyle candan birahenk kullandı ki, Anadolu'nun birçok vilâyetlerinde, kazalarında hattânahiyelerinde, camilerde, medreselerde, meydanlarda insan kütlelerine karşıhitap etti. O çok samimî konuşuyor. Doğruyu söylüyordu. Sözleri herkesinüzerinde çok derin tesir ediyor. Onu bir kere dinleyen ve eli silâh tutabilen bütünerkekler ailesiyle vedalaşıyor, evini, karısını, çocuklarını Allaha emanet ederekcepheye koşuyordu.Babamı ilk defa Burdur'da hükümet konağında üç dört yüz kişiyi mütecaviz bircemaate karşı hitap ederken gördüm. Fazla bağırdığı zaman sertleşen gür sesi ilekonuşuyor. Çok heyecanlı olduğu bütün hareketlerinden belli oluyordu. İzmirhavalisinden sızan kara haberleri vatandaşlarımıza yapılan işkence vehakaretleri, mülevves çizmeler altında çiğnenen tarihî ve ilâhî mabetlerimizi öyleyanık bir dille ifade ediyor. Bu fecayiin yürekler acısı avakıbını öyle acı bir dille tarif ediyordu ki: Ben de dinleyiciler arasında sıkışmıştım.O muazzam kalabalık derin bir sükûta dalmıştı. Lâkin bu öyle bir sessizlik öylebir hava idi ki, kasırgalar koparacak ruhların kellesini koltuğuna almağa niyeteden başların son kat'î kararından doğuyordu. Bir de şurada burada hissiyatınamalik olamayarak hıçkırıklarını tutamayan vatanseverlerin iniltileriduyuluyordu.Burdur'da bir hafta kadar kaldık. Babama çok fazla iltifat ettiler. Öğle veakşam yemeklerini başka başka yerlerde davetli olarak yiyorduk. Safahat şairiboğazlı bir insan değildi. Bünyesine nispeten az yerdi. Lâkin güzel yemekleriintihap etmekte bilhassa sanatkârane yapılmış hamur tatlılarını seçmekte zevkiselim sahibi idi. Burdur'da eşraftan bazı kimselerin sofralarında yediğimizarmudî şekilde imal edilmiş bir tatlı çok hoşuna gitti. Hane sahibinden bununismini bile öğrenmeye kalktı. Antalya Mebusu Hacı Süleyman Efendi ileAntalya'ya kadar arkadaşlık yapacağımızı söylemiştim. Hattâ Süleyman Efendi'nin refikası dahi bizimle birlikte seyahat ediyordu...
·
667 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.