Son onyılların bazı filmlerinde, filmlerin hayali unsuru, Pasolini'nin sözünü
ettiği "mitik ve çocuksu alt-film", "şiirsel film"le olduğundan çok daha
fazla öne çıkar. Öykülemeci sinema, öykünün nesnel ritmine ayrıcalık tanırdı.
Şiirsel sinemadaysa, özne kahramanın bakış açısı üstün geliyor gibidir.
Bu "üçüncü" biçimde, görüntü, bir düşte gördüklerimiz gibi yorumlanmak
ve çözümlenmek için kişilerüstü bir sembolik takımyıldıza gönderme
yapar gibidir. Bu, öznenin içinde olabilecek olanı belirler, onun
bilincinin ve duygusallığının ufkunu düzenler. Yeni Alman sinemasının
pek çok filminde --özellikle Herzog' da ve Wenders' de- görüntüler sembolik bir sahne tanımlar; özne onlarla anlaşılır ve onlar üzerinde onun "bakış açısı" çok az iktidara sahiptir; o, önceden belirlenmiş rolleri arasında hareket eder, ki bunlar, onun bilincini ve eylemlerini belirler. Kendi tutarlılığından yalıtılabilir her görüntü, hem kahramanların bilincini hem de "öykü"nün şemalarını aşan, sembolik ve hayali bir nesnellik tanımlar.