Bir Kadın Bir Ses-D. CÜCELOĞLU (Türkiye'de Bir Kadının Var Olma Savaşı)Benim güzel ülkem...
Her toprağı şehit kanı dolu ülkem.
Vatanların en güzeli...
Üstünde nice güzellikler boy gösterirken bir yandan da ne büyük acılara şahit oldun.
Okuma sürecimde fark ettim ki bu konuyla ilgili ne çok kitap okumuşum. Şunu ifade edebilirim: bu konu evrensel bir konu. Zamandan ve mekandan bağımsız. Maalesef tarihin birçok döneminde ve aşağı yukarı tüm coğrafyalarda kadınlar ve çocuklar hep arka planda kalmış, buna rağmen en çok çileyi onlar çekmişler. Erkekler savaşırken dahi olan yine onlara olmuş. Bir İncir Kuşları var mesela bu konuya değinen, içim yana yana okudum.
"Yaralandım
Sardım yaralarımı
Kendi ellerimle..." (s. 81)
Bir kadın düşünün. Hayatının büyük bir bölümünü eşi ile birlikte geçiriyor ve ölmeden önceki vasiyeti "Beni eşimin yanına gömmeyin." Rahmetli anneannem dedemle dile kolay 70 yıl geçirmiş, annesinin yanına gömülmek oldu son vasiyeti. Bir kadının böyle bir karar alması için öyle nedenleri vardır ki... Eserin kadın kahramanı Saniye'nin vasiyeti de bu maalesef: eşinden ayrı gömülmek...
Babasının gözünden esirgediği bir kız çocuğu... Okuma sevdası ile dolu. Hani çeyizi kitapları derler ya, çeyizle falan işi yok, derdi kitap, derdi okumak... Bir gün istemediği bir evlilikte buluyor kendini. Ve hayatında iyi giden ne varsa değişiyor o günle birlikte.
Sinirlerime hakim olamadım eseri okurken.
Çok kızdım. Eşinden çok Saniye'ye kızdım. Çağına göre modern bir kadın. Çağına göre okumuş. Çağına göre cesur. İstemediği evliliğe itiraz etmemesi ve sayfa sayfa nefret kustuğu adamdan boşanmaması beni oldukça rahatsız etti. Cesareti, çocukları vesaire diye düşünebiliyor olabilirsiniz ama öyle bir durum da yok. Aksine boşanmamış olmalarından çocuklar daha fazla etkileniyor. Onların yanında da sürekli nefret kusuyor kocasına. Çocuğu yurt dışına çıkıyor, bu sefer uzaktan nefretini anlatıyor gittin de kurtuldun, biz kaldık diyerek.
"Her ne kadar işsizlik, parasızlık çeksen de, hasretlik acı verse de buradaki yaşamdan, yani babanın çektirdiklerinden uzaksın ya, şanslısın canım." (s. 130)
Peki ya neden boşanmıyorsun? Adam git diyor ve hâlâ kalmaya direnen bir kadın... 30 yıllık bir mücadele. Heba olmuş iki ömür ve o psikolojide doğan, büyüyen çocuklar. Değdi mi?
Ah kadınlarımız...
Koca dayağından hastanelik olup doktora, polise yine kocasını savunan kadınlarımız. Keşke her şey sizin için güzel olabilseydi.
Hiçbir şey değişmiyor!
İnanın hiçbir şey değişmiyor!
21. yüzyıldayız hâlâ her haberde benzer durumlarla karşılaşıyoruz.
Karısını öldüren kocalar, kocasını bıçaklayan kadınlar, intiharlar vesaire vesaire...
Mesele kadın ya da erkek olmakta değil aslında. Mesele insan olabilmekte. Mesele yola çıktığın insana cenneti yaşatamıyorsan bile cehennemi yaşatmamakta... Ruhta bitiyor her şey. Bunu birkaç organ farkına bağlamak da sığ bir bakış açısı olacaktır.
"Yapayalnız hissediyordum kendimi." (s. 11)
Evlenmeden önce şunları kendine sormalı insan: Evlendiğim insanla bir kitabı tartışabilir miyim, tiyatroya gidebilir miyim, gerekirse dünya turuna bile çıkabilir miyim? Bir süre sonra sevmek dahi yeterli gelmeyebilir çünkü. Saniye Hanım kötü bir insan değildi. Eşinin de diğer insanlara karşı değil yalnızca kendine karşı kötü olduğunu ifade ediyordu. Meselenin kökeni burada aslında. İyi insanlar dahi birbirlerine iyi eş olamayabilir ve hatta hayatı zindan edebilirler. Ve bunun sonucunda mutsuzluk, iki kişilik yalnızlık doğar.
"Mutluydum ben küçükken
Ben büyüdükçe büyüdü mutsuzluğum." (s. 32)
Birçoğumuz çocukluk günlerine hasret. Başkalarının bizim için kurduğu hayat bizim kendi kurduğumuz hayattan çok daha güzeldi, belki de o yüzden anne babamızın kurduğu hayata dönmek istiyoruz. Ama öyle ya da böyle her hayatın bir evresi var... Yanlış seçimler hiçe sayılmış hayatlar ortaya çıkarıyor. Ve sonucunda kadın erkek fark etmeksizin canlar yanıyor.
Üstünde konuşulacak, tartışılacak bir eser.
Soru cevap şeklinde ilerliyor.
Okuyun birlikte konuşalım.
Duygulu okumalar temennisiyle...