Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Zemini, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa açtı. 17. Asrın ayaklarımız altına serdiği hezimetler ve felâketler zemini....Halife ve Padişahını dünyanın hiçbir tarihinde görülmedik şekilde şeni zulümlerle öldüren, düşman ülkeleri yerine kendi vatanını işgal altında tutan, «şeriat!» nidasıyla en hayâsız darbeyi şeriata indiren, yapmadığı cinayet, rezalet, ihanet, hıyanet bırakmayan bir ordu unsuru, hırsız vezirler ve aşksız yobazlar elinde kalmış bir diyarda, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, neye güvenerek Kanuni'nin bile beceremediği bir fetih hamlesine girişiyordu? Devleti o zamana göre 100 yılı aşan pörsüyüş ve çürüyüş hengâmesi içinde eski vecd ve aşk devirlerinin saffet ve satretine kavuşturmak ve böyle bir zaman ölçüsünün mekân inşasını da yerine getirmek için, «Veziri Âzam Hazretleri» nin hesabı neydi? En acıklı bir devrede, demirden bir elle, bütün kuvvetini iç düzeltmelere vererek bir müddet için imparatorluğu uçurum kenarında tutmuş olan Köprülü'nün damadı Kara Mustafa, kayınbabasının hemen ardından patlak vermiş, yani kökünden temizlenememiş felâketler yurdunda, birdenbire Viyana surları önünde boy göstermek için hangi dayanağı bulmuştu? Heyhat ki, hiçbir şey; kendi yakıcı, kavurucu nefsanî ihtirasından başka hiçbir şey....Başlarda kendisine güler yüz göstermiş olan talihi onu şımartmış, ona, Kanunî çapında imkânlara sahip bir devlet banisi olabileceği hayalini aşılamıştı. Tarihçi Ahmet Refik, «Felâket Seneleri» adlı eserinde Merzifonlu'yu şöyle tasvir eder:«— Yüksek ve beyaz kavuğu altında mukavves kalın kaşları, gümrah ve siyah sakalı, azamet ve gururla şiddet ve nüfuz kazanan nazarları, kıymettar taşlardan yapılmış işlemeli ipek libası, kemerlerini ve sorguçlarını parıldatan elmasları ve yakutları ile Osmanlı debdebe ve tantanasına canlı bir timsal teşkil ediyordu.» Görülüyor ki, Kara Mustafa, hemen her milletin alçalma devrinde görüldüğü gibi, dış ihtişam hırsına düşmüş ve bu hırsını artık çatırdamaya yüz tutucu devlet binasına nakışlı sıvalar çekerek ve yaldız tuğralar işleyerek belirtmeye kalkışmış bir gurur heykelidir; ve bu, içi bomboş gurur heykelinin, vatanındaki" iç çöküntüye ve onu hazırlayan sebeplere ait hiçbir şuur ve nefis muhasebesi yoktur. Köprülülerin, her şeyden evvel içten temizlenme şeklinde tezahür eden şuurculuklarından, damatları Kara Mustafa Paşa'da en basit bir iz bile bulunamaz. O, şair Bâki'nin diliyle, bir zamanların «demir kuşaklı cihan pehlivanlara, şimdi her tarafına inme indikten ve yatağa düştükten sonra, birdenbire yorganını çekip «kalk ve dünya güreşine çık!» diye eski işine süren bir azamet delisidir. Konağında iki bine yakın cariye, yedi yüzden fazla harem ağası, sayısız uşak, muhafız, yüzlerce at, bir sürü av köpeği, atmaca vesaire....Öyle bir konak ki, yalnız ekmek ihtiyacı günde 500 okka (700 kiloya yakın) ve ayrıca hesapsız un, şeker, tereyağı, gül suları ve zaafran....İstanbul'da, Edirne'de, Merzifon'da birçok saray ve bütün bunların merkezinde, ânî öfkeleriyle meşhur, müthiş bir benlik timsali....Allah'ın asla affetmediği gurur, elbette ki Kara Mustafa'nın tipinde, İmparatorluğun bozgun çığırını açıcı şahsı bulacaktır. Bize ne, Köprülü Mehmed Paşa damadı, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dan?...Biz onu, koskoca Moskof dâvasında, şahsı üzerinde durulmaya değer ve müessir bir tip olarak değil, tesiri ard yoldan olmuş bir kıyas unsuru diye ele alıyoruz. Kara Mustafa, hiç de bizzat sorumlusu olmadığı bir iç çöküşün, sadece gurur cinneti yüzünden meydana çıkarıcısı ve artık bir daha kapanmamak üzere bozgun çığırımızın açıcısı olmak gibi bir bedbahtlıktan öteye hiçbir suça muhatap ve dikkate hedef tutulamaz. Aynı felâketi ihtar edici suçlarıysa birçok....Fakat dolayısıyla kazandığı ehemmiyet, onu bütün bir tarih başı yapacak kadar büyük....Kara Mustafa'nın eseri olarak bozgun çığırımızın mühürlü nâmesi 1699 Karlofça anlaşmasıyla devlet en büyük illet olarak umumi bünye zaafını resmen ilân etmiş ve ondan sonradır ki Moskof, Prut'u atlatır atlatmaz, bünye zaafımızın bu açık zemini üzerine, karşılık görmez mikroplar gibi çullanmıştır. Demek ki, Kara Mustafa'nın açtığı bozgun çığırı, Nemçe ve öbür batılılardan ziyade Moskof'a yâr olmuş, Moskof için olmuştur. Kamuslar boyu anlatılmaya değer hikâyeyi kısa geçelim: Sene 1533....Rusya'yı Rusya yapan Büyük veya Deli Petro 11 yaşındadır ve 1 seneden beri sadece Moskova Çarı'dır. Henüz «Bütün Rusyaların Çarı» yolunu açmasına ve kendisini İmparator ilân etmesine 38 yıl var....İşte bu 38 yıl sonradır ki (1721), Moskof, Türk yumruğu altından tamamıyla sıyrılmış olacak ve iki buçuk asır süreyle Türk'ü Rus yumruğuna karşı tutacaktır. Büyük Rusya, doğumunun yanı başına gelmiş olmakla beraber, daha Türk'ün ve Batı dünyasının zaman ve mekân tablosunda hatırı sayılır bir yeri yok....Bir kenarda bekliyor ve dünyayı, hususiyle Türk'ü kolluyor. O ân için Türk'ün karşısında düşman, Batı ve Hristiyanlık âleminin temsilcisi, kapı bekçisi, sınırdaşımız Nemçe'dir. 41 Evet, sene 1683....Bahsini ettiğimiz haşmetli Büyük Vezir, kalabalık olmaktan yana muazzam bir ordu ile Edirne'den yola çıkmış. Viyana istikametinde ilerliyor. Ordunun başında, zengin bir kuyumcu dükkânını üstünde taşıdığı hissini verecek çapta altın ve elmasa batmış Büyük Vezir, o güne kadarki parlak talihinden ve parçacı başarılarından şımarık, şimdi bütünü devşirebileceği güveni içinde....Davranış öyle heybetli ki, dünya yıkılsa bir avın peşinden koşarken duyduğu heyecanı hissetmeyecek olan Dördüncü Mehmed (Avcı) bile sefere katılmış ve büyük bir fedakârlık eseri halinde orduyu Belgrad'a kadar uğurlamaya razı olmuş bulunuyor. Macaristan'da, Avusturya'ya karşı bütün korunma ümidini Osmanlılara bağlamış elan Tökeli İmre tarafından karşılanış pek debdebeli. Macarların başı kendisini kat kat aşağı tuttuğu Osmanlı Sadrâzamı önünde eğilmekte ve arkasındaki, cicili bicili maiyet, Kara Mustafa'nın otağına karşı, el pençe divan, ziyneti hizmetçiler gibi durmakta....Ziyafetler çekildi, «Serdarı Ekrem» in elmaslı ve yakutlu eli öpüldü ve müzakereye oturuldu. Tökeîi şu fikirde: — Viyana'nın zaptı, Macaristan için hayatî değerdedir, Macarların Avusturya esaretinden kurtulmaları, ancak Viyana Türkler eline geçerse kabil olabilir. Fakat bu, kolay iş değildir. Türk davranışı, Avrupa'da dinî bir ittifak hazırlanmasına dek gidebilir. Bu bakımdan harekette gayet dikkatli ve hesaplı olmak, hususiyle yolu tam açmadan ve arkadaki kaleleri düşürmeden Viyana üzerine çullanmamak lâzımdır. Tökeli'nin bu görüşü gayet ince ve meseleyi köklerinden ele alıcı değerdeydi. Sade askerî ve sevkalceyşî (stratejik) icapları göstermekle kalmıyor, en esaslı ruhî ve siyasî ukdeye parmak basıyordu: Hristiyanlık....Evet; Viyana'nın zorlanması, Papa'nın dürtüşüyle bütün Hristiyanlık dünyasına birleşme cehdini aşılayabilirdi. O zaman da Nemçe'nin karşısına, bütün bir Hristiyanlık dünyasını sindirebilecek şartları hesaba kattıktan sonra çıkmak gerekirdi. Nitekim Kara Mustafa'nın tuğ ve mızrak ormanı, görünürde muhteşem, fakat içinden çürük ordusu daha Viyana kapılarına çok uzaklardayken Avusturyalılar Papa'ya çığlığı basmış, Papa da Batı âlemine elini kaldırmıştı: — Salibin imdadına koşunuz! Fakat bu davete, (Rönesans) tan sonra dini alâkası gevşemiş bulunan Avrupa'dan Polonyalılar ve Bavyeralılardan başkası kıymet vermemişti. O Polonyalılar ki, her ân kollarını ve kanatlarını koparmaya hazır duran Moskof'a karşı, kurtuluşlarını, Türk atlarının kendi nehirlerinden su içmesine bağlayan millî şarkılar düzenlemişlerdi. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa da, Tökeli'nin fikirlerini destekledi:— Viyana yolunda, ordunun arkada bırakacağı kaleleri düşürmeden ileriye varmak ve Nemçe payitahtını kuşatmak yanlıştır! Fakat Kara Vezir bu dirayetli tavsiyelere pabuç bırakmıyor, Viyana'yı bir ân evvel sarmaktan gayrı bir şey düşünmüyordu Nefsani hırs ve şeytanî acelesi, işi zamana ve derin muhakemeye dökmekten onu alıkoyuyordu. Nitekim pişkin ve olgun Budin Beylerbeyi'nin karşı çıkışına, kelimesi kelimesine şu cevabı verdi: «— Bir adamın sinni (yaşı) sekseni tecavüz ettikte (aşınca) kendüye ateh ârız olur (bunaklık gelir) dedikleri yerinde imiş!..» Kara Mustafa'nın, sadece hırs ve şöhretini esas tutarak giriştiği hamle, bu bakımdan gözlerini kör ediyor ve ona hemen düşmana çullanmaktan başka bir yol göstermiyordu. Zira İmparatorluğun son gidişlerine bağlı netice meydana gelecek, ilâhî hüküm ve kader tecelli edecek ve Türk'ün «Allah kelimesini yüceltme» yolundaki üç asra yakın taarruz devresi böylece ve Kara Mustafa Paşa eliyle kapatılacaktır. Viyana'ya yürüyen ordu, Kanunî'nin, üzümünü yediği sahipsiz asmaların dibine çil çil parasını bırakan iman ve ahlâk âbidesi yeniçerileri yerine, katiller, hırsızlar, ırz düşmanları ve vatan hainleri sürüsüdür. Geçtiği yollara hanlar, kervansaraylar, çeşmeler ve iman uğultusuyla ihtizaz eden kubbeler döşeyen eski ordu, şimdi, her şeyi tahrip edici, önünde insan, eser, hayat ve namus diye bir şey bırakmayıcı korkunç bir silindir....Ahmed Refik'ten okuyalım:«— Osmanlı ordusu, elmaslar ve altınlar içinde, azim bir ganimet hırsıyla ilerliyordu. Arpa ve buğday tarlalarını yakıyor, geçtiği yerlerde kanlı ve dumanlı harabeler bırakıyordu. Ordunun peşinde sübyan (çocuklar) ve nisvan (kadınlar)dan mürekkep, sefil ve perişan esir kafileleri sürükleniyordu.» Eski bir tarihe göre:«— Askerler garet (yağma) ettikleri yerlerde pek koca avret ve küçük meme emer masumları anaları kucağından alıp kılıç tecrübesiyle katlederlerdi.» İşte bu ordu; İslâm şeriat ve ahlâkına göre baştan başa, ayrı bir İslam ordusu tarafından kılınçtan geçirilmesi lâzım bu ordu, işlediği cinayet ve şenaatler kütüphane dolusu kitaplara sığmaz bu ordu, 19 Recep 1094 14, Temmuz 1863'de Viyana önünde boy gösterdi. NETİCE Kader, Kanunî Sultan Süleyman'dan esirgediği başarıyı, sonsuz ve girift cilveleri icabı, az kaldı, bedava tarafından Kara Mustafa'ya bağışlıyordu. Viyana, düşmesine kıl ucu kalmışken birdenbire her şey tersine döndü ve Türk tarihinin en acıklı hezimeti meydana geldi. Ve işte kaderin sonsuz ve girift cilvelerinden hazin bir misal!...Kaderin Kara Mustafa'ya zaferi bedavadan hediye eder gibi gösterdiği cilve şöyle oldu: Nemçe İmparatoru (Leopold) Viyanalıların «bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?» çığlığına rağmen kaçtı. Bir gün içinde Viyana ve etrafından 60 bin kişi hicret etti. Kalede ciddî bir korunma gücü mevcut değildi. Viyana paniğe kapılmış, ana baba günü yaşamaya başlamış, kiliselerin acı çan sesleri altında sivilleri silâh altına çağırmaya koyulmuştu. Sağ tarafının Tuna’nın kuşattığı şehri, sol tarafından, sayısız tuğları ve çadırlarıyla Kara Mustafa Paşa ordusu çemberlemiş bulunuyordu. Kuşatma, topyekûn cebri bir hücuma geçilmeyerek iki ay kadar ufak tefek saldırılar, lâğım açmalar, gülle yağdırmalarla devam etmiş, dehşet içindeki şehrin, adeta kendi kendisine kapılarını açması beklenmişti. Nihayet 1683 sonbaharı....Havalar soğuk....Orduda ve Yeniçerilerin ceplerinde bol bol altın, fakat ne yiyecek, ,ne yakacak....Papanın bu muharebede yardımcı Hristiyanlara cennet vadetmesine rağmen henüz ortada bir hareket yok....Başlıca güvenilen Fransa olduğu halde, o da Türkiye ile ticari çıkarını düşündüğü için kayıtsız....İşte bu sıralardadır ki, Lehistan Kralı (Jan Sobyeskty harekette....30 bini aşan süvarisiyle Viyana'nın imdadına koşmakta....Halbuki Viyana, içinde bulunduğu şartlara göre, imdat kuvvetleri yetişmeden düşürülebilirdi. Bunun için, daha ilk günlerde azimli bir çevri hücum yeterdi. Niçin mi yapılamadı? Tarihlerimizin açıkça kaydettiği, fakat bugüne kadar tam mânasıyla dillendirilemeyen, şuurlaştırılamayan, büyük harflerle tarihe ve okuma kitabına geçirilemeyen bir sebep yüzünden....Bozgun çığırımızı açan Viyana hezimeti, ne askerî, ne idarî, ne siyasî, ne iktisadî bir sebebe dayatılabilir. Sebep tektir ve sadece ahlâkîdir. Kelimenin harf aralarını açalım: Ahlaki....Zaten ahlâkî alçalma yüzünden düştüğümüz felâketin neticesi, beklenmedik başarı fırsatlarına rağmen yine ahlâkî bir faciaya çatıp bizi birdenbire baş aşağı getirme şeklinde tecelli etme değil miydi?...Bakın şu tecelliye: muhasaranın daha ilk kademesinde, Viyana'nın umulmadık zaafını gören bazı kumandanlar, Kara Mustafa'ya şehrin cebrî hücumla zaptını teklif ediyorlar. Fakat Paşa, servet ve ganimet kaygısından başka gayesi olmayan yakınlarının, baş haris kendisi olarak telkini altındadır: — Şehri cebri hücumla zaptedersek asker her tarafı yağma eder ve bize bir şey kalmaz! Şehrin kendi kendisine teslim olmasını ve bizzat kapılarını açmasını bekleyelim ki, intizamla girişin ve hazineler, ganimet malı bize kalsın!... İşte tamamen ahlâkî olan bu müessir böylece hâkim oluyor ve Viyana'nın tacı çapulcuların elinde parçalanmasın derken Kara Mustafa'nın elmaslı sorgucuna kadar her şey, bütün tarih ve millî şeref düşmanın ayakları altına düşüyor.
·
399 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.